Her Ramazan; yaşadığınız dünyadan, hasretini çektiğiniz bir dünyaya doğru bir seyir başlar. Köyden, kasabadan, şehirden hareket eden müminler, yol boyu “ezelden ebede” yürüyen muazzam iman kafilesiyle karşılaşır ve ona katılırlar. Bu, bir sıla yürüyüşüdür. Yürüdükçe tarih yakınlaşır, yürüdükçe Kudüs, İstanbul, Salahaddin, Yavuz Sultan yakınlaşır.
Hepsinde Besmele, Hepsinde Hamdele
Oruç tutanların ruhları Hz. Mûsâ’ya, Îsâ’ya meclis arkadaşı olur. Her gece bir başka sofrada sahur yapar. Hz. Mûsâ, İbrâhim, İsmâil ve diğer nebîlerin sofralarına da misâfir olur. Eytâm, fukarâ ve gurabânın en önde olduğu; hepsinde “besmele”, hepsinde “hamdele”nin olduğu sofralara… İftarda ise bütün sofralar birleşir, baş köşede Allah Rasûlü ﷺ, yanı başında enbiyây-ı kirâm, devamında ise sırasıyla Sahâbe, ulemâ, evliyâ… Efendimiz ﷺ ellerini kaldırır ve bütün zamanlarda yaşayan Müslümanlar adına münâcatta bulunur: “Allahım sadece senin rızâna muhatab olabilmek için oruç tuttum. Verdiğin rızıkla iftar ettim.”[2] O’nun ﷺ duasından sonra melekler, müminlerin “âmin”lerini semâya taşır.
Ezrak’ta Hz. Mûsâ, Herşa’da Yûnus b. Metta
Aslında bütün zamanların Müslümanları her mecliste, her yönelişte bu muazzam kafileyle beraberdir. O sofralara oturur, o sofralarda peygamberleri dinler, Allah Rasûlü’nün ﷺ duâsına “âmin” der. Namazda onlarla aynı safta durur, tavafta aynı metafta döner, Arafat’ta aynı yerde vakfe yapar. Allah Rasûlü de ﷺ, Medine-Mekke arasında ilerlerken Ashâbına vâdi vâdi Peygamberlerle birlikte yürüdüğünü söylememiş miydi? Ezrak Vâdisi’ne geldiğinde “Sanki Mûsâ’yı görüyorum” dediğini; Herşa’da ise Yûnus b. Mettâ’yı gördüğünü, her ikisinin de “lebbeyk” diye nida ettiklerini O’nun ﷺ mübarek ağzından duymamış mıydık?[3]
Râbiatü’l-Adeviyye ve Hama
Ruh, beden hapishanesinden çıkar; Ramazan boyu Bedir’de melekler, Uhud’da şehidler, Hendek’te “sabâ rüzgarı”[4] ile yekvücut olur. Sokak sokak, meydan meydan mücâhitler, murâbıtlar ve musallîlerle saf tutar. Doğu Türkistan’da gözleri dolar, Hama’da cihad eder, Musul’un varoşlarında iftar çadırlarına konuk olur.
Ruh; gün ağarıp mukâbele meclisleri kurulduğunda, kuşluk vaktinde, ikindi sonrasında, seherde, her âyette, her sûrede nebîlere, sıddıklara, şehidlere ders arkadaşı olur; Firavun bütün birlikleriyle Müslümanlara savaş açtığında Hz. Mûsâ’nın bir “âsâ” ile nasıl ayakta kaldığını, nasıl zulme direndiğini, sonrasında ise yeryüzü kuvvetlerinin hükümsüzlüğünü îlan edebilme adına aynı “âsâ” ile sihri nasıl imha ettiğini, denizi nasıl yardığını, Tih Vadisi’nde taşı yarıp on iki pınar çıkardığını temâşâ eder.
Ramazan’da mukâbele meclisinde, teravih safında, iftar sofrasında Kur’ân’ın gölgesinde neşv-ü nemâ bulan Müslümanın ruhu, savaş aletlerinin Müslüman mahallelerinde ölüm kustuğu, korkunun umutlar üzerine bir kezzab gibi döküldüğü İslâm şehirlerinde Hz. Mûsâ’ya kulak verir: “Tereddüde mahal yok, iman ve tevekkülünüz tam olsun. Bir âsâ bulun, sistemi yıkacak bir âsâ. Sonrasında ise sabırla, direnişe devam edin. Firavun, Harun’la benim duam kabul olduktan tam kırk yıl sonra[5] denizde boğulmuştu.”
Bir tarafta modern dönem ölüm aletleri, diğer tarafta ise Âsây-ı Mûsâ ve Mûsâ’nın nasihatleri… Manzara, İslâm’ın dönüşünün ölüm aletleriyle değil, Allah’ın nusretine muhâtap olan şehâdete tutkulu ruhlarla olacağını göstermekte. Belki hiç beklenmedik bir anda, belki de hiç hesap edilmedik bir zamanda.
Hz. İbrahim’le Doğu Türkistan’da Put Kırmak
Doğu Türkistan’da câmileri, okulları, evleri kurşunlanan; günde kaç defa ölümle yüzleşen Müslümanlara Kur’ân-ı Kerîm, Hz. İbrahim’e dair âyetler okur. Mao’nun putlarını nasıl kıracaklarını, sonrasında patlayan öfke damarlarından boşalan muzahrafata karşı nasıl korunacaklarını anlatır Hz. İbrahim. Her şeyi yakan ateşin onu nasıl yakmadığını, yakamadığını; çağın İbrahimlerini de yakamayacağını söyler, teselli verir. Hz. İbrahim onlara, “Mao’nun putlarını kırmaya devam edin, Nemrudlara direnin, İsmaillerinizi adayın, adayışınıza sadâkat gösterin, İbrahim’i koruyan Allah Teâlâ sizi de himaye edecektir!” der.
Hz. Yûnus’la Arakan’da
Tahammül iradesi tükenen, bu yüzden kurtulma umudunu kaybeden çocuklar Ramazan’da Hz. Yûnus b. Mettâ ile olur; ormanda, çadırda, yol kenarlarında namaz kılar, yedikleri baskınlarda ona dair âyetleri okurlar.[6] Hz. Yûnus onlara duânın, balığın, denizin ve gecenin karanlığını yarıp, nasıl İlâhî Huzur’a vardığını anlatır. Hz. Yûnus bütün çadırlara, bütün mültecilere konuşur: “Dayanın! Allah Teâlâ’dan sabır ve selâmet niyaz edin. Unutmayın ki, İslâm Coğrafyası’nda yaşananlar, Peygamberiniz Hz. Muhammed’in ﷺ Uhud’da maruz kaldığı belâyânın bir benzeridir. Bu bir temizlik harekâtıdır. Bu temizlikle; direnenle teslim olan, Müslümanla münafık birbirinden ayrılacak. Daha bir zamana kadar acı çekecek, şehitler vereceksiniz fakat yakında İslâm Devleti’nin şafağı sökecek, işte o zaman ümmet özgürleşecek, işte o zaman her bir münafık yüzündeki ihanet mühründen tanınacak. İşte o zaman aranızda ne Kârunlar, ne Bel’amlar kalacak.”
Bizimkiler Râbiatu’l Adeviyye’de
Ramazan Fetih’tir. Müminlerin ruhları her gece bir başka fethe doğru yola çıkar. Bazen İstanbul, bazen Bosna, bazen Ankara’da toplanırlar. Birkaç Ramazan’dır Kahire’de toplanmaktalar. Mısır sokaklara döküldü, Ramazan boyu on binler ümmetin hakkını müdâfaa etmek için Râbiatü’l-Adeviyye meydanına aktı. Yol boyu Amr b. Âs, Leys b. Sa’d, İmam Şâfiî, İbn Hacer, Aynî, Yavuz Sultan Selim, Hasan el-Bennâ, Seyyid Kutub ve daha kudemâdan on binler İslâm Sancağı’nın dalgalanışını seyretti; Şehidlerin cenaze namazına katıldı. Ubâde b. Sâmit ise en önde Mukavkıs’ın sarayındaki azametiyle, Mısır Fâtihi Amr b. Âs’ın ülkenin dağına, taşına remzedilen fetih iradesini okuyordu: “Katilleri besleyip de ümmetin üzerine salan Siyonistler! İyi biliniz ve belleyiniz ki, Mısır Müslümanlarındır. Mazlum Müslümanlar için kurduğunuz darağaçları yakın bir gelecekte sizin için kurulacak.”
“İhvan”dan kardeşlerimizin günlerdir meydanlarda bekleyen anneleri, yüzleri kışlaya doğru olduğu hâlde şu âyeti okudu: “Ey oğullarım! Gidin de Yûsuf’u ve kardeşini arayın. Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.”[7] Mısır’da anneler, katillere çocuklarını sordu; Ramazan boyu meydanda yavrularının yollarını gözledi. Ellerine kelepçe vurulup götürülen yavrularının; Ahmed’in, Ali’nin, dili koptuğundan son nefeslerini verirken şehadeti ilaç kutusu üzerine yazan Muhammed’in… Hz. Yakub da onlara, “Gözyaşlarınızı ciğerinize dökün, sesinizi yükseltip hüzün ve kederinizi kirletmeyin! Zalimler sadece vakarınızı görsün, recânızı ise Allah’a arz edin. Korkmayın, zindanlarda, namaz saflarında şehit verdiğiniz çocuklarınızı, yarın hiçbir emaneti zayi etmeyen Allah Teâlâ’nın huzurunda bulacaksınız.” dedi.
Değiştiren, alıp bir hâlden başka bir hâle götüren namazlarıyla Medyen’i sallayan Hz. Şuayb da oradaydı. Kaç defa milyonlara imamlık yaptı; teravih, teheccüd kıldırdı. Onunla kılınan namazdan sonra iradeler daha muhkem bir hâl aldı. Sesler daha gür çıktı, başlar daha dik durdu. “Müslüman Kardeşler” hep bir ağızdan, “Bütün taptıklarınız ayaklarımız altında!” diye meydan okudu.
“O Geliyor!”
Mısır’da/Râbiatü’l-Adeviyye Meydanı’nda sanki zaman bir an durdu, nefesler tutuldu. “O geliyor!” dendi, yol açıldı. Mahşerî kalabalık arasında önce nur desen yüzleriyle Sıddık, Fâruk, Zinnûreyn, Aliyyu’l-Murteza, Seyyiduşşüheda, Bedir Ashâbı ve Veda Hutbesi’nde O’nu dinleyen on binler göründü. Tekbir, tehlil, “Yâ Lebbeyk” sesleri birbirine karıştı. İnsanlar, yeryüzünün semâvât ile olan en muhteşem sılalarından birine tanıklık etmekteydi. İlm-i ezelîde bütün insanlığın selâmeti vazifesi için tayin edilen[8] Ümmet, başkumandanıyla geliyordu. Nerede olduğunu ve nerede aranması gerektiğini bildiren bir gelişti bu. Sanki “Beni şarkı meclislerinde değil, İ’lâ-i Kelimetullah meydanlarında bekleyin!” diyordu. O görününce salât-u selâmlar dünyanın en büyük korosuyla söylendi… Tekbir ve tehliller arasında kürsüye buyurdu. Âyet âyet Kur’ân-ı Kerîm O’na tercüman oldu. “Mücahedesiz cennete girmek yok[9], eğer sabreder ve takvâyı kuşanırsanız dünya zalimleri bir araya gelse de size zarar veremeyecek[10], Bedir ruhuyla bütünleşin ki Allah Teâlâ da sizi meleklerle teyid etsin”[11] buyurdu.
Allah Rasûlü ﷺ, konuşmasının devamında, Peygamberlerle birlikte cihad eden fakat gevşemeyen, korkmayan, teslim olmayan Rabbânî Müslümanlardan[12] bahsetti; Yahudilerin iktidarı geçici; bundan sonra size sözle korku salmaktan, incitmekten başka bir zarar veremez, onlara zillet mührü basıldı, sizinle savaşmazlar, savaşsalar da karşınızda duramazlar[13]müjdesini verdi.
“Allah Bize Yeter!”
Ramazan boyu gazeteler, televizyonlar ümmeti tedirgin edecek haberler yaptı. Ajanslar, yalanları doğru diye servis etti. Analistler, stratejistler bunları esas alıp konuştu. Yeni katliamlar planlandı.
Taksimdeki ayyaş meclislerini, aşüfte çadırlarını, “mazlumların karargâhı” olarak gösteren CNN ve BBC Mısır’daki katliamları “çatışma” diye verdi. ABD-Cunta ittifakı belgelendi, Pentagon’un savaş gemileri Mısır açıklarında konuşlandı. Suud, efendilerinin talimatları doğrultusunda müştemilat devletlerle Cuntacılara on iki milyar dolar yardım yaptı. İslâm Coğrafyası’ndaki kuşatma her gün daha da daraldı. İstanbul’da tencereciler, Kahire’de Sisi, Riyad’da Kral emperyalist planlara sadâkat yemini yaptı. Ezcümle küfrün gönüllü işbirlikçileri hatırı sayılır bir güce ulaştı. Medyanın, “Tağutlar size karşı büyük bir ordu hazırladı, geri çekilin!” yönündeki haber niteliğindeki telkinleri, Müslümanların imanlarını artırdı ve “Allah bize yeter o ne güzel vekildir!”[14] dediler Sahurda, iftarda, gün ortası Kur’ân-ı Kerîm sofralarında kulluk ahitlerini yenilediler, niyazda bulundular: “Ey Rabbimiz! Yüreğimizi sabırla doldur; bize direnme gücü ver; kâfir kavme karşı bize yardım et.”[15]
Ramazan boyu Müslüman kardeşler Nebîler sofrasında, Hz. Muhammed’in ﷺ okulunda Kur’ân-ı Kerîm dinledi. Direnme ve irade ahlakına dair yeni bahisler öğrendi. Kaldırım taşı sökmeden, molotof atmadan, millet malına zarar vermeden Firavun’u devirme, Nemrud’u kahretme, Ebû Cehil’i etkisiz hale getirme iradesini kuşandı. Bayram sonrası büyük diriliş hamlesi başlayacak…
* * *
[1] Rabia Meydanı’ndaki Müslümanların Ramazan direnişini anlatan bu yazı Hüküm Dergisi’nde neşredilmiştir. Bkz. Hüküm Dergisi (Aylık İlim, Fikir ve Hareket Dergisi), Yıl 4, Sayı 42, Haziran 2016.
[2] Ebû Dâvud, Savm, 22: اللَّهُمَّ لَكَ صُمْتُ، وَعَلَى رِزْقِكَ أَفْطَرْتُ
[3] Mana itibariyle alınmıştır: Bkz. Buhârî, Gusül, 16.
[4] Bkz. Buhârî, Bed’u’l-Halk, 4, H. No: 3205.
[5] Bkz. et- Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Tefsîru’t-Taberî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, 2005, VI, 604.
[6] Hz. Yûnus (a.s)’a dair âyetler için bkz. Enâm, 6/86; Yûnus, 10/98; Enbiyâ, 21/87-88; Sâffât, 37/139-148.
[7] Yûsuf, 12/87: يَا بَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَاَخيهِ وَلَا تَايْـَٔسُوا مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِنَّهُ لَا يَايْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ
[8] Âl-i İmrân, 3/110: ﻛُﻨْﺘُﻢْ ﺧَﻴْﺮَ ﺍُﻣَّﺔٍ ﺍُﺧْﺮِﺟَﺖْ ﻟِﻠﻨَّﺎﺱِ ﺗَﺎْﻣُﺮُﻭﻥَ ﺑِﺎﻟْﻤَﻌْﺮُﻭﻑِ ﻭَﺗَﻨْﻬَﻮْﻥَ ﻋَﻦِ ﺍﻟْﻤُﻨْﻜَﺮِ ﻭَﺗُﻮْٔﻣِﻨُﻮﻥَ ﺑِﺎﻟﻠّٰﻪِ ﻭَﻟَﻮْ ﺍٰﻣَﻦَ ﺍَﻫْﻞُ ﺍﻟْﻜِﺘَﺎﺏِ ﻟَﻜَﺎﻥَ ﺧَﻴْﺮًﺍ ﻟَﻬُﻢْ ﻣِﻨْﻬُﻢُ ﺍﻟْﻤُﻮْٔﻣِﻨُﻮﻥَ ﻭَﺍَﻛْﺜَﺮُﻫُﻢُ ﺍﻟْﻔَﺎﺳِﻘُﻮﻥَ
[9] Âl-i İmrân, 3/142: ﺍَﻡْ ﺣَﺴِﺒْﺘُﻢْ ﺍَﻥْ ﺗَﺪْﺧُﻠُﻮﺍ ﺍﻟْﺠَﻨَّﺔَ ﻭَﻟَﻤَّﺎ ﻳَﻌْﻠَﻢِ ﺍﻟﻠّٰﻪُ ﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﺟَﺎﻫَﺪُﻭﺍ ﻣِﻨْﻜُﻢْ ﻭَﻳَﻌْﻠَﻢَ ﺍﻟﺼَّﺎﺑِﺮِﻳﻦَ
[10] Âl-i İmrân, 3/120: ﺍِﻥْ ﺗَﻤْﺴَﺴْﻜُﻢْ ﺣَﺴَﻨَﺔٌ ﺗَﺴُﻮْٔﻫُﻢْ ﻭَﺍِﻥْ ﺗُﺼِﺒْﻜُﻢْ ﺳَﻴِّﺌَﺔٌ ﻳَﻔْﺮَﺣُﻮﺍ ﺑِﻬَﺎ ﻭَﺍِﻥْ ﺗَﺼْﺒِﺮُﻭﺍ ﻭَﺗَﺘَّﻘُﻮﺍ ﻟﺎَ ﻳَﻀُﺮُّﻛُﻢْ ﻛَﻴْﺪُﻫُﻢْ ﺷَﻴْﺌًﺎ ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠّٰﻪَ ﺑِﻤَﺎ ﻳَﻌْﻤَﻠُﻮﻥَ ﻣُﺤِﻴﻂٌ
[11] Âl-i İmrân, 3/123: ﻭَﻟَﻘَﺪْ نَصَرﻛُﻢُ ﺍﻟﻠّٰﻪُ ﺑِﺒَﺪْﺭٍ ﻭَﺍَﻧْﺘُﻢْ ﺍَﺫِﻟَّﺔٌ ﻓَﺎﺗَّﻘُﻮﺍ ﺍﻟﻠّٰﻪَ ﻟَﻌَﻠَّﻜُﻢْ ﺗَﺸْﻜُﺮُﻭﻥَ
[12] Âl-i İmrân, 3/147: ﻭَﻣَﺎ ﻛَﺎﻥَ ﻗَﻮْﻟَﻬُﻢْ ﺍِﻟﺎَّٓ ﺍَﻥْ ﻗَﺎﻟُﻮﺍ ﺭَﺑَّﻨَﺎ ﺍﻏْﻔِﺮْ ﻟَﻨَﺎ ﺫُﻧُﻮﺑَﻨَﺎ ﻭَﺍِﺳْﺮَﺍﻓَﻨَﺎ ﻓِٓﻰ ﺍَﻣْﺮِﻧَﺎ ﻭَﺛَﺒِّﺖْ ﺍَﻗْﺪَﺍﻣَﻨَﺎ ﻭَﺍﻧْﺼُﺮْﻧَﺎ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟْﻘَﻮْﻡِ ﺍﻟْﻜَﺎﻓِﺮِﻳﻦَ
[13] Bkz. Âl-i İmrân, 3/111-112: ﻟَﻦْ يضرُّﻭﻛُﻢْ ﺍِﻟﺎَّٓ ﺍَﺫًﻯ ﻭَﺍِﻥْ ﻳُﻘَﺎﺗِﻠُﻮﻛُﻢْ ﻳُﻮَﻟُّﻮﻛُﻢُ ﺍﻟْﺎَﺩْﺑَﺎﺭَ ﺛُﻢَّ ﻟﺎَﻳُﻨْﺼَﺮُﻭﻥَ – ﺿُﺮِﺑَﺖْ ﻋَﻠَﻴْﻬِﻢُ ﺍﻟﺬِّﻟَّﺔُ ﺍَﻳْﻦَ ﻣَﺎ ﺛُﻘِﻔُٓﻮﺍ ﺍِﻟﺎَّ ﺑِﺤَﺒْﻞٍ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﻭَﺣَﺒْﻞٍ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻨَّﺎﺱِ ﻭَﺑَٓﺎﻭُٔ ﺑِﻐَﻀَﺐٍ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﻭَﺿُﺮِﺑَﺖْ ﻋَﻠَﻴْﻬِﻢُ ﺍﻟْﻤَﺴْﻜَﻨَﺔُ ﺫٰﻟِﻚَ ﺑِﺎَﻧَّﻬُﻢْ ﻛَﺎﻧُﻮﺍ ﻳَﻜْﻔُﺮُﻭﻥَ ﺑِﺎٰﻳَﺎﺕِ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﻭَﻳَﻘْﺘُﻠُﻮﻥَ ﺍﻟْﺎَﻧْﺒِﻴَٓﺎﺀَ ﺑِﻐَﻴْﺮِ ﺣَﻖٍّ ﺫٰﻟِﻚَ ﺑِﻤَﺎ ﻋَﺼَﻮْﺍ ﻭَﻛَﺎﻧُﻮﺍ ﻳَﻌْﺘَﺪُﻭﻥَ
[14] Âl-i İmrân, 3/173: ﺍَﻟَّﺬِﻳﻦَ ﻗَﺎﻝَ ﻟَﻬُﻢُ ﺍﻟﻨَّﺎﺱُ ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻨَّﺎﺱَ ﻗَﺪْ ﺟَﻤَﻌُﻮﺍ ﻟَﻜُﻢْ ﻓَﺎﺧْﺸَﻮْﻫُﻢْ ﻓَﺰَﺍﺩَﻫُﻢْ ﺍِﻳﻤَﺎﻧًﺎ ﻭَﻗَﺎﻟُﻮﺍ ﺣَﺴْﺒُﻨَﺎ ﺍﻟﻠّٰﻪُ ﻭَﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟْﻮَﻛِﻴﻞُ
[15] Bakara, 2/250: ﻭَﻟَﻤَّﺎ ﺑَﺮَﺯُﻭﺍ ﻟِﺠَﺎﻟُﻮﺕَ ﻭَﺟُﻨُﻮﺩِﻩِ ﻗَﺎﻟُﻮﺍ ﺭَﺑَّﻨَٓﺎ ﺍَﻓْﺮِﻍْ ﻋَﻠَﻴْﻨَﺎ ﺻَﺒْﺮًﺍ ﻭَﺛَﺒِّﺖْ ﺍَﻗْﺪَﺍﻣَﻨَﺎ ﻭَﺍﻧْﺼُﺮْﻧَﺎ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟْﻘَﻮْﻡِ ﺍﻟْﻜَﺎﻓِﺮِﻳﻦَ