CENNETİN KAPISINA DOĞRU
Ramazan, oruçla, iftarla, sahurla, teravihle Cennet’i arzulamak; ilahi mağfireti soluklamaktır. Ramazan-ı Şerif gelince ruhlarda, sokaklarda bir Şehrayin başlar; Cennetin kapıları sonuna kadar açılır, Cehennem’in kapıları kapatılır, Şeytanlar zincirlere vurulur.[1] Müminler Cennet’in kapılarını mukabeleyle, teravihle, gece namazıyla açar. Ramazan-ı Şerif’te daha hassas davranır, hergün nefsine onlarca defa, “Sabır” der, “Sükunet” der, “Yalana, tuğyana, gıybete girme!” diye nasihat eder. Şeytan’ı işlevsiz hale getirerek Cehennem’in kapılarını kapatır, salih amellerle “reyyan kapısına” doğru yürür. Ramazan sadece fertlerin değil topyekün Ümmet’in Cennet’in kapsına doğru yürüyüşüdür; Doğu Türkistan’dan, Buhara’dan, Lahor’dan, Kahire’den, Bağdat’tan, İstanbul’dan, saraydan, gecekondudan, her boydan, her soydan kadınların, erkeklerin “Ya Rabbi! Cenneti’ne talibiz.” demeleridir.
Ramazan’da oruçluyken yapılmayacaklar malum… Her mümin imsaktan iftara kadar yemeden, içmeden ve ailevi ilişkiden uzak duracak. Yapılacak ibadetlerin merkezinde ise oruç, namaz ve mukabele var.
Ramazan, Kur’an-ı Kerim’le yüzleşme ayıdır. Genç, ihtiyar, kadın, erkek herkes Kur’an-ı Kerîm okur. Gözleri görmeyen, kıraata mecali olmayan ya da henüz okumayı öğrenemeyenler camilerde mukabele halkalarına katılır. Her namazdan sonra bir başka hafız cüz okur. Evler, işyerleri Kur’an-ı Kerim okuma merkezlerine dönüşür. Çünkü bir mümin nazarında içerisinde Allah’ın ayetleri okunmayan bir ev yeryüzünün en bayağı evlerinden birisidir. Bu yüzden kadınlar ayrı mekanlarda, erkekler ayrı yerlerde halka halka olup Kur’an-ı Kerîm okur. Her mümin kadının en büyük hayali evinde mukabele okutmaktır. Çünkü Allah Rasulü, “Kur’ân okuyunuz! Zira Kur’ân, kıyamet günü okuyana şefaatçi olarak gelir.”[2] buyurdu.
Ümmeti’ni Ramazan seferberliğine davet eden Allah Rasulü mevzuya dair şöyle buyurdu; “Kim Ramazan-ı Şerifte bir nafile yaparsa, Ramazan-ı Şerif’in dışında farz yapan adam gibidir. Kim Ramazan’da bir farzı yerine getirirse Ramazan-ı Şerif’in dışında yetmiş farz yapan gibi sevaba nail olur”.
Müminler Allah Rasulü’nün bu müjdesine nail olabilmek için Ramazan’ı bir ibadet mevsimi olarak görür ve Allah Resulü gibi ayaklarım yarılıncaya kadar huzurunda duramamanın ızdırabını yaşıyorum, der. Maddi planda bunları yapanlar, yalandan, gıybetten, tuğyandan da uzak durur. Kim ki, oruç tutuyor; lakin hayatında hala haramlar varsa bilsin ki Allah Azze ve Celle’nin onun aç kalmasına ihtiyacı yok. [3]
Oruç, Had Bilmektir
Açlık kalbi teskin, ruhu terbiye eder. Oruç, en ön koltukta oturana, en arkadakinin tevazusuyla oturmayı öğretir; Mümine, “Koltuk, birinin zimmetinde kalsaydı, öncekilerden sana intikal etmezdi.” der. Ramazan’ın insana haddini bildiren o derin manasına ermesi için oruç, açlığın kol gezdiği Mekke-i Mükerreme’de değil, devletin kurulduğu, sahabenin dünyalıklara malik olduğu Medine-i Münevvere’de farz kılındı.
Izdırarî ve İhtiyarî Oruç
Mekke’de ızdırarî, Medine’de ihtiyarî oruç var. Müslümanlar Mekke’de/Şib-i Ebi Talip’te üç yıl ambargoya maruz kaldıklarında çocuklarına ekmek götürmekten aciz kalmışlardı. Allah-u Ekber diyen Ehl-i İmân’ın mahallesine ekmek sokmak, süt satmak yasaktı. Çocuklar ayakkabının derisini çiğniyordu.
Oruçsa ekmeği ve sütü olanları terbiyeye talipti. Bu yüzden malın, mülkün olduğu Medine’de farz kılındı.Buyruk, (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ) Ey İman edenler![4] diye başladı. Allah Azze ve Celle emir buyurdu diye sahurdan iftara kadar ancak müminler aç kalabilir, ancak onlar oruca tahammül edebilir. Namaz kılarken, hac yaparken insanlar görür; lakin oruç tutarken ya da bozarken Allah’tan başka gören yoktur. Bu yüzden kutsi hadiste, “Oruç benim içindir. Onun mükafaatını ancak ben veririm.” buyrulmuştur. Mümin, devamında orucun farziyeti anlatılan “Ey İman Edenler!” çağrısına muhatap olduğunda lisanı haliyle şöyle der, “Ya Rabbi! Beni, sen مِّن مَّاء مَّهِينٍ” /önemsenmeyen bir sudan[5] yarattın, eğer insan olmamı murad etmeseydin milyonlarca spermin arasında bir çukura gider, toprağa karışırdım. Lakin sen Ya Rabbi! Beni milyonlarca sperm arasından seçtin. Bütün organlarımı o spermden yarattın, beni insan olarak dünyaya gönderdin. Şimdi yazda, kışta “oruç tut” diye emrediyorsan, bana da ancak “سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا” demek düşer Ya Rabbi!
Önceki Milletlerin Orucu
Yaz günü, sıcağın altında oruç tutmak zordur. Lakin Kur’an-ı Kerim tam bu noktada fevkalade zor şartlarda oruç tutan önceki ümmetlerden bahs eder. Onlara bakın, onlarla ayakta durun! Hz. İbrahim de, Hz. Musa da oruç tuttu.
Hz. İbrahim’i ateşler içerisinden alan, Hz. Lut’u kurtaran, Allah Azze ve Celle iftar vaktinde seni de rahatlatacak. Daraldığında Hz. Nuha’a bak, acıkıp, susadığında ya da buna tahammül edilir mi dediğinde sair Enbiyaya’ya bak teselli ol!
Daralıyorsan, hastalığın içinde de nasıl sabredileceğini bize öğreten Hz. Eyyüb’e bak. O da oruç tutmuştu. Ramazan sevincinde onun da payı var! Unutma! Senden önce nice peygamberler, daha zor şartlarda oruç tutmuştu. Hz. Yunus balığın karnında, ‘La ilahe illa ente subhaneke inni küntü mine’z-zalimin’ evradıyla meşguldü.
Mümin, Ramazan-ı Şerifte aç kalır, susuz kalır lakin isyan etmez. Kuran-ı Hakimi okuyacak, Mevlayı tesbih edecek, secde secde, rükû rükû, Kainat’ın sahibine yönelecek. Hz. İbrahim’in, Eyyüb’ün, Musa’nın, Hz.Muhammed (a.s)’ın ufkunu açan Allah, senin de yolunu açacaktır. İşte onun için Kuran-ı Hakim orucun farz olduğunu ümmete anlatırken sizden öncekiler de oruç tutmuştu buyurur.
Peki ya neden Allah Azze ve Celle bize orucu emretti? İmsaktan iftara kadar niçin aç dururuz? Muttaki olmak, takva makamına ulaşabilmek için… Kendini ateşten koruyan insan gibi mümin de oruçla kendini Cehennem’in nârından muhafaza etmeye çalışır.
Yarım Hurma
Kudema takvayı, insanı günaha düşüren şeylerden uzak durmak olarak tarif eder. Mümin günaha, masiyete, tuğyana taşıyan her şeye dur, der iftiharla.
İbadette takva Allah’ın emirlerini yerine getirmek, günahta takva, haramlardan ateşten kaçar gibi uzaklaşmaktır… Allah Rasulü, “Bir hurmanın yarısı bile olsa, (kendinizi) Cehennem ateşinden koruyunuz.”[6] buyurarak Ümmeti’ni korunmaya ve arınmaya davet ediyor. Allah Rasulü’nün lisanında takva; yarım hurma gibi araya bir şeyler koyarak Cehennem’den korunmaktır.
Bu noktada Allah Rasulü şöyle buyurdu, “Sizden önce yaşayan ümmetler içinde Kifl adında bir zengin vardı. Bir gün onun yanına ihtiyacı ve haceti olan bir kadın gelir. Kapıyı çalar. Der ki; “evimde ekmek, su diye ağlaşan yavrularım var, Allah rızası için -lisanı haliyle söylüyor,- o yavrular için bir şeyler verir misin? Adam der ki; altmış lira veririm ama karşılığında seninle beraber olurum. En sefil teklif karşısında bir anne çaresiz… Evdeki çocuklar su ve süt diye meleşiyorlar. Anne yavrularının acılarına, iniltilerine, feryatlarına tahammül edemez ve O adamla beraber olmaya karar verir. Kifl evin içerisine girdiğinde kadını ağlarken görür. Kadına döner ve der ki; “Neden ağlıyorsun ki, nedir seni ağlatan?
Kifl, “Para veriyor ve karşılığında seninle beraber oluyorum.” deyince; Kadın kendinden geçer, “Allah’tan kork!” der. Bu ifadeden fevkalede etkilenen Kifl kadını hemen evine gönderir, daha sonra da Allah’a(cc) şöyle bir söz verir, “Ya Rabbi! Bundan sonra kadınlarla beraber olmak şöyle dursun, onlara gözümle dahi dönüp bakmaktan sana sığınırım.”
Kifl öyle samimi tövbe eder ki, kendinden geçer; akşam olunca da ruhunu teslim eder Kifl. Allah Resulü buyuruyor ki; Kifl’in kapısına melekler “ان الله قد غفر للكفل” “Kifl’in ne kadar günahı varsa Allah bütün günahlarını affetti, sildi.”, diye yazar. Takva, eğer Kifl’i kurtarmasaydı, en büyük günaha irtikâp edecekti. Takva onun sığınağı oldu, zinadan kurtardı, kulluk makamının zirvelerine ulaştırdı.
Bir Halden Başka Bir Hale
Oruç mü’mini bir halden alır, başka bir hale taşır. Allah Azze ve Celle müminlere orucu emrederek -sanki- şunu tenbihledi, “Ey Ehl-i İman! Kadınların, kızların iffetlerini, hayâlarını ancak takva ile koruyabilir, muttaki kullar olarak muhafaza edebilirsiniz.
Bir kız aldanır, kalkar bir ajansa gider; “Boyum 1.80, beni manken olarak alır mısınız?” der. Ajanstakilerin takvadan nasibi yoksa on yedi, on sekiz yaşında podyuma çıkarma vadiyle onu alır, kadın her gün her gece başka bir evde dolaşır. Sonunda psikiyatrist psikiyatrist, doktor doktor çare arar, kafasını duvarlara vurur, yetmişine geldiğinde sokaklarda sahipsiz bir halde gelgit yaşar.
O halde “لعلكم تتقون” oruç ile hayata takva ayarı yapmaktır. Ebu Hureyre’ye , وما التقوى diye sorarlar. O da cevaben “Takva nedir?” der… Siz dikenli yolda yürüdünüz mü?, Hayır. … Dikenli yolda yürürken ne yaparsınız? Nasıl yürürsünüz? Orada dikenler var, ayaklarınıza değmesin diye ayaklarınızı muhafaza edersiniz.
Efendimiz birisi dua ederken onun başında durup yediği haram, içtiği haram, üzerindeki elbise haram, Allah bu duaya nasıl icabet etsin? buyurmuştu.
Eline bir içecek aldığında bu haram mı diye bakacaksın. Çünkü onu alıp içtiğin zaman Allah ibadetlerini belki kabul etmeyecek. Bir elbise, acaba ben bunun parasını haram yolla mı kazandım, diye malına bakacak.
Suyuna, ekmeğine, nafakana, çocuklarına getirdiklerine, onlara ikram ettiklerine iyi bak. “لعلكم تتقون” Muttakiler olarak mezun olmak ان الله مع المتقين Allah muttakilerle beraberdir, ayeti tecelli ettiğinde mümkündür. Daraldığın zaman Ahiret’le teselli olacaksın. والعاقبة للمتقين Cenneti Allah muttakilere ihsan ediyor.
Muttaki olursanız öğretmeniniz Allah olacak, da buyuruyor. Bilmediklerinizi size, sizi yaratan Rabbiniz öğretecek.
Muttakiler
Allah Rasulü, Medine’de malın, mülkün içinde olan ashabına orucu anlattı, takvayı hedef olarak gösterdi. Onlar da takvayı önce yüreklerine, sonra sokaklarına hâkim kıldı. Sahabenin kızları vardı, onlar da sokağa çıktı. Lakin tesettür ayetleri nazil olduktan sonra burunlarını göstermekten hayâ etti, yüzlerini, gözlerini namahreme göstermedi. Onların da dükkanları, onların da ticari hayatları vardı; ama faizin tozundan bile Allah’a sığındılar, muttaki oldular, orucu hayatlarına hâkim kıldılar.
Nereye Bu Gidiş?
Hz. Muhammed’in öğrencileri gibi muttaki olamadık, onlar gibi oruç mektebi bizi takva üzere mezun etmedi, üç yüz kişinin Bedir’de yaptığını bugün bütün Alem-i İslam yapamıyor.
Çare Oruç Şuurunda
Kardeşlerim muttaki olanlar, insanların değil hayvanların bile hakkını, hukukunu korumaya riayet eder. Onlar bilirler ki; o hayvanların bile hakkı vardır.
Ebu Yezid-i Bistami Hazretleri bir gün Hemedan’a gider, Oradan hayvanlarına yem alır, kendi şehrine Bistam’a taşır, Bistam’a varınca bakar ki; varilin içinde iki tane karınca var, kalkar Bistam’dan tekrar Hemedan şehrine döner, karıncayı bırakır. Derler ki, neden böyle yaptın? Orada karıncaların yeri, yurdu vardı. Ben anlamadan onları yüzlerce kilometre uzağa götürdüm. Eğer yavruysa annesinden, babasından ayırdım. Kâinatın sahibi buyuruyor ki; Kuşların da bir milleti var, hayvanların da…. Onları ben nasıl annelerinden babalarından koparırım, bunun hesabını Allah Azze ve Celle’ye nasıl verebilirim?
Oruç tutanlar insanların hukukunu korudukları gibi hayvanların hukukunu da muhafaza ettiler. Bistam’dan Hemedan’a karınca taşıdılar.
Yeni bir rahmet ikliminde, Ramazan’ı şerifteyiz. Eğer biz oruçlarımızı Allah Resulü’nün öğrencileri gibi tutarsak ان الله مع المتقين Allah bizimle olacak ve yolunuzu açacaktır.
[1] Buhârî, Savm 5; Müslim, Sıyâm 1, 2.
[2] Müslim, Müsafirûn, 252.
[3] İbn Huzeyme, Sahih, H. No: 1887; ومن أدىفيهفريضةكانكمنأدّىسبعينفريضةفيماسواه
[4] Bakara, 183.
[5] Mürselât, 20.
[6] Buhârî, Zekat 9, 10.