Asrın O’na verdiği ödev büyüktü. Damar damar bütün Anadolu’ya ulaşacak, yüreklere vahyin ışığını taşıyacaktı. Bunun için plakası 55 olan şehirde lebâleb dolu bir salonda elli beşinci konferansını veriyordu.
Kardeşlerine yol açabilmek için buzdağlarının önünde derin nefes alışları vardı. Yürümek ve kardeşlerini yürütmek için meydan okuyordu dağlara.
28 Şubat soğuğunun dondurduğu bir Mayıs ayının on beşinde Samsun onunla, o da ölüm meleğiyle buluştu. Adnan Demirtürk ödevini, Ölüm Meleği ise görevini îfâ etti. Göklerin kapısı açıldı ve Milli Gençlik Vakfının Ağabeyi/müslüman gençlerin ağabeyi Rabbi’ne yürüdü. Bundan ötesine bizim karışma hakkımız yok. Kefenini Hz. Mus’ab versin, kanadını Hz. Cafer taksın, biz namazını kılalım amînleri melekler okusun. Yaz yağmurları onu, gözyaşları bizi ıslatsın.
Şehid düştüğü gece Havza’dan Metin Yüksel’e haber gitti, “MGV’nin reisi geliyor” dendi. Sonra Mekke’den Medine’den güller döküldü doğduğu şehir Vakfıkebir’e… Komşu dağlardaki şehidler bile imrendi bu manzaraya…
Gözyaşlarının ıslattığı yollar, küfür yobazlarının barikatlarını yıkıp-dağıtacak. Daralan yürekler vuslata giden kapıyı aralayacak. Ötedeki buluşma buraya da yansıyacak; kucağına aldığı Adnanlarla, Metinlerle dönecek dünyamıza Peygamber-i Ekber . Bir kapının kapandığı yerde bin kapı açılacak, bir ölüm bin diriliş armağan edecek bize.
Millî Gençlik, Vakfıkebir sokaklarında, “Reis”inin tabutunu taşırken tekbir sesleri arasında şöyle diyordu:
“Bize ne uzak ölüm, bize ne yakın ölüm, ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm.”
Dün onu “Muhterem Erbakan” diye dinleyen; âbid, zâhid, mücahid diye ardında yürüyen; bugünse tabutunu taşıyan Yasirler, Ammarlar yarın da bıkmadan usanmadan sevdasını, kavgasını taşıyacaklar. Ne onu, ne Lütfi Doğan Hoca’nın dört tekbirini, ne de tabutunun önünde gözyaşlarıyla okunan Ahzâb 23’ü unutacaklar.
Milli Gazete – 15 Mayıs 1999