Kur’ân-ı Kerîm, Fizik ya da Kimya kitabı değildir. İnsanın aklıyla bulacağı hususlardan ziyade büyük akıl sahiplerinin ihtilaf ettiği, hayretler içinde kaldığı, “Allah Y âlemin yaratılışı, insanın dünyada oluş gayesi, diriliş, haşr, ahiret için dünyayı imar etmek” gibi hususlar üzerinde durdu. İlme, siyasete, ictimâîyâta, iktisada ahiret ayarı getirdi. İnsanın yaratılıştan sahip olduğu meziyetlerle değil, ahlak gibi sonradan elde ettiği hususiyetlerle bir kıymete sahip olduğunu söyledi.
Allah Y, “İnsan ancak sa’y-u gayretinin sonucunu elde eder.”[1] buyurmaktadır. Kim çalışırsa Allah’ın Y kâinat ayetlerini o okur, sırlarını o keşfeder. Kur’ân-ı Kerîm, insan bedeninden ruhuna[2] kadar beşeriyetin maslahatına olan her ilim dalında araştırma yapmayı emreder. Bu yüzden Fıkıh’ta (Hukuk) İmam-ı A’zam Ebû Hanife’yi, Hadis’te İmam Buhari’yi, Nahiv’de Sibeveyh’i, Kelam’da İmam-ı Gazzali’yi, Belagat’ta Cürcanî’yi, Tefsir’de Fahruddin Razi’yi yetiştiren İslâm müntesiblerini hayatın her alanında çalışmaya sevk etmiş, Müslüman âlimler insanlığın faydasına olan bütün disiplinlerde kurucu metinler telif etmişlerdir. Küresel güçlerin gönüllü işbirlikçilerinin idaresi altındaki Bilad-ı İslâm’da okutulan tarih kitaplarının asıl gayesinin emperyalistleri tazim etmek olduğundan dolayı “yalan”, hakikat; “masal” da tarih olarak okutulur. Uluslararası âdil bir mahkeme olsa ve Müslümanlar Batılılara patent davası açsa, Müslüman çocuklarına da büyük kâşif olarak tanıtılan Batılıların gerçekte kopyacı ya da hırsız olduğu görülecektir. Batı, XVII. yüzyıla kadar “hela”nın meşruyetini tartışırken Müslümanlar asırlar önce makinalar icat etmişti.
Modern mühendisliğin kurucusu kabul edilen İsmâil b. Rezzâz CEZERÎ, 1205’te tamamladığı “Kitâb fî marifeti’l-hiyeli’l-hendesiyye” adlı eseri ile hendeseye büyük katkıda bulunmuştur. Cezerî; imal ettiği, kurulum ve kullanımını anlattığı mezkûr eserinde konik vanalar, kapalı kum kutularında pirinç ve bakır döküm, tekerleklerin balansı, ahşap şablon kullanılması, âletlerin kâğıttan maketlerinin yapılması, su akıtan savakların ayar edilmesi, çarpılmayı en aza indirmek için ahşabın tabakalar halinde kullanılması, gerçek anlamda emme borusunun kullanılması, suyunu belli bir zaman aralığı ile boşaltan kaplar ve daire sektörü dişlileri ve Avrupa mühendislik terminolojisine giren makine parçaları ile çığır açmıştır. Bunlardan bir kısmını Avrupa, yüzyıllar sonra kendi keşfetmiş gibi piyasaya sunmuştur. Kapalı kum kutuları ile döküm Avrupa’da üç asır sonra 1500 yıllarında başlamış, konik vanalardan ise 3 asır sonra ilk olarak Leonardo da Vinci (ö. 1519) bahsetmiştir. Cezerî’nin bahsettiği su saatinde seviye kontrol cihazına benzer ve buhar kazanlarında kullanılacak âletin patenti ise İngiltere’de 1784 yılında alınmıştır.[3] Sosyoloji’nin kurucusu kabul edilen Auguste Comte’den (ö. 1857) dört buçuk asır önce İbn Haldun (v. 1406) muhalled tarih kitabına yazdığı “Mukaddime” ile Sosyoloji’yi tesis etmiştir. Cebir ilmini icad ederek matematiği günlük hayatın içine sokan ilim adamı Muhammed b. Mûsâ HÂRİZMÎ’dir(v 850). Hârizmî; matematik, coğrafya ve astronomide kurucu isim kabul edilmiştir. Tıpta İbn Sina ve İbn Rüşd, coğrafyada çığır açan Muhammed İdrisî (v. 1165), siyaset biliminde İbn Bacce (v. 1139), astronomi, matematik, fizik, tıp, coğrafya ve tarih başta olmak üzere çeşitli alanlarda önemli eserler veren Bîrunî (v. 1061) Müslüman âlimlerden birkaçıdır.
Ne var ki işgal güçleri İslâm coğrafyasında kurdukları okullarda Müslümanların çocuklarına, “İslâm terakkiye manidir.” diye bir yalan öğretti. Sistemi de ilim üzerine değil, bu yalan üzerine bina etti. Bu yüzden mezun olan öğrencilerin önemli bir bölümü ya İslâm’a inanan fakat yaşamayan ya da hem inanmayan hem de düşman olan bireyler olarak milletin karşısına çıktı. Dedeleri ya da babaları kâfirler tarafından şehit edilen bir ümmetin çocukları ülkelerini işgal eden, sömüren, soykırım yapan, iffetleri çiğneyen Batı’yı medeniyet, İslâm’ı irtica olarak tanıdı. Bu yüzden 1940’lı yıllarda pek çok Müslüman evladını, “Yanımda kalıp çobanlık yapması okuyup da dinsiz olmasından evladır.” diyerek okula göndermedi.
Harf inkılabıyla tarihinden kopan, ecdadına ait eserlerin olduğu kütüphanelere ecnebi bir seyyah gibi giren talebeler mekteplerde anlatılan yalanları tesbit etme imkânına sahip değildi. Emperyalist devletler, İslâm ülkelerini pazarları olarak gördüklerinden imanlı ilim adamlarının farklı ilim dallarında büyük projeleri hayata geçirmelerine müsaade etmedi. Doğu’dan Batı’ya beyin göçü oldu.
İslâm’ın hâkimiyet yıllarında nasıl her alanda âlim yetiştiğinden habersiz olan gençler, Batı taklitçisi yönetimlerin tek mahareti kadını açmak olan politikasını muasır medeniyet seviyesi olarak gördü. Tarihin hiçbir döneminde beyinler geçen asırda olduğu gibi iflas etmedi.
İlk ayetiyle insanlara okumayı emreden, bunu da her şeyin okunmasına delalet etmesi için mefulünü hazfederek getiren Allah Azze ve Celle, sanki Mü’minlere şöyle demektedir: “Seni yaratan Rabbinin adıyla insanlığın maslahatı için ne gerekiyorsa onu oku.” O halde tarihte Müslümanların matematikte, fizikte, tıpta kurucu metinler yazan âlimleri çıkarmasına rağmen bugün bundan mahrum olmaları, Kur’ân okumaları sebebiyle değil; İslâmiyet’in ruh kökünden koparılmaları, Batı’yı tazim eden bir eğitim sistemi içerisinde yetiştirilmeleri, en yetenekli evlatlarını Batı’ya kurban vermeleri sebebiyledir.
Gazzali’den İbn Bacce’ye hayatın bütün şubelerini kuşatacak bir şekilde eserler telif eden ulemayı besleyen Kur’ân-ı Kerîm, elimizde ki Kur’ân’dır. O halde sorun Kur’ân’da değil; onu kapatan, buna mukabil Batı’nın yalanlarını nass gibi gören taklitçi kafadadır.
[1]-Necm, 39.
[2]–“İnsan neden yaratıldığına ibretle baksın.” Tarık Sûresi’nin 5. ayet-i kerimesi insanı embriyoloji üzerinde yoğunlaşmaya; “Kendi ruh dünyanızda dahi Allah Teâlâ’nın varlığına delalet eden nice ayetler var. Bunları görmüyor musunuz?”(Zâriyât, 21) mealindeki ayet de psikoloji üzerinde derinlikli çalışma yapmaya çağırıyor.
[3]-Bkz. Ahmed Yûsuf el-Hasan, “el-Cami beyne’l-ilm vel-ameli’n-nafi fî sına ati’l-hiyel”, Ebhasü’l-muhtemeri’s-seneviyyi’s-sani li’l-cemiyyeti’s-Sûriyye li-târîi’l-ulûm, Haleb 1979, s. 99-103; Cezerî, DİA.