İyilik, güzellik, adalet ve hakikat adına her şey İslam’da; doğumdan ölüme, ahlaktan hukuka, fertten devlete kadar da İslam her şeydedir. Bu yüzden aklın Şeriat’ın, aşkın da tasavvufun izinde yürüsün. İnsan hayatını bütün renkleri, arayışları, umutları ve idealleriyle kuşatan; sorunlarını çözmeyi tekeffül eden biricik nizam yalnız İSLAM’dır. Dünya daraldığında, sorunlar üzerine geldiğinde çözüm için yalnızca Allah’ın Kitabı’na, Rasûlü’nün ﷺ Sünneti’ne ve müctehid imamların fetvalarına müracaat et!
Şehvet arenalarında, feminist aile yapısında, kızlı erkekli ortamlarda “huzur” arayanlar sadece kendilerinin değil, içinde yaşadıkları milletlerin de geleceğini karartıyor.
Hâli Muhasebe Yap!
Bir, ideolocyaların cennet vaadiyle cehenneme çevirdikleri aile yapılarına, bir decehenneme çevrilen dünyanın içinde “Asr-ı Saadet Cenneti” kuran Allah Rasûlü’ne ﷺ bak. İdeolocyalar vaadetti, Allah Rasûlü ﷺ ise hayata taşıdı. Yirmi üç yılda dünyanın en insanî inkılabını yaptı. Atadan, babadan gördüğün dine değil, Allah Azze ve Celle’nin inzal buyurduğu, Rasûlü’nün müşahhas hâle dönüştürdüğü İslam’a ittiba et!
Her Şey İslam’da
Hayatına Kur’an-ı Kerim’den başka düstur; yoluna Allah Rasûlü’nden ﷺ başka kumandan; acılarına da İslam’dan başka bir deva arama! Çünkü saadete nasıl ulaşacağını gösteren esaslar da, acılardan nasıl kurtulacağını bildiren buyruklar da İslam’da. İslam’a Sarıl!
Çocuk üzüldüğünde, oyunda yenildiğinde, acıktığında annesinin kucağına sığınır. Ağlayan bir yavruyu ancak anne kucağı susturur. İslam, insanlık için anne kucağı gibidir; ona dön, ona sarıl.
Allah Rasûlü ﷺ, Huneyn’de esir alınan binlerce insanı bedelsiz serbest bıraktığı gün, O’nun ﷺ, yakınlarını arayan esirleri seyredişini ve Allah Teâlâ’nın rahmeti çerçevesinde bu arayışı müşahhas bir kalıba döküşünü Ömer b. Hattâb şu ifadelerle naklediyor: “Allah Rasûlü’ne ﷺ (Hevazin) esirlerinden bir grup geldi. İçlerinde doluluktan dolayı göğüslerinden süt akan bir kadın da vardı. Bu kadın esirler arasında çocuğunu bulunca onu yakalayıp kucakladı, göğsüne dayayıp emzirdi. İnsanı fevkalade etkileyen bu manzara karşısında Allah Rasûlü ﷺ çevresindekilere, ‘Bu kadının, çocuğunu ateşe atacağına ihtimal verir misiniz?’ diye sordu. (Hz. Ömer ) Biz, ‘Hayır! Onu korumaya gücü yettiği müddetçe asla atmaz’ şeklinde cevap verince, ‘(Bilin ki), Allah’ın ﷻ kullarına olan rahmeti, bu kadının çocuğuna olan şefkatine (kıyas edilmeyecek boyutta) fazladır.’ buyurdu.”[1]
Anne çocuğunun acılarına bir noktaya kadar merhem olabilir. Annenin de hekimin de çaresiz kaldığı anlarda ve bütün zamanlarda teselliyi yalnız Rabbine ilticada ara! Daralan kalbine yalnız O inşirah verir, yorulan zihnini O rahatlatır, seni O teskin eder. Yalnız O, insanı bir anda bir âlemden başka bir âleme götürür.
Ahde Vefa
Sıfırdan başlayarak putperest bir dünyayı yıkan, yerine İlahî Nizamı hâkim kılan Peygamber-i Ekber ﷺ hem kavlî hem de fiilî dualarla yürümüştü. O’nun Sünnet-i Seniyyesi’ne iktida et! “Dağılan, parçalanan, mukaddesatı çiğnenen bir milyar sekiz yüz milyon Müslüman nasıl kurtulur?” diye ye’se düşme, sıfırdan başlayarak dünyayı değiştiren Allah Rasûlü’nü ﷺ yeniden keşfet! Bedir’de nasıl kazandı, Uhud’da niçin kaybetti? Bunu anla!
Önce nefsinin ıslahı için çalış, kendini tekmil etmeden başkalarını kemale çağırmak; hem dünyada, hem de ukbada ardır. Hz. İsmail gibi ahde vefa göster, sıddık ol, sonra yakın çevrenden başlayarak ehline namazı ve zekatı emret![2]
Fesad meclislerinden uzak dur! Dilini bir Müslümanın gıybetini yapmaktan, onu ayıplamaktan koru. Kul hakkına giren, harama bakan, mâsiyete dalan bir mümin olarak huzur-u İlahiye varmaktan sakın!
Mütehammil ol!
Taşlanan Peygamber’in ﷺ ayakta kaldığını ya da her defasında ayağa kalktığını anlatmak kolaydır. Mühim olan aynı şey sana da yapıldığında ayakta kalabilmendir.
Taif’te taşlanmak Allah Rasûlü’nün ﷺ kutlu yürüyüşünü durduramadı. Birkaç adım attı, oturdu, kalkınca yine ayakları hedef alındı. “Allah Rasûlü”nün ﷺ bu duruşu sana diyor ki: Her devrin Taiflileri olacak. Onları Allah yoluna çağırdığında, ayetleri okuduğunda yine toplanacak, gazeteden, televizyondan sana saldıracaklar. Taşlandın ve dışlandın diye üzülme, Allah Rasûlü’nün ﷺ yolunda olduğuna, O’na yapılanların sana da yapıldığına sevin!
Allah’tan başka kimseden korkma, durma, usanma, yürüyüşüne devam et! Dermansız kaldığında, zalimlerin önünde eğilme! Sığındığı hurma bahçesinde Rabbine halini arz eden Peygamber-i Ekber’i ﷺ düşün, sen de dua dua Rabbine yönel!
Ey Zayıfların Rabbi!
Genç Adam! Allah Rasûlü’nün ﷺ şu kelimeleri hem tesellin hem de münacaatın olsun: “ALLAH’ım! Kuvvetimin zayıflığını, çare bulmadaki yetersizliğimi, insanlar nezdinde değersizliğimi sana arz ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Zayıfların Rabbi sensin, sen benim Rabbimken beni kimlere bırakacaksın, bana saldıran yabancılara mı? Yoksa beni ellerine vereceğin düşmanlarıma mı? Senin bana gazabın olmasın, başka şeyleri dert etmem. Lakin lütfedeceğin afiyet benim için daha büyük bir sürûrdur. Gazabını indirmekten veya kızgınlığını üzerime çekmekten, karanlıkların kendisiyle aydınlandığı, Dünya ve Ahiret işlerinin onunla nizama girdiği cemalinin nuruna sığınırım. Seni razı edecek şekilde sana şikâyetimi arz ederim. Muktedir olmak ve güç yetirmek ancak senin yardımınla olur.”[3]
Tevekkül
Kardeşim! Bütün ameliyeleri kolaylaştırmaya, mesâlihi celbetmeye, Dünya ve Ahiret zararlarını giderme noktasında Allah’a ﷻ tam bir sadakatle itimat etmeye tevekkül denir. Rabbine tevekkül eden bir kul, esbaba tevessül ettikten sonra takdir edilen her hükme razı olur. Tevekkül, kulun Rabbine yaklaştığı ibadetlerin en büyüklerinden biridir. “Eğer müminler iseniz, yalnızca Allah’a tevekkül edin.”[4] mealindeki ayetten de anlaşıldığı gibi “tevekkül” kalbin amelidir.
Sebep planında yapman gerekenleri îfa ettikten sonra Rabbine itimat et ve Hz. İbrahim gibi ateşlere atılsan da umutsuz olma!
Kudüs’ü yaşamanın, dışlanmanın, kâfirler şöyle dursun derdini Müslümanlara dahi anlatamamanın yalnızlığı içinde Rabbine yönel ve yalnız O’na tevekkül et! Hz. Hûd gibi, “Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana mühlet vermeyin! Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah´a tevekkül ettim.”[5] de!
Tevekkül seni öyle yüceltir, büyük zannettiklerini de gözünde öyle küçültür ki şehir meydanlarına dev heykelleri dikilen, posterleri asılan varlıkları toz gibi görürsün. Çünkü “tevekkül” sana Güneş sistemini boşlukta tutan Allah’ın ﷻ eşsiz nizamını ve o nizamdaki nâmütenahi kudreti hatırlatır.
Allah’a ﷻ tevekkül eden bir müminin nazarında susmak “ruhsat”, batıla hak kisvesi giydirmek ise “maslahat” olamaz.
Büyük adamlar, Sultanın kapısında bekleyen âlimler için “ne kötü ilim adamı; ulema kapısında bekleyen devlet adamları için “ne iyi sultan” derdi. Âlim-i Rabbaniler dünya sultanlarının meddahı olmadı. Bilakis şerlerinin hayra tebdili için Allah Teala’ya niyazda bulundu; münkeri nehyetti, marufu emretti. Lakin yanlışları tasdik eden mücâmele dili kullanmadı.
Hz. Ömer’in Ufkunda
Kardeşim! Eğer ufkunda, “Bende bir yanlış görürseniz, düzeltiniz.” diyen bir Hz. Ömer yaşar, sen de sahabe gibi ona, “Hata ettiğinde kılıçlarımızla düzeltiriz.” der; sahabe gibi hakikati peygamber emaneti görüp sahip çıkarsan Allah Teâlâ bir gün hayalini kurduğun, gelmesi için uğraştığın Hz. Ömer’in ufkunda doğmayı sana da nasip edecektir.
Hakikatin bedeli ağırdır. Bu yüzden herkese o bedeli ödemek nasip olmaz. Hakikati ön koltuklara oturma hayali kuranlar değil, Cennet’teki köşklere talip olanlar söyleyebilir. Politikacılara arkadaş olanlar zamanla yanlışlara da yoldaş olur.
Şehvet, şöhret ve para arabadaki benzin gibidir; eğer depoda olur, ilgili sistem çerçevesinde kullanılırsa arabayı hareket ettirir. Koltukta, açıkta bir yerde durursa bir kibritle arabayı havaya uçurur.
Her attığı adımda, her konuştuğu kelimede Allah’ın ﷻ rızasına talip olanlar, ayakların kaydığı yerde muhkem bir İslâm anıtı gibi durur, çevresine yıkılmadan yürümeyi anlatır. Ayağı kayanlara, yönünü kaybedenlere, iradesi çökenlere dik durmayı, yolda kalmayı, irade davasına tutunmayı öğütler.
Şafaklar Ulema Doğurur
Derdi ve davası İslam olan beş on kişi bir ümmeti uyandırmaya yeter. Moğol ve Haçlı saldırıları sonrasında çöken Anadolu’nun yüreğini Hz. Mevlana ile Hz. Yunus onarmamış mıydı?! “Allah’tan ﷻ ve Ahlak’tan” bahsetmenin yasak olduğu zamanlarda da bu millet imanını beş on alimin gayretiyle muhafaza etmemiş miydi?! Münafıkların, küfrün mücadeleyi kazandığına dair kat’i kanaat getirdiği bir ortamda semanın rahminde doğan âlimler, beş on âlimin bereketidir.
Şafaklarında ulema doğan bir ümmetin yarınları ya Alparslan ya da Selahaddin’dir. Bunun için tevekkülü bir iman kalesi olarak görmeli, ona sığınmalı, ondan dünyaya açılmalıdır.
Fedakârlık
Kardeşim! İşin, eşin, meşguliyetin, akşam yolunu gözleyen çocukların var, ya da bir gün olacak. Eve, toprağa, makama değil, davana bağlan. Hicretse hicret, sürgünse sürgün… Başına geleceklerden korkma! Tebliğe çağrıldığında “bahanelere”, mazeret deme. Nefsin, “Bunu da başkaları yapsın.” dediğinde, ilerleyen yaşına rağmen atın üzerinde İstanbul önlerine gelip de kalan Ebu Eyyüb el-Ensâri’yi düşün!
Sahabenin bir hususiyeti de hayatlarında mâzerete yer vermemeleridir. Çünkü Allah’a ﷻ ve Ahiret gününe iman edenlerin hayatında zor zamanların tazyikiyle izin talep etmeye yer yoktur. Münafıklar ise zoru gördüklerinde mâzeret beyan eder. Allah’a ve Rasûlü’ne ﷺ iman edenler Ebu Zerr gibi binmeye uygun bir merkep bulamasa da yaşlı ve yorgun merkebiyle yola koyulur, Allah Rasûlü’nün ﷺ yolunda vur ha vur yürümekten imtina etmez.
“Hocam ben bir dağ köyünde öğretmen ya da imamım. Üç, dört tane ev var. Ben nasıl dediklerinizi yapabilirim ki? Şehir camisinde ya da kasabada şu kadar insana hitap eden bir imam değilim ki…” deme! Ekmek için, domates için yürüyorsan namaz için, cenaze için de yürü. “Eğer ben ilerleyen yaşımda yürüyebiliyorsam senin nasıl mazeretin olabilir ki?” diyebilmek ve bizim hayatımızda mazerete yer olmadığını gösterebilmek için fedakâr ol.
Kur’an-ı Hakim azların çoklara galibiyetini tafsil eden misallerle doludur. Mekke’de Ashab-ı Kehf’i okuyup onların kıyamından ilham alan sahabe de azdı. Lakin hiçbirinde ibadetlerine Allah’tan ﷻ başka şahit arama gibi bir zafiyet yoktu.
İman Sayı Değil, Yürek Davasıdır
Mekke’de Müminler bir avuçtu, Medine’nin ilk yıllarında da inananların sayısında büyük bir artış olmadı. Lakin Bedir’de 313 kişi, bugün bir milyar sekiz yüz milyonun yapamadığını yaptı. Azlar çoklara galip geldi. Çünkü onlar bir avuç olmalarına değil, zafere ya da şehadete odaklanmışlardı. Bu hal, insanı düşman saflarını yarmaya, yol açmaya, Cennet’e koşmaya sevk eder. İman kamet değil, kıymet; sayı değil, yürek davasıdır. Hayata “kıymet” zaviyesinden bakanlar dünyanın bir mihnet yeri olduğunu bilir. Mümin ise belalar üzerine yağdığında “İnsanlar, inandık demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler?”[6] ayet-i kerimesini hatırlar, vazifesine devam eder.
Evine maişet temin etmek için bir maişet kapın olsun. Eskiler, “Evinde unu olmayan fakihten fetva sorma!” derdi. Zira ekmek derdi olan, aklını ilme veremez. Lakin bir şey haddini aşarsa zıddına inkılap eder. Maişet temin etmek, yerini para biriktirmeye bırakırsa dünya gaye, kulluk vasıta olur.
Kardeşim! Helal dairede zenginliğin nimetinden istifade et lakin mala “mahkûm” olma, “hâkim” ol. İnsanlar evine ya da hayat tarzına bakınca Firavunları değil, Allah Rasûlü’nü ﷺ hatırlasın. Onun gibi mütevazi bir hayat yaşa.
Allah Rasûlü ﷺ gece namaz kılarken Hz. Aişe (radiyallahu anha) ayaklarını uzattığında evde secde yeri kalmazdı. Efendimiz; ﷺ annelerimizin, evlerini tefriş taleplerine, ambar vari küçük bir odaya çekilip hasır üzerinde istirahat ederek cevap vermişti. Kur’an-ı Kerim Peygamber evinde yaşanan tefriş meselesini bize zikrederek[7] bütün evlerin tefrişinde “Hâne-i Saadet”in dikkate alınmasına işaret ediyor.
Vazifeye başlarken ya da vazifeyi îfa ederken falan sitede evim, falan marka arabam, filan mobilya ile müferreş makam odam, sekreterim, şoförüm olsun hayalini kurma. Hedefin “Ukbâ” olursa, gün gelir Allah ﷻ dünyayı ayakların altına serer. Sen büyük kalabalıkların kendileri gibi olmak istediği zatlardan değil, tarih yapan o bir avuç insanlardan birinin yoluna talip ol.
Habbab bin Eret
Altıncı Müslüman Habbâb bin Eret Allah Rasûlü ﷺ Dâru’l-Erkam’a girip orada davete başlamadan önce Müslüman olmuştu. Mekke’de dininden dönmesi için işkence edilen mustazaflardan biri de o idi.[8] Mekke müşrikleri Habbab’ı alır, güneşte kızan taşın üzerine derisi yanana kadar sırt üstü yatırır, yine de ağzından istedikleri sözü alamazlardı. Bir gün Allah Rasûlü ﷺ Kâbe’nin gölgesinde cübbesini yastık yapıp ona yaslanırken Habbab bin Eret huzuruna çıkıp, “Yâ Rasûlallah! Bizim için Allah Teâlâ’dan yardım istemez misiniz?!” dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü ﷺ şöyle buyurdu: “Sizden önceki ümmetler içerisinde öyleleri vardı ki, bir adam alınır, kendisi için hendek kazılır, sonra bir demir testere getirilir, başının üstüne konurdu. Bu durum yine de onu dininden caydıramazdı. Demir taraklarla etleri taranır, kemiklerinden ayırt edilirdi de dininden yine vazgeçmezdi. Allah elbette bu davayı tamamlayacaktır. Öyle ki, bir süvari hayvanına binip San’a’dan Hadramut’a kadar tek başına gidecek, Allah’tan ﷻ başkasından korkmayacak, koyunları için de kurt saldırmasından başka bir şeyden endişe etmeyecek. Lakin siz acele ediyorsunuz!”[9]
Habbab demirciydi, kılıç yapardı. Efendisi olan Ümm-ü Enmâr ise iş yerine gelip demiri kızdırır, başına koyardı. Bu hali Allah Rasûlü’ne ﷺ şikâyet edince Efendimiz ﷺ, “Allahım! Habbab’a yardım et!” diye dua etti. Bu sırada Efendisi Ümm-ü Enmâr şiddetli bir baş ağrısına yakalandı. Ağrının dehşetinden köpekler gibi ulumaktaydı. Kendisine ‘Başını kızmış demirle dağlayarak tedavi et!’ dendi. Ümm-ü Enmâr, iman ettiğinden dolayı ateşle dağladığı Habbab’a gitti, o da kızgın bir demiri alıp onunla başını dağladı.[10] Habbab bin Eret yanan vücuduyla Allah Rasûlü’ne ﷺ gelip mustazaflar için dua etmesini istediğinde Peygamberimiz, dünyanın mihnet yeri olduğuna işaret ederek ona sabrı kuşanmayı öğütlemişti: “Acele etmeyin!” Bekleyin… Ebu Cehil ile Ebu bekir birbirinden bütünüyle ayrılsın, güzel son bizim olacak, İslam kazanacak, demişti. Habbab sonradan geleceklere, bir avuç insanın nasıl destan yazdığını gösterdi.
Sahabe çağına bakanlar, beşer planında hiçbir güçten korkmaz. Bilir ki, Allah ﷻ murâd edince Habbab’ın yürüyüşüne hiçbir güç mani olamaz. Mekke’de bir avuçtu Müslümanlar lakin o bir avucun ayakları Allah Rasûlü’nün ﷺ izinden ayrılmazdı. O izlerin bereketiyle azlar çoklara galip geldi.
Bahane Arz Etmeden Yürü!
Kardeşim! Müslüman bahane arz etmeden yürür; bilir ki bu yolun nihayeti de bidayeti gibi olacak. Bahar, kışa sabredenlerin duası olarak gelecek. Yine bir avuç insan ve o bir avuç insanın yürüyüşüyle yokuşlar kaybolacak. Bütün belalara ve yağan musibetlere rağmen kalabalıklar yürürken sen durma! Babalar çocukları için sabah çıkar evden, kuşlar yavruları için kanatlanır yuvadan… Bir baba, bir kuş, bir de davası olan yürür. Allah ﷻ iman edenle, etmeyeni; marka Müslümanıyla hakiki Müslümanı belalar yağarken birbirinden ayırır.
Kardeşim! Gün gelir, senin de saçlarına aklar düşer; otuzunda, kırkında sen de maruz kalırsın büyük imtihanlara. Talebelikte, vazifede, memurlukta amirlikte imtihanlar hep farklı olur. Hayat su gibidir, hiçbir olay aynısıyla tekrar etmez. Bugün Kudüs’e, şehide, çiğnenen iffete, dökülen kana karşı hassassın. Belki uykuların kaçıyor. Bu anları bir yere kaydet. İslam değişmeyecek, sen de değişme. Bugün olduğun gibi yarın da Ümmet’ten sorumlusun. Bu bilinci hep koru. Asla “O zaman gençtim, hamasi nutuklardı o ifadeler, şimdi olsa onları söyler ya da yazar mıydım?!” deme. Parayı bulunca ihanet etme!
Ufkunda Sahabi Olanın Mürebbîsi Peygamber-i Ekber ﷺ Olur
Kardeşim! Deli, divane olmadan, hakiki mümin olamazsın. Akıllı dediğin kaç adam Musab bin Umeyr’in yaptığını yapabilir?! Kim onun gibi Ebu Cehil’in Mekke’sine direnebilir?! Kim zenginliği bırakıp da Habeşistan’a muhacir olur?! Kim Yesrib’te İslam’ı temsil vazifesini omuzlanır?! Kim, Mekke’den çıkmak zorunda kalan Peygamber-i Ekber’i ﷺ karşılayacak beş yüz kişilik müminler kadrosunu kısa zamanda yetiştirebilir?! Kim yaşadığı şehri, muhacir olduğu beldeyi dönüştürebilir?!
Ufkunda sahabi olursa, mürebbîn de Peygamber-i Ekber ﷺ olur. Zamanla gündelik kavgalardan kurtulur, Hz. Mus’ab’ı heyecanlandıran her ne varsa seni de uyandırır, ayağa kaldırır. Şehrin Medine olur, sen de dükkân dükkân dolaşıp Allah Rasûlü’nü ﷺ ve davasını anlatan bir Mus’ab olursun. Geride dönülmemiş bir Mekke bırakırsın lakin karşılığında bir Cennet alırsın.
Geç de olsa bir gün olduğun gibi anlaşılırsın. Eğer müstakim bir mümin olarak yaşarsan mutlaka arkandan, “Bu adamın her amelinde Allah’ın rızasına talip olduğuna şahidim.” diyen müminler göreceksin. Elbisenin, arabanın ne önemi var ki?! Mus’ab’ın divaneliğini tescil eden, bütün bunları bırakabilmesi değil miydi?! Allah Rasûlü’nün ﷺ ona bakarken söylediği şu ifadeleri bir an senin için de söylediğini düşün: “Mus’ab’ı Mekke’de anne ve babasının arasında yürürken bilirim. Ebeveyni ona en leziz yiyecekleri yedirirdi. Üzerinde iki yüz dirheme alınan bir elbise görmüştüm. Lakin şimdi açlıktan yürüyemiyor. Üzerindeki yamaları sayamıyorum. Allah ve Rasûl muhabbeti onu ne hâle getirdi!”[11]
Peygamber yolunun divanesi olanların rütbesi şehadettir. Habbab bin Eret, Musab’ı şu ifadelerle anlatır: “Biz Allah Rasûlü ﷺ ile birlikte Medine’ye yalnız Allah rızasına talip olduğumuz halde hicret ettik. Ecrini de Allah’tan ﷻ bekleriz. İçimizden bu nimetlerden tatmadan âhirete gidenler vardır ki Mus’ab b. Umeyr bu kahramanlar kadrosundadır. O, Uhud günü şehid olduğunda kendisini saracak bir parça kumaştan başka bir kefen bulamamıştık. Onu da başına koyduğumuzda ayakları açılıyor, ayaklarını kapattığımızda başı açığa çıkıyordu. Bu noktada Allah Rasûlü ﷺ bize şöyle buyurdu: “Kumaşı başı tarafına koyun, ayaklarını ise izhir otuyla örtün.”[12]
İman mümini deli, divane yapar. Mus’ab bin Umeyr o gün aklın sınırlarını zorladı. Hadi sen de yap, sen de zorla.
Evine Hâkim Ol!
Kardeşim! Allah Teâlâ Hz. Musa’ya “Evlerinizi kıblegâh yapın ve namazı kılın.”[13] buyurmuştu. Hz. Musa , ümmetini o evlerde kılınan namazlar ve yapılan dualarla Kızıldeniz’i geçmeye hazırladı. Denizleri yaracak, Medine’yi kuracak, Mekke’yi fethedecek kadrolar gökten gelmeyecek; Müslümanların evinde yetişecek. Bu yüzden aklın ve ruhun, evindeki mobilyanın boyaya, perdenin halıya ne kadar uyduğuna değil, namaz ve cihad programının Erkam bin Ebi Erkam’ın evine ne kadar benzediğine yoğunlaşsın.
Allah Azze ve Celle, Kur’an-ı Kerim’de içerisinde adının anıldığı evlerden[14] bahsediyor. Müslüman için bir evin anılmaya değer olması onun Bebek’te ya da Bağdat Caddesi’nde olması değil, içinde sohbet halkaları kurulması, mârufun emredilip, münkerin yasaklanması, misafir geldiğinde kadınlarla erkeklerin ayrı odalarda muhabbet yapmasıdır.
Çocukların için evin dershane olursa, çarşı pazar da staj yeri olur. Ev, İslam’ı öğrenme; hayat da uygulama merkezidir. Pazartesi akşamı tefsirden bir ayet, Salı akşamı Riyâzu’s-Salihîn’den bir hadis, Çarşamba akşamı Hâyatü’s-Sahâbe’den bir sahabe hayatı, Perşembe akşamı İmam-ı Nevevî’nin Ezkâr’ından Allah Rasûlü’nün ﷺ bir duasını, Cuma akşamı belli sureleri ve zikirleri, Cumartesi akşamı Kadı İyaz’ın eş-Şifâ’sından bir faslı, Pazar akşamı Maturîdi Akâidi’nden bir bölümü oku. Daha sonra çocuklarınla okuduklarınızı nasıl yaşayabileceğin üzerine sohbet et; onların, meseleleri hem yaşayacak hem de anlatacak hâle gelmelerine yardımcı ol.
Komşuların Sende İslam’ın Güzelliğini Görsün!
Hasta ziyareti Allah Rasûlü’nün ﷺ ihmal etmediği sünnetlerinden birisiydi. İnsanların dinlerine bakmadan hastalıkta, mazlumiyette onlara ihsanda bulun. Komşuların İslam’ın bir insanı nasıl şefkat ve merhamet abidesine dönüştürdüğünü sende görsünler. Allah Rasûlü ﷺ hastalanan Yahudi çocuğu ziyaret etmiş; hâl hatırdan sonra ona İslam’ı teklif etmişti. Çocuk da düşüncesini öğrenmek için yanında bulunan babasının yüzüne bakmış; babası, “Ebü’l-Kâsım’ın çağrısına uy!” deyince Müslüman olmuştu.[15] Yakınlarından ya da komşularından hasta olup da yolunu gözleyenler var. Ziyaretlerine git, onlara Hz. Eyyüb’ün sabrından bahset, sıkıntılarına teselli ol! Vermekte şükretmek, almakta ezilmek var. Sadaka alan değil, veren ol! Hediyeye hediyeyle mukabelede bulun!
Ebeveyn
Anne ve baba Cennet kapısıdır. Ne büyük bir devlet olduğu kapanınca anlaşılır. Eşinden, işinden, aşından, karındaşından dolayı Cennet kapısı olan anasına, babasına kızıp onlara uğramayan, dualarını almayan nasipsiz adamlardan olma!
Manevî Abdest
İnsanlara yapmadığın hiçbir ameli anlatma; nafile ibadetlerine Allah Teala’dan başka şahit arama! Sen yalnız farzları kılarsan çocukların farzları da kılmaz. Unutma ki yalnız farzları kılanlar insanlara namazın ehemmiyetini anlatamaz. Günahlar, Allah Azze ve Celle ile kullar arasında perdedir. Nasıl perdeler görmeye mani olursa günahlar da Allah Teala ile irtibat kurmaya engel olur. Gözü, dili, kulağı, eli haramdan korunmuş kullarla Allah ﷻ arasında perde kalmaz. Allahu Ekber dediklerinde Cennet’e girer gibi namazın dünyasına girerler. Suyla maddî, günahlardan uzak durarak da manevî abdestini al!
Gönlüne Girenlere Bir Daha Bak!
Göz, kulak ve yürek indallah sorumludur. Gördüğüne, duyduğuna ve gönlüne koyduğuna dön, bir daha bak! Diziler, TV programları, AVM’ler insanlığın vicdanını körleştiren, sağırlaştıran, yüreğini kaskatı yapan şehvet arenalarıdır. Şeytan’ın tuzak kurduğu noktalarda ayakta duramazsan milleti ayakta durmaya çağıramazsın. Kürsüde, minberde, mihrapta söylediğin; kitapta, mecmuada yazdığın her şey askıda kalır.
Yusuflara Sahip Çıkma Çağrısı
Yalnızlığını, ıstırabını ya da bir dağ başında vazife yapmayı kimsenin yanında şikâyet mevzusu yapma! Hz. Yakup gibi gam ve kederini yalnız Rabbine arz et.[16] Yalnızlığın ilacını gece yarılarında kıldığın teheccütte, okuduğun Kur’an-ı Kerim’de ara. Etrafındakilere, “Gidin de Yusuf’u ve kardeşini iyice araştırın!” diyerek milleti Yusuflara sahip çıkmaya çağır.
Nur Dağı
Bir dağ köyünde imam ya da muallim olmanın meşakkati yanında tarifi imkânsız güzellikleri de vardır. Şehre güneşin doğduğu yerden bakarsan her tarafı aydınlık, geceden bakarsan karanlık görürsün. Hayata nimetler zaviyesinden bak!
Allah’ın ﷻ ayetlerinin indiği Hira Dağı, istihaleye uğrayıp Cebel-i Nur olmuştu. Dağları değiştiren Allah Azze ve Celle yarattığı yürekleri de değiştirmeye kadirdir. Kur’an-ı Kerim’i yaşadığın her yer Nur Dağı’dır. Mekke’yi uyandıran, Medine’yi kuran ruh da o dağdadır.
Sevgide ve Öfkede Ölçü
Kimseye küsme, üç günden fazla dargın kalma; Allah Rasûlü’nün ﷺ şu ölçüsünden şaşma: “Sevdiğini ölçülü sev, belki bir gün düşmanın olabilir. Kızdığına da ölçülü kız, belki bir gün dostun olabilir.”[17]
Musibet Dinime Gelmedi Diye Hamd Et!
Kardeşim! Eğer sen zorluklarla karşılaştığında umutsuz cümleler kurar, “Bu iş olmuyor; Ümmet cevap vermiyor.” deyip sarsılırsan millet yıkılır. Cennet’e bak ya da ufuklarda, belalar mahşerinde rıza-i İlahiyi ara, vuslatta tesellini bul ve düşene kadar ayakta dur!
Hendek Muharebesi’nde Allah Rasûlü ﷺ de sahabe de açtı. Efendimiz ﷺ, “Kuşatıldık, açlık belimizi büktü!” gibi cümleler kurmadı. Sessiz sedasız aç karnına taş bağladı. Sahabe, hendek kazılırken bir kaya parçasına takılıp Allah Rasûlü’nü ﷺ davet ettiğinde, Efendimiz’in ﷺ aç olduğu anlaşıldı. Zira taşı kırmak için hendeğe inip baltayla taşa vurunca havalanan elbisesinin altından mübarek karnına bağladığı taş göründü. Sahabe, açlıklarını Rasûlüllah’a ﷺ gelip izhar edene kadar Fahr-i Kâinat karnını açıp da taşlarını onlara göstermedi: “Ben sizden daha zor durumdayım.” demedi. Vaktâ ki, hendeğe inip kazmayı vuruncaya kadar sahabe O’nun ﷺ da aç olduğunu ve açlığın şiddetinden karnına taş bağladığını bilmiyordu. Ne zaman ki onlar açlığın tahammül sınırını zorladığını ve karınlarına bağladıkları taşı Efendimiz’e ﷺ izhar edince O ﷺ da kendi karnına bağladığı iki taşı izhar etti.
Kahramanlar da acı çeker, onlar da muzdarip olur. Lakin acılarını millete anlatmaz, gözyaşlarını yüreklerine sağarlar. Sen de millet içinde ağlayıp, ağyarı esrarından âgâh eyleme. Bil ki, kula bela, ya makamını yüceltmek ya hâlini ıslah etmek ya da ondan intikam almak için gelir. Sabırla, belayı Ahiret sermayesi yapmak için uğraş! Belaya üzülme; bilakis Hz. Ömer gibi, “Musibet dinime gelmediğinden dolayı Rabbime hamd olsun.” de!
Milletin İçinde Ol!
Kardeşim! Sahabe günde en az beş defa Allah Rasûlü’nü ﷺ görürdü; namazları Efendimiz ﷺ kıldırır, namaz sonrası suallere cevap verir, rüyaları tabir eder, sorunlara çare arardı. Fildişi kulesine çekilme, milletten ayrı yaşama! Zâhirde halk, hakikatte Hakk’la ol. Rabbinden gafil yaşama. Dağa, taşa hep O’nun ﷻ kudretini temaşa eden bir nazarla bak.
Kızıldeniz’den geçip Kudüs’e doğru ilerleyen Yahudi’ye şehirdeki Amalika ile savaşması emredilince, Yahudi Hz. Musa’ya , “Ey Mûsa! Onlar orada bulundukça, biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin, onlarla savaşın. Biz burada oturacağız, demişlerdi.”[18] Hz. Musa da , “Ey Rabbim! Ben ancak kendime ve kardeşime söz geçirebilirim. Artık bizimle, o yoldan çıkmışların arasını ayır!” diye niyazda bulunmuştu.[19]
Firavun Benî İsrail’in sadece erkek çocuklarını öldürmemiş, erkekliklerini dumura uğratmış, cesaretlerini yok etmiş, kahramanlık vasıflarını alıp götürmüştü. Çocuklarını kaybetmiş, korku nöbetlerine tutulmuşlardı. Apaçık mucizelere rağmen Hz. Musa’nın yanında yürüme azim ve kararlılığını gösteremiyorlardı.
Benî İsrail, Allah’ın ﷻ buyruğuna muhalefet etmenin bedelini Tih Vadisi’nde kalarak ödedi. Hz. Musa , onlardan ayrılmak istediğinde Allah Teâlâ ona da müsaade etmedi. Nihayet Hz. Musa ve Harun Tih Vadisi’nde vefat etti. Benî İsrail ise Hz. Yuşa ile Beyt-i Makdis’e girdi.
Benî İsrail, kırk yıl Tih Vadisi’nde sabaha kadar yürüdü. Sabah olduğunda yine aynı yerde olduklarını gördü. Aradan tam kırk yıl geçti. Bir nesil değişti. Allah Teala o cemiyet yapısından Hz. Musa’nın sözlerine muhatap yeni yürekler, yeni kahramanlar çıkardı.
Enbiya, evliya zor zamanlarda milletinin içinde kalır, geleceğin neslini yetiştirir. Çünkü insan bedeni iskeletle, ruhu ise imanla ayakta durur. İmam Gazzali, Mevlânâ, İmam-ı Rabbani zor zamanlarda milletleri içerisinde kalarak onlara krizden nasıl çıkacaklarını, imanla nasıl ayakta kalacaklarını gösterdi.
Tebliğde Usanma Olmaz
Kardeşin, taleben, komşun, arkadaşın ya da İslam’a davet etmekle mükellef olduğun her kim ise onun için, “Ben bir defa anlattım, bir daha anlatmam.” deme. O gelmeyince, sen git. Eğer bunu “desinler” diye yaparsan zorlanırsın, Allah rızası için ayağına gidersen her defasında ayrı bir zevk alırsın. Bir sokağın, mahallenin ıslahı için 40 hafta değil, 40 yıl uğraş! Kırk yılın sonunda, Allah Azze ve Celle Hz. Musa’nın yoluna Hz. Yuşa’yı ihsan ettiği gibi size de yeni bir nesil armağan edecektir. Hz. Nuh tam dokuz yüz elli yıl usanmadan, hakaretlere aldırmadan İslam’ı anlatmıştı. Kur’an-ı Kerim, O’nun, hâlini Rabbine arz cümlelerini naklederek seni de mesai mefhumu olmadan, tebliğ kervanına katılmaya davet ediyor:
“Nûh, ‘Rabbim’ dedi, ‘Doğrusu ben kavmimi gece gündüz hakka çağırdım; Fakat benim yaptığım çağrı onları daha da uzaklaştırdı. Kendilerini bağışlaman için ben onları ne zaman çağırdıysam, parmaklarını kulaklarına tıkadılar; elbiselerini başlarına bürüdüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler.”[20]
Çile Çekmekten Korkma!
Şeytan’ın menziline giren boş durmayacak, sürekli iman karargâhına hücum edecek. Allah ﷻ adamları bu yolda çile çekecek. Çileden değil, çileye tahammül edemeyecek bir yüreği yüklenmekten kork! Müctehid, fakih, müfessir, meşayıh hayatını çok oku. Kur’an-ı Hakim’den başka muallim, Allah’ın Rasûlü’nden ﷺ başka mürebbi tanımayan âlim-i rabbanilerin nasıl bir imana sahip olduklarını gör. “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba (yeniden) iman edin.”[21] ayetini, sahabeyle kendi imanını mukayese bâbında tekrar tekrar oku. Bir onların kametine ve kamet bağlamındaki kıymetine, bir de bizim kıymet ve kametimize bak.
Yeni Yollar Açılacak
Neler yapıyoruz ya da neden yapamıyoruz? Niçin yapamıyoruz? Bu hususları, İslâm davetçisinin özellikleri çerçevesinde yeniden müzâkere ettiğinde Allah Teala önünde yeni ufuklar, yeni yollar açacaktır. Göreceksin ki bir kapının kapandığı yerde Rabbin önünde binlerce kapı açmaya kâdirdir. Belki de bütün yeryüzü kapısız olacak ve yürüyeceksin. Zaman zaman önüne dağlar çıkacak. Eğer Sakarya Nehri gibi akma/gitme iraden varsa önünde hiçbir güç duramayacaktır.
Her Konuda Önünde Allah Rasûlü ﷺ Olsun!
Çocuk kendisini doyuran, kayıran, hayata tutunmayı ona öğreten başöğretmenin annesi olduğunu bilir, bu yüzden önünde binlerce kucak açılsa yine annesine koşar. Bugün insanlık taharet almaktan ideal devlet yapısını inşa etmeye kadar onu hayvandan ayıran bütün hususiyetleri doğrudan ya da dolaylı yoldan Allah Rasûlü’nden ﷺ öğrendi. “Gecenin bu saatinde Ömer bizi nereden görür. Süte su karıştır kızım!” diyen anneye, “Ömer görmüyorsa Allah görüyor.” diyen Hz. Muhammed’in ﷺ öğrencisi o kızın hakkaniyet anlayışına kaç ahlak profesörü sahiptir?
Çölde rastladığı çobanı denemek için, “Bize sürüden bir koyun sat da birlikte yiyelim.” diyen Abdullah bin Ömer’e , “Koyunların sahibinin müsaadesi olmadan veremem.” diye mukabelede bulunan çobana, İbn Ömer , “Sürü sahibine koyunu kurt yedi dersin. Nereden onu sattığını bilecek?” deyince, “Peki Allah’a ne derim?!” diyerek arkasını dönüp yoluna devam eden çoban hassasiyetinde bugün kaç vali, kaç belediye başkanı vardır?! Hangi Siyasal Bilgiler Fakültesi, öğrencisine, İslam’ın, okuma yazma bilmeyen bir çobana kazandırdığı millet malına sadakat hassasiyetini verebilir?!
Kardeşim! Çocuğun vefasını kuşan ve İslamiyet’le insaniyetini koruyan Peygamber-i Ekber’in ﷺ kucağına sığın! Hayatında İslam’dan başka bir sığınak, barınak ve tutamak tanımadığını ilan et.
Neyi, Nasıl Okuyacaksın?
İslam’ı okuyacak, yaşayacak sonra da insanları ona göre bir hayatı yaşamaya çağıracaksın. İbadet gibi okumak da süreklilik ister. Kitapların bir kısmını bir saatte bir defa, bir kısmını da on defa okuyacaksın. Bir kısmını öz-posa ayrımına tabi tutacak, bir kısmını başvuru kitabı yapacaksın. Kudema “Şeyhi olmayanın ilmine itibar edilmez.” der. Muteber her alimin eseri, önünde ders aldığın bir hoca hükmündedir. Akideye, fıkha, Kur’ân’ı anlamaya dair farklı bir şey duyduğunda kudemanın eserlerine dön, onlar hakemin olsun!
Allah Rasûlü ﷺ bir gece uykudan uyanıp Âl-i İmran Sûresi’nin içerisinde beş defa “Rabbenâ” kelimesi geçen son on ayetini okumuştu. Tefekkürle başlayan bu ayetler (190-200) her hâlde Allah’a ibadet etmeyi ve duayı anlatmaktadır. 196. ayet-i kerime ise duaya icabetten bahseder. Cafer-i Sâdık der ki: “Kime bir musibet geldiğinde beş defa “Rabbenâ…” diye niyazda bulunursa Allah Teâlâ onu korktuğu şeyden korur, istediğini de ihsan eder.”[22]
Fecir vakti Kur’an-ı Kerim oku; hayata Kur’an’la başla. Zikir virdin gibi okuma virdin de olsun. Hafız olanlar da her gün ibadet niyetiyle iki cüz Kur’an-ı Kerim okumalı.
Makaleler okurken yazılır. Bu yüzden eline kitap aldığında, kalemle kağıt yanında olsun. Kitabın kenarına notlar yazmaktan istinkaf etme! Okurken ben bunu nasıl yaşayabilir ya da nasıl başkalarına anlatabilirim sorusunun da cevabını ara.
Sohbette Sayıya Bakma!
Büyük cemaatlere konuşmaya şartlanma! Unutma ki, büyük ağaçlar küçük tohumlardan çıkar. Evinde, bir çay bahçesinde, bir ağacın altında yapılan muhabbetin bereketi büyük salonlardan az değildir. Sohbete katılanların azlığına, yaşlarının istediğin seviyede olmayışına üzülme. Sen vazifeni yap, yürekleri açmak, sayıları artırmak Mevla’nın takdirindedir.
Yürek bir yere bağlanmak ister. Eğer onu camiye bağlamazsan, arzulara bağlanır; dünyanı da ukbanı da yıkar. Bu yüzden günde en az iki-üç vakit camiye git, kardeşlerinle saf ol; cemaatle namaz kılmadığın bir gün senin için büyük bir hüsrandır.
Kınanmaktan Korkma!
Tanzimat’la birlikte kâfire “kâfir” demek yasaklandı. Lakin her fırsatta hocaları tahkir ettiler. Davete başlayınca seni de “başımıza hoca kesildin” diye aşağılayanlar olacaktır. Kınayanların kınamasını duymadan, aldırmadan yürü! Hocaları sürekli yiyen, gözü kapıda, aklı ziyafette olan adam gibi anlatan güruhun propagandasını sözünle değil, hayatınla çürüt.
Kardeşim! Evinde İslam hem konuşulsun hem de yaşansın. Kardeşlerin, hayatında, bir müminde sözle amelin nasıl etle tırnak gibi olduğunu görsün. Hudeybiye Musâlahası ile rahatlayan siyasi ortamı fırsat bilip Medine’ye yıllarca görmedikleri çocuklarını görmeye giden müşrik aileler çocuklarının hallerini görünce taaccüp etmişti. İmkanın varsa misafirlerin hem ruhlarına hem de midelerine ikramda bulun. Mahremiyete riayet et. Evi yıkılan bir adamın hayatı da yıkılır.
Gayesi Allah rızası olan için kaybetmek yoktur. Dünyayı kaybetse de Ahiret’i kazanacaktır. Hz. İbrahim gibi yaşar, sonra da ellerini kaldırıp “(Ya Rabbi!) Arkadan gelecekler içinde iyilikle anılmayı bana nasip eyle!”[23] diye yalvarırsan yüzlerce yıl sonra gelenler de sana dua eder; insanın heykellerle değil, insanlık için yaptıklarıyla anılacağını dünyaya gösterir.
Yedi Kişi
Neyin nasıl olmasını murad ettiyse öyle yaratan Rabbine tevekkül et! Bazen bir yıllık mesafe on, bazen de on yıllık mesafe bir anda alınır.
Mekke’ye Hac için gelenlere Mekkeliler “Şehirde birisi var, yalancı ve sâhirdir. Sakın onunla görüşmeyin!” diye tembih ediyor; Allah Rasulü ﷺ “Birisini bulabilir miyim?” diye sokakları, panayırları dolaşıyor, davasını tebliğ ediyordu. Yine bir Hac mevsimiydi. Efendimiz ﷺ bütün kafileleri dolaşmış, İslam’ı tebliğ etmiş, hepsi reddetmişti. En son Hazreç kabilesinden 7 kişi kalmıştı. Onlar da traş olup ihramdan çıkacak, yola revan olacaklardı. Efendimiz ﷺ bir umutla onlara da gitti, tebliğde bulundu. O yedi kişi İslam’ı kabul etti.[24] Medine’ye İslâm’ı o yedi kişi taşıdı; sonra da Mekke, Medine’ye taşındı.
Olmadı, olmuyor, yapamıyorum, deme! Allah’a ve Âhiret’e iman edenin hayatında mâzeret olmaz. Oku, yaşa ve anlat. Koca bir şehirde herkes reddetse, yine durmayacak, başka bir şehir bulacak, ölene kadar tebliğ edeceksin. Yorulduğunda, hakaretlere maruz kaldığında panayırlarda dolaşan, Taif’te taşlanan Peygamber-i Ekber’i ﷺ düşün. Hep “Bir kişi bulabilir miyim?” şuuruyla yürü. Her şey bitti, dediğin anda sen de İslam’ı Medine’ye taşıyıp hicretin yolunu açacak yedi kişi bulursun. Sonra o yedi kişi milyonlar olur. Bütün insanlık kurtulur.
[1] Buhârî, “Edeb”, 18. (H. No: 5999); Müslim, “Tevbe”, 22. (H. No: 2754)
[2] Meryem, 19/54-55: ‘‘(Resûlüm!) Kitap’ta İsmail’i de an. Gerçekten o, sözüne sâdıktı, resûl ve nebî idi. Halkına namazı ve zekâtı emrederdi. Rabbi nezdinde de hoşnutluk kazanmış bir kimse idi.’’ ﻭَﺍﺫْﻛُﺮْ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻜِﺘَﺎﺏِ ﺍِﺳْﻤٰﻌِﻴﻞَ ﺍِﻧَّﻪُ ﻛَﺎﻥَ ﺻَﺎﺩِﻕَ ﺍﻟْﻮَﻋْﺪِ ﻭَﻛَﺎﻥَ ﺭَﺳُﻮﻟﺎً ﻧَﺒِﻴًّﺎ ﴿﴾ ﻭَﻛَﺎﻥَ ﻳَﺎْﻣُﺮُ ﺍَﻫْﻠَﻪُ ﺑِﺎﻟﺼَّﻠٰﻮﺓِ ﻭَﺍﻟﺰَّﻛٰﻮﺓِ ﻭَﻛَﺎﻥَ ﻋِﻨْﺪَ ﺭَﺑِّﻪِ ﻣَﺮْﺿِﻴًّﺎ
[3] İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Şeriketü’t-Tıbâ’atü’l-Fenniyyetü’l-Müttehide, yy., II, 40: اللّهُمّ إلَيْك أَشْكُو ضَعْفَ قُوّتِي ، وَقِلّةَ حِيلَتِي ، وَهَوَانِي عَلَى النّاسِ، يَا أَرْحَمَ الرّاحِمِينَ ! أَنْتَ رَبّ الْمُسْتَضْعَفِينَ وَأَنْتَ رَبّي ، إلَى مَنْ تَكِلُنِي ؟ إلَى بَعِيدٍ يَتَجَهّمُنِي ؟ أَمْ إلَى عَدُوّ مَلّكْتَهُ أَمْرِي ؟ إنْ لَمْ يَكُنْ بِك عَلَيّ غَضَبٌ فَلَا أُبَالِي ، وَلَكِنّ عَافِيَتَك هِيَ أَوْسَعُ لِي ، أَعُوذُ بِنُورِ وَجْهِك الّذِي أَشْرَقَتْ لَهُ الظّلُمَاتُ وَصَلُحَ عَلَيْهِ أَمْرُ الدّنْيَا وَالْآخِرَةِ مِنْ أَنْ تُنْزِلَ بِي غَضَبَك، أَوْ يَحِلّ عَلَيّ سُخْطُكَ، لَك الْعُتْبَى حَتّى تَرْضَى، وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوّةَ إلّا بِك
[4] Mâide, 5/23: ﻭَﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﻓَﺘَﻮَﻛَّﻠُٓﻮﺍ ﺍِﻥْ ﻛُﻨْﺘُﻢْ ﻣُؤﻣِﻨِﻴﻦَ
[5] Hûd, 11/55-56: ﻣِﻦْ ﺩُﻭﻧِﻪِ ﻓَﻜِﻴﺪُﻭﻧِﻰ ﺟَﻤِﻴﻌًﺎ ﺛُﻢَّ ﻟﺎَ ﺗُﻨْﻈِﺮُﻭﻥِ﴿٥٥﴾ ﺍِﻧِّﻰ ﺗَﻮَﻛَّﻠْﺖُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﺭَﺑِّﻰ ﻭَﺭَﺑِّﻜُﻢْ
[6] Ankebût, 29/2: ﺍَﺣَﺴِﺐَ ﺍﻟﻨَّﺎﺱُ ﺍَﻥْ ﻳُﺘْﺮَﻛُٓﻮﺍ ﺍَﻥْ ﻳَﻘُﻮﻟُٓﻮﺍ ﺍٰﻣَﻨَّﺎ ﻭَﻫُﻢْ ﻟﺎَ ﻳُﻔْﺘَﻨُﻮﻥَ
[7] Ahzâb, 33/28-29: ‘‘Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü (refahını) istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah’ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır.’’ ﻳَٓﺎ ﺍَﻳُّﻬَﺎ ﺍﻟﻨَّﺒِﻰُّ ﻗُﻞْ ﻟِﺎَﺯْﻭَﺍﺟِﻚَ ﺍِﻥْ ﻛُﻨْﺘُﻦَّ ﺗُﺮِﺩْﻥَ ﺍﻟْﺤَﻴٰﻮﺓَ ﺍﻟﺪُّﻧْﻴَﺎ ﻭَﺯِﻳﻨَﺘَﻬَﺎ ﻓَﺘَﻌَﺎﻟَﻴْﻦَ ﺍُﻣَﺘِّﻌْﻜُﻦَّ ﻭَﺍُﺳَﺮِّﺣْﻜُﻦَّ ﺳَﺮَﺍﺣًﺎ ﺟَﻤِﻴﻠﺎً﴿﴾ ﻭَﺍِﻥْ ﻛُﻨْﺘُﻦَّ ﺗُﺮِﺩْﻥَ ﺍﻟﻠّٰﻪَ ﻭَﺭَﺳُﻮﻟَﻪُ ﻭَﺍﻟﺪَّﺍﺭَ ﺍﻟْﺎٰﺧِﺮَﺓَ ﻓَﺎِﻥَّ ﺍﻟﻠّٰﻪَ ﺍَﻋَﺪَّ ﻟِﻠْﻤُﺤْﺴِﻨَﺎﺕِ ﻣِﻨْﻜُﻦَّ ﺍَﺟْﺮًﺍ ﻋَﻈِﻴﻤًﺎ
[8] İbn Sa’d, Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr, Dâru Sâder, Beyrut, 1998, III, 165.
[9] Ebû Dâvud, “Cihad”, 107. (H. No: 2649); Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 111; İzzüddîn İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2001, II, 147-148.
[10] İbnü’l-Esîr, a.g.e., II, 148.
[11] İbn Sa’d, Kitabü’t-Tabakâti’l-Kebir, Kahire, Mektebetü’l-Hânicî, 2012, III, 109.
[12] İbn Sa’d, a.g.e., III, 121.
[13] Yûnus, 10/87: ﻭَﺍَﻭْﺣَﻴْﻨَٓﺎ ﺍِﻟٰﻰ ﻣُﻮﺳٰﻰ ﻭَﺍَﺧِﻴﻪِ ﺍَﻥْ ﺗَﺒَﻮَّﺍٰ ﻟِﻘَﻮْﻣِﻜُﻤَﺎ ﺑِﻤِﺼْﺮَ ﺑُﻴُﻮﺗًﺎ ﻭَﺍﺟْﻌَﻠُﻮﺍ ﺑُﻴُﻮﺗَﻜُﻢْ ﻗِﺒْﻠَﺔً ﻭَﺍَﻗِﻴﻤُﻮﺍ ﺍﻟﺼَّﻠٰﻮﺓَ
[14] Nûr, 24/36: ﻓِﻰ ﺑُﻴُﻮﺕٍ ﺍَﺫِﻥَ ﺍﻟﻠّٰﻪُ ﺍَﻥْ ﺗُﺮْﻓَﻊَ ﻭَﻳُﺬْﻛَﺮَ ﻓِﻴﻬَﺎﺍﺳْﻤُﻪُ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﻟَﻪُ ﻓِﻴﻬَﺎ ﺑِﺎﻟْﻐُﺪُﻭِّ ﻭَﺍﻟْﺎٰﺻَﺎﻝِ
[15] Buhârî, “Cenâiz”, 80.
[16] Yûsuf, 12/86: ‘‘(Hz. Ya’kub) Ben gam ve kederimi sadece Allah’a arzediyorum. Ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi.’’ (ﻗَﺎﻝَ ﺍِﻧَّﻤَٓﺎ ﺍَﺷْﻜُﻮﺍ ﺑَﺜِّﻰ ﻭَﺣُﺰْﻧِٓﻰ ﺍِﻟَﻰ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﻭَﺍَﻋْﻠَﻢُ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﻣَﺎﻟﺎَ ﺗَﻌْﻠَﻤُﻮﻥَ )
[17] Tirmizî, “Birr ve Sıla”, 60.
[18] Mâide, 5/24: ﻗَﺎﻟُﻮﺍ ﻳَﺎ ﻣُﻮﺳٰٓﻰ ﺍِﻧَّﺎ ﻟَﻦْ ﻧَﺪْﺧُﻠَﻬَﺎٓ ﺍَﺑَﺪًﺍ ﻣَﺎﺩَﺍﻣُﻮﺍ ﻓِﻴﻬَﺎ ﻓَﺎﺫْﻫَﺐْ ﺍَﻧْﺖَ ﻭَﺭَﺑُّﻚَ ﻓَﻘَﺎﺗِﻠﺎَٓ ﺍِﻧَّﺎ ﻫٰﻬُﻨَﺎ ﻗَﺎﻋِﺪُﻭﻥَ
[19] Mâide, 5/25: ﻗَﺎﻝَ ﺭَﺏِّ ﺍِﻧِّﻰ ﻟﺎَٓﺍَﻣْﻠِﻚُ ﺍِﻟﺎَّ ﻧَﻔْﺴِﻰ ﻭَﺍَﺧِﻰ ﻓَﺎﻓْﺮُﻕْ ﺑَﻴْﻨَﻨَﺎ ﻭَﺑَﻴْﻦَ ﺍﻟْﻘَﻮْﻡِ ﺍﻟْﻔَﺎﺳِﻘِﻴﻦَ
[20] Nûh, 71/5-6-7: ﻓَﻠَﻢْ ﻳَﺰِﺩْﻫُﻢْ ﺩُﻋَٓﺎﺀِٓﻯ ﺍِﻟﺎَّ ﻓِﺮَﺍﺭًﺍ﴿﴾ ﻭَﺍِﻧِّﻰ ﻛُﻠَّﻤَﺎ ﺩَﻋَﻮْﺗُﻬُﻢْ ﻟِﺘَﻐْﻔِﺮَ ﻟَﻬُﻢْ ﺟَﻌَﻠُٓﻮﺍ ﺍَﺻَﺎﺑِﻌَﻬُﻢْ ﻓِٓﻰ ﺍٰﺫَﺍﻧِﻬِﻢْ ﻭَﺍﺳْﺘَﻐْﺸَﻮْﺍ ﺛِﻴَﺎﺑَﻬُﻢْ ﻭَﺍَﺻَﺮُّﻭﺍ ﻭَﺍﺳْﺘَﻜْﺒَﺮُﻭﺍ ﺍﺳْﺘِﻜْﺒَﺎﺭًﺍ ﴿﴾
[21] Nisâ, 4/136: ﻳَٓﺎﺍَﻳُّﻬَﺎ ﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﺍٰﻣَﻨُٓﻮﺍ ﺍٰﻣِﻨُﻮﺍ ﺑِﺎﻟﻠّٰﻪِ ﻭَﺭَﺳُﻮﻟِﻪِ ﻭَﺍﻟْﻜِﺘَﺎﺏِ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﻧَﺰَّﻝَ ﻋَﻠٰﻰ ﺭَﺳُﻮﻟِﻪِ ﻭَﺍﻟْﻜِﺘَﺎﺏِ ﺍﻟَّﺬِٓﻯ ﺍَﻧْﺰَﻝَ ﻣِﻦْ ﻗَﺒْﻞُ
[22] Ebu’l-Berekât en-Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, Dâr-u İbn Kesîr, Beyrut, Dımeşk, 2008, I, 323.
[23] Şuarâ, 26/84: ﻭَﺍﺟْﻌَﻞْ ﻟِﻰ ﻟِﺴَﺎﻥَ ﺻِﺪْﻕٍ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺎٰﺧِﺮِﻳﻦَ
[24] Muhammed Yusuf el-Kandehlevi, Hayâtü’s-Sahâbe, Müessesetü’r-Risâle, I, 120-121.