Etrafımız “Medeniyet”in defnedildiği makberlerle çevrili. Taftazaniler, Ebussuudlar dünyamızdan çekileli hayli zaman oldu. İlim meclislerinde derinlik, edebiyat oturumlarında lezzet kalmadı. Ne ilimde ne de aksiyonda İslam’ı temsil kabiliyetine sahibiz.
Kur’an imamesine bağlı “ nizam taneleri” bir bir koparıldı. “Kitap” tan uzaklaştıkça “yeksenak” duruşumuz kayboldu. Rekâket önce ilimde başladı. Sonra dinin muhkem kaleleri olan mezhepler tenkit edildi. Onlarda gedikler açılınca hedefe Sünnet alındı. Şimdilerde ise tarihselcilik belası ile Kur’an’ı Kerim buharlaştırılmak isteniyor. Kurgusu oryantalizme ait olan İslam’ı çökertme planı Tanzimat’tan günümüze kadar bu şekilde sahnelendi.
Hadiseyi somut bir örnek çerçevesinde tevsik edelim: Hintli bir Abdullah Çekralevi ( ö.1914) vardı. Nezir Hüseyin Dehlevi’den dersler almış, sıkı bir “Ehl-i Hadis” ekolü bağlısı olarak yetişmişti. Yani ilk planda sadece mezheplerin münkiriydi. Kur’an ve Sünnet’ten başka otorite tanımazdı. Hadis müdafaası adına yıllarca mezheplerle savaşmıştı. 1902 yılında “Kur’aniyyun” hareketini kurarak Sünnet’in hüccet oluşunu reddetti. Kur’an’a dayalı bir düşünce ve ibadet sistemi geliştirdi. Öldüğünde son hali nasıldı, Kur’an ile münasebeti hangi düzeydeydi, bu sadece Allah Teâlâ’ya malum.
Mezheplerin reddiyle başlayan çözülme bugün öyle bir noktaya geldi ki- bir şarkiyatçının ifadesiyle- İslami esaslardan şüphe etmeyen hiçbir “Modernist Müslüman“ kalmadı.
Küfrün planını etkisiz hale getirmek için ilim, fikir ve sanatta mezheplerden Kur’an’a yürüyen bir ihya hareketine, yani bir ba’su ba’de’l – mevte muhtacız.