Öztürk, i’câzı ile Arab’ın en büyük ediplerini ilzam eden Allah Kelâmı etrafında şüpheler oluşturmak için, Kur’an’daki tekrarları hata bağlamında zikreder
Oysa Arap edebiyatına vâkıf olanlar, hem ayetlerin i’câzına hem de Kur’an’ın tertibine hayran olur. Bundan mahrum olanlar ise onda sadece kelimeleri ve onların oluşturdukları sûretleri görür. Edebî ve dinî gâyeye mebni olarak zikredilen, bazen cümle tamam olduktan sonra gelen ve verdiği mana itibariyle de tekrar edilmemesi halinde ya manada ya da ibarede bozukluk olacağını izhar eden tekrarların hikmeti ,ancak Kur’anî bir zevke vâkıf olan rabbânî âlimlerde ortaya çıkar. Bir çiçeğin arıda bala, diğer hayvanlarda ise necasete dönüşmesi gibi, derin bir Arapça’ya vâkıf olanlar nezdinde tekrarlar imanın güçlenmesine cühelâda ise inhitâta sebep olur. Bu yüzden saf bir Arapça’ya vâkıf olan Sahâbede tekrar, imana vesile olurken, Mustafa Öztürk gibi mübtediler nazarında “hata” olarak addedilmektedir.
Kur’an’daki tekrarların işlevini şu iki sûre bağlamında mülahaza edelim: “Allah Teâlâ, Rahman Sûresi’nin ikinci ayetinde Rahman’ın Kur’an’ı öğrettiğini, (عَلَّمَ الْقُرْآن), üçüncü ayette ise insanı yarattığını,(خَلَقَ الْإِنسَانَ) ifade eder. “Kur’an’ı öğretmeyi”, “insanı yaratma”dan önce zikrederek, “kulun bu Kur’an’ı öğrenmek ve Ona göre yaşamak için yaratıldığına” işaret eder. Sûre’nin baş tarafındaki 12 ayetle sûreye bir mukaddime yapar; âleme bir mizan koyduğunu bildirir. Farklı vurgularla “mizan” kelimesini üç defa tekrar ederek inse ve cinne dair pek çok nimetin hatırlatılacağı ve her birinin müstakil bir mevzu bağlamında ele alınacağı tekrarlara alıştırır. Nasıl ki her ders, her mesai, her ameliye benzer ifadelerle başlar ve biter. Kur’an da insan için hayati derecede önem arz eden her bir nimeti müstakil bir mevzu bağlamında değerlendirir ve her birinin sonunda ins ve cinne, فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ / Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz?” diye sorar.
Mürselât Sûresi’nde on yerde tekrar edilen وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ / Vay haline o gün yalanlayanların” ayetinde Allah Teâlâ on farklı mevzudan bahseder ve her birini müstakil bir konu olarak arz eder; فَإِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْ Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman diye başlayan ve وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “Vay haline o gün yalanlayanların” ayetiyle biten birinci bölüm kıyâmetten, 16. ve 19. ayetlerden oluşan ikinci bölüm ise önceki milletlerin yok olmaları yanında, Allah’ın hakikati yalanlayanlara karşı değişmez kanunlarının olduğunu bildirir. 20. ve 24. ayetlerden oluşan üçüncü bölüm ise yaratılıştan ve bunun ilham ettiği takdir ve tedbirlerden bahsediyor.
Allah Teâlâ yaratılışın kodlarını unuttuğundan dolayı kendini kaybeden insanı, sûre içerisinde esasta birbirine bağlı, detayda farklı konularda ibret yolculuklarına çıkarır ve her yolculuğun nihayetinde وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “Vay haline o gün yalanlayanların” ayetini zikrederek seyahati sonlandırır. Sûredeki her bir yolculuğun sonunda, insana Ahiret hatırlatılır, bir uyarı cümlesiyle ona “eşyayı gerçek şekliyle düşün”, denir. Tıpkı yolun ortasına yığılan bir sarhoşu polisin kaldırıp, “niçin eşyanın hakikatini yalanlarcasına, araçlara ait olan bu yolu yatak olarak kullanıyorsun?’’ şeklinde uyarması gibi. Sarhoş başka bir sokağa girip, öncekinde olduğu gibi yatarsa polis onu kaldırır ve yine aynı cümleyle ikaz eder. Allah Telala da وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ ayetini tekrar ederek dünyaya dalan ,bu dalışıyla da yaratılış amacını unutan insana “kendine gel” der.
İhsan Şenocak’ın Kur’ân-ı Kerîm Müdâfaası kitabının Kur’an Müdâfaası makalesinden alıntıdır.