İhaneti bilmez dağlar; ahde vefa yazar lügatlarında. Mücahitlerle bazen omuz omuza savaşır, bazen de siper olurlar onlara.
Her bir dağ, yeni bir “Cibril Soluğu” dur; Mümin yüreklere cesaret aşısı yapar. Vakarlı duruşlarıyla yalnız başına da olsa ayakta kalınabileceğini söylerler. Kendileriyle halvet olan Ulu Hocalara dağları aşma, dağlara alışma azmi verirler. Öyle ki, bir medrese, bir sokak, bir mahalle harap olur, şehir viraneye döner, boşalan sınıfların sıralarına şüheda isimleri yazılır, yazı tahtalarını şehit öğrencilerden oluşan listeler doldurur, ağyarı kıyamet gibi bir korku sarıp sarmalar fakat Ulu Hocalarda inhitattan tek bir nokta zahir olmaz.
Dağ, evini, okulunu, mahallesini terk edene sığınak, sevdiklerini cennete gönderene ise yar olur. Söz de dinler, söze de gelir; sır da verir uzağı da yakın kılar. Bunun içindir ki, Hz. Ömer (radiyallahu anh) minberde hutbe irad ederken kilometrelerce ötedeki İslâm askerleri komutanına; “dağa, dağa yönel ey Sariye!” diye seslenir. Yeri gelir dağlar, Medineyle, Halifeyle hasbihal ederler.
Kâinattaki her şey gibi dağlar da Allah’ı zikreder. Bazen bir dervişin cezbesiyle coşar, bazen de bir ananın yüreğiyle ağlarlar. Bedir’de güler, Uhut’ta hicranı yaşarlar. Zalimlere, vefasızlara tahammülleri yoktur onların. Yârı, ağyâra tercih edenlerin çağrılarını değil, ağıtlarını bile duymazlar.
Dağlar, Vahye yoldaş olanlara sırdaş olur: “Muhakkak ki biz akşam-sabah Davud’la birlikte tesbih eden dağları O’nun emrine vermiştik.”[ref]Sad: 18.[/ref]
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ümmet kadrosuna dâhil olan ulemanın da dağlarla ünsiyeti vardı. Ne Yusuf Hemedani’yi, ne Necmeddin-i Kübra’yı ne de İmam Şamil’i yalnız bırakmışlardı. Yedi Tepeli şehrin sırtında gemileri yürüten ecdad dünün, Şam’ın dağlarındaki mücahitler ise bugünün şahitleridir ki onlar, büyük muzdariblerin ne duasına ne de yürüyüşüne cevapsız kaldı.
Yıllar önce Baas kadroları Hama katliamıyla sevinmişti. Müslümanlar bir daha kendilerine gelemeyecek, camilerde eski cemaat, okullarda kadim şuur, gençlikte ise o pazarlıksız iman olmayacaktı. Binlerce yıl sürecekti saltanatları. Bu gün zahir oldu ki Hama, onlarca yıl sonra başlayacak büyük destana konulan bir ara noktasıymış. Şimdi Şam’da, el-Gûtetu’l-Garbiyye’de, Zebedânî’de Tecemmu-u Ensâri’l-İslam; Lazikiye’de, Cebel-i Ekrad’ta Ketibet-u Selahaddin, Cebhetu’t-Türkmen; Hımıs’ta Ketâibu’l-Faruk; Haleb’te Livau’t-Tevhid; Hama’da Kal’atu’Madık, Der’a’da Ketibet-u İmam-ı Nevevî birlikleri yeni destanlar yazıyor.
Siz bu satırları okurken medreselerini terk eden Ulu Hocalar, mihraplarını bırakan imamlar tugay komutanları olarak Hama’da, Der’a’da, Hımıs’ta destana yeni notlar düşüyorlar. Oğlunu görünce, “Yavrum! Başında şeriat bayrağının dalgalandığını görüyorum.” diyen annelerin “Cihad, cihad, cihad” sözleri yankılanıyor Bilad-ı Şam’da. Kimi şehadeti kuşandı, kimi ise sırasını bekliyor.
Onlar Ulu Hocalar… Evleri tarandı, yakınları katledildi, malları yağmalandı, dağlarda ekmeksiz-susuz kaldılar, defalarca sabır ve samimiyetleri ölçüldü fakat gevşemediler, zafiyet göstermediler.
Önce sadece gösteri yaptılar, haklarını istediler. Ne var ki varlıklarını gereksiz gören rejim, üzerlerine kurşun yağdırdı. Kendilerini koruyabilmek için müdafaa birlikleri oluşturdular. Şartlar Hür Suriye Ordusunu ortaya çıkardı. İzmihlal endişesi, bir anda yerini ba’su ba’de’l-mevte bıraktı. Yeni bir hal zahir oldu. Sanki göklerin kapıları açıldı ve melekler önlerinde olduğu halde rejimin alaylarını, tugaylarını mağlup ettiler.
Bilad-ı Şam’da Ulu Hocalar her sabah güne başlarken dualarında iki güzelden birini, ya zaferi ya da şahadeti istiyorlar. Dağlar bir buçuk yıldır dualarına âmin dedi. Yakında Kur’an-ı Hâkim’in şu ayeti tecelli edecek: “O topluluk yakında bozulacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklardır.”[ref]Kamer: 45.[/ref]
İslam’ı topyekûn ortadan kaldırmak için Medine‘ye yürüyen Ebû Cehil ve avanesinin hezimetini müjdelemişti bu ayet. Kılıçların kuşanıldığı gün dağlar, Ebû Cehil’in zafer naralarını değil, ağıtını dinlemişti. Ne çoklukları, ne de gelişmiş harp malzemeleri engelleyebildi hezimetini. Yakında da haber ajanslarından Esed ordusunun, İran askerlerinin ağıtlarını duyacaksınız. Bir buçuk yıl önce başlayan diriliş, zaferle noktalanacak. Çünkü analar, kadınlar, gençler ve Ulu Hocalar dağlara, dağlar da onlara söz verdi; hüküm yalnız Allah’ın oluncaya kadar Bilad-ı Şam’da omuz omuza cihada devam edecekler. Hama’nın, Hımıs’ın en büyük camilerinde ders veren Şeyh Ebu Ratibler, Ebu Aliler yeni zaferlere imza atacak. Sultan Baybarsların, Selahaddin-i Eyyubilerin ruhu Suriye’de yeni üsler bulacak.
Kesintisiz devam eden hava taarruzuna karşı dağlar Ulu Hocalara kol kanat germeye devam edecek.
Hz. Davud’la konuşan, Hz. Ömer’e yakınlaşan dağların taş olması aldatmasın sizi. Modern çağ insanının taşlaşan kalplerinden daha yumuşaktır onlar. Dostturlar, muhafızdırlar, hizmetkârdırlar. Ulu Hocaları, kıyamda ayaklarından, secdede alınlarından öperler.
Her bir cephe bin olacak, yüreklerden ötelere yollar açılacak ve Ebû Ali’ler, Ebû Talha’lar komutasındaki iman tugayları Şam’a, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)‘in sancağını taşıyacaklar. Allah’ın mülkünde söz ve hüküm yalnız Allah’ın olacak. Hem şimdi kudema bezminden, “Ulu Hocalar” da Şam semalarına karargâh kurmuştur, onlara dua ediyorlardır. Belki de Göklerin Habercisi (sallallahu aleyhi ve sellem) de oradadır; imamlığın sadece mihrapta namaz kıldırmak olmadığını gösteren tugay komutanı ulu hocalara ümmetin başkumandanı olarak talimatlar veriyordur.