İBLİS’İN SON GÜNCELLEMESİYLE
DÜNYEVÎLEŞME
İnsan, Cennet’ten dünyaya düşen, peygamberlerin imametinde dünyadan tekrar Cennet’e dönme cehdi içinde terleyen ya da nereden geldiğini bilemediğinden dolayı nereye gideceğinden de habersiz yaşayan varlığın adıdır.
Dünyevîleşme, Cennet’ten gurbete düşen insanın önündeki en mühim varoluş problemidir. Problemi çözenler dünyada kaldıkları zaman çerçevesinde derin bir aşk ve vecd halinde dönüş hazırlığı yapar. Diğerleri ise oyun ve eğlenceye dalıp Ahiret’ten gafil bir halde ölüme gün sayar.
Sahip olduğu dünyalıklarla müftehir olan insan, dünyevîleştikçe siyasette Firavun, iktisatta Karun, ilimde Bel’am suretleri icat eder. Her şeyi yaratan Allah Azze ve Celle’yi bırakıp, yaratanlara kul olur; aklı karışır, ruhu sarhoş olur, fâni olanı bâki gibi görür; diliyle ikrar etse de, haliyle Cennet’e dönme idealinden vazgeçer, nefsini şehvet cennetinde yaşatma iradesine râm olur.
Uhrevîlik: Dünyada Ahiret İçin
Yaşama Cehdi
“Ednâ” kelimesinin müennesi olan “dünya”, “dünüvv” kelimesinden müştâktır. Denâ fiili ise, “karube/yakın oldu” anlamındadır. Dünya kelimesi Kur’an-ı Kerim’de hem mezkür manada[1] , hem de Ahiret’e/sonuncaya nisbetle “el-Ûlâ/birinci/dünya” anlamında da kullanılmaktadır.[2]
Dünyevîleşme, devası iman olan bir marazdır. En mühim belirtisi ise, insanın varlığını Allah Teala’dan bağımsız bir biçimde algılaması ve böylece varlığa ve hatta kendi özüne yabancılaşmasıdır. Bu yüzden “dünyevîleşme”, vuslat değil gurbet, hakimiyet değil mahkumiyettir.
Dünyevîleşmenin/dünyaya ait olmanın karşılığı ise uhrevîleşmedir. Birinde merkezde dünya diğerinde ise Âhiret vardır. Dünyevîleşmede insan ebedi olanı bırakır, izafî olana meyleder. Bulduğunu zannettiği anda sahip olması gerekeni kaybeder. Uhrevîleşme ise ballar balını bulduktan sonra, kovanın yağmalanmasına takılmama halidir. Dünyevîleşme nefse iyi ve güzel gelen her şeyi dünyada yaşama arzusu, Uhrevîlik ise dünyada Ahiret için yaşama iradesidir.
Ruhla Nefsin
Büyük Mücadelesi
Ruh, insanı Uhrevî olmaya, nefis ise Dünyevî kalmaya çağırır. Nefis, arabayı hareket ettiren bir motor hükmündeyse yakıtı Şeytan’dır. Ruh da menzile varana kadar bedenin helal dairede kalmasının mücadelesini veren sâik konumundadır.
Şeytan, Hz. Adem’e vesvese verip onu belalar yurdu dünyaya çekince[3] ruhla nefsin büyük mücadelesi resmen başlamış oldu.
Hz. Adem aldandığını anladığında çoktan yeme, içme, giyinme, susama ihtiyacının olmadığı Cennet’ten dünyaya düşmüştü.[4] Allah Teala’nın Hz. Adem’e yönelik “ıhbıtû/ininiz”[5] hitabında dünyanın sürgün yeri olduğuna işaret vardır. Bunun içindir ki şair-i kebirimiz bu hale, “Başkentler Başkentinden Sürgünler Ülkesine” der.
İnsan bedeni topraktan, ruhu ise Rahmanî “nefha”dandır. Bu yüzden beden gıdasını dünyada yaratılan bitkiden, ağaçtan, sudan alırken; ruhu yücelerden gelen Kelamullah olan Kur’an-ı Kerim ayakta tutar. Bu yüzden beden tek bir koltuğa, tek bir yatağa sığarken, ruh yerle gök arasına da sığmaz.
Melekler Seyirde
Ruh’ta ve Cennet’te bir yücelik; nefiste ve dünyada ise düşüklük vardır. Bunun içindir ki insan ilk yaratıldığında melekler bedenine bakıp Cenab-ı Hakk’a, “Yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek birisini mi halife yaratacaksın?”[6] diye hayretlerini bildirmişti. Ne var ki, Melekler daha sonra “halife” olarak yaratılan insana ruhu itibariyle bakınca; Ruhun alemde tezahür makamlarını seyretti, insanı kıyamda, rükuda, secdede gördü; sadaka vermesine, yetimin başını okşamasına, cihad meydanlarında feda-i can eylemesine şahid oldu. Kadir Gecesi sayılarını ancak Allah’ın bildiği bir kesrette Melekler ordusu yeryüzüne onları selamlamak için indi.[7] Çünkü halife olmanın sırrını müdrik insan, meleklerin nâil olamadığı ibadetlere muhataptır; Yetimin başını okşamak, fukaraya kucak açmak, muhacirle ekmeğini paylaşmak Melekler aleminde yoktur. Zira o alemde ne başı okşanacak bir yetim, ne de karnı doyurulacak bir fakir vardır.
Selam İnsan Olabilene!
Kadir Gecesi dünyayı teşrif eden melekler dünyevîleşen insanı değil, ruhuyla yücelen müslümanı muhatap alır ve onu selamlar.
Zaman zaman insanı sarıp sarmalayan mutsuzluğun baş nedeni ise ruhun, kemalinin çok altında bir dünyada yaşamasıdır. Mana alemine ait olan ruh, insan dünyevileştikçe acı çeker, riyazetle kurtuluş arar.
Dünyevîliğin lider kadrosu, gurbete düşen, mutsuz olan insanı kendilerine benzetmek için büyük iddialarda bulundu. “Denize düşen yılana sarılır.” misali yığınla insan da onlarla yeniden yüceleceğini zannetti ve Şeytan’ın “hatvelerine/adımlarına” tabi oldu; Semadan gelen, “Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, muhakkakki o, edepsizliği ve kötülüğü emreder.”[8] çağrılarını ya duymadı ya da anlamayı te’cil etti. Her adımda özlemini çektiği Cennet’ten biraz daha uzaklaştı. Parada, yatta, katta, şehvette, şöhrette “huzur” aradı. Bilim, fikir, sanat hamleleriyle şehvetini tatmin etti, lakin ruhu aç kaldı.
Ahiret Bâki, Dünya Fâni
Dünyevîleşme ise Hz. Adem’deki bir zellenin sonucudur. Her isyan, düşüş içinde bir düşüştür. Ahiret, “cevher”se dünya “araz”dır. Bunun için Allah Rasulü ﷺ eşlerinin dünyevîleşme talebine müsbet cevap vermemiş, “meşrube”sine çekilmişti. Eşlerinin daha müreffeh bir hayat yaşama çağrılarına olumsuz yanıt veren Allah Rasulü ﷺ,[9] Ümmetine de, dünyada garib olmayı, bir yolcu gibi yaşamayı emretti.
Cennet Yolunu İbadet Açar
Namaz, oruç, hac, zekat dünyevîlikten bir arınma, insandaki düşüşü durdurma ve Cennet’e yükselme vasıtasıdır. İbadetle arınan insan, şehvetin çekim gücünden kurtulur ve Cennet yürüyüşüne başlar. Secdeye eğildikçe düştüğü Cennet’e doğru yükselir.
Cennet yolunu ibadet açar. Bu yüzden Şeytan, insanın ibadet etmesine mani olmak ister; Cemiyetin her noktasında olduğu gibi namazda da onunla savaşır, iftitah tekbiri için “Allah-u Ekber” dediğinde gelir ve ona, “Şunu da, bunu da hatırla” der. İbadetlere karşı dünyayı sevdirir[10], algılarına müdahale eder; Kafire dünya hayatını ve yaptıklarını[11], müsrife israfı[12], Firavun’a çirkin ameli ve insanları Allah yolundan alıkoymayı[13] güzel gösterir.
[1] Enfâl, 42.
[2] Leyl, 13; Şüphesiz Ahiret de dünya da bizimdir.
[3] A’raf: 20-2.
[4] (Taha: 118-119).
[5] (Bakara: 36-38)
[6] Bakara, 30.
[7] Kadr, 1-5.
[8] Nûr, 21.
[9] (Ahzab: 28)
[10] (Al-i İmaran: 14)
[11] (Bakara: 212; En’am: 122)
[12] (Yunus: 12)
[13] (Mü’min 37)