Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) insanların düşüncelerine olduğu gibi, hayatlarına da müdahale etti. O bir ırkın değil, İslam milletinin Hamurkâr’ıydı. Kimseyi ayırmadı, Habeşli Bilal b. Rebah’ı da, Kureyşli Ebu Cehil’i de davet etti. Arab’a da, Acem’e aynı yakınlıkta durdu. Suheyb’in de, Ebû Bekir(radiyallahu anhuma)’in de Peygamberi’ydi. Dünya protokollerinde yeri olmayanlar, Onun meclisinde en önde oturdu. Irka, makama, nesebe göre insanları değerlendiren sistemler en esaslı darbeyi Ondan yedi. Bir Arab dahisi olsa Hicaz’da ki bütün kabileler Onun bayrağı altında toplanır, belki de Ona ilk olarak Ebû Cehil iman ederdi. Fakat O, öyle yapmadı. Irka değil, imana dayalı bir devlet kurdu. Medineli Müslümanlara Ensar, Mekke’den gelenlere ise Muhacir dedi. Ümmeti arasında farklı ırktan ve milletten çok sayıda insan vardı. Fakat onları Mekkeli, Medineli, Yemenli diye gruplara ayırmadı. Hepsi bir kıbleye yöneldi, aynı Kitab’ı okudu, aynı sancak altında toplandı.
Fetihten sonra hemşehrilerini Mekke’de bırakıp, Medine’ye Ensar’la döndü. Farklı milletlerin çocuklarını aynı ideal etrafında topladı. Ümmet yapısı defalarca saldırılara maruz kaldı. Fakat Hamurkâr’ı olduğu “bunyan-ı marsus” hiç sarsılmadı.
Allah Resulü(sallallahu aleyhi ve sellem)’nün yüreklere aşıladığı, “İslam milleti hassasiyeti”, kavmiyetçilikle zayıflayınca, harici saldırılar karşısında ümmetin direnci kırıldı. Asrın sözde rehberleri, ötekileştirdiği kardeşleriyle ihtilaf edip yeni ayrışma alanları oluşturmayı davaya sadakat olarak gördü. Bediuzzaman’ın kardeşlik risalesinde dikkat çektiği binlerce mevzudaki birlik, birkaç ihtilafa kurban edildi.
Emperyalist Strateji: Türkçülük, Kürtçülük
Emperyalizm, Müslümanlar arasında sun’i ihtilaf alanları oluşturmayı, sonra da bunlar üzerinden ümmeti parçalamayı riski en az, etkisi ise en yüksek bir senaryo olarak gördü. Bu yüzden mezkür senaryoyu değişmeyi hiç düşünmedi. Alem-i İslam’a ümmet yerine ulus fikri aşıladı. İslam kardeşliği yerine, yeni aidiyetler oluşturdu. Arap İttihadı ya da Kürd Teali Cemiyeti’ne karşı Türk Ocakları kuruldu. Devlet-i Aliyye’nin içerisinde hakimiyeti ele geçiren Jön Türkler ümmeti bölen, ırka dayalı bir teşkilatlanma içerisine girdi. Devleti bir arada tutan İslami değerler ya yasaklandı ya da dışlandı. Bütün bunlar Türk, Arap ve Kürd arasındaki kırılmayı daha da derinleştirdi. Küfür pek çok cephede zafer kazanmasına rağmen durmadı, kara propagandaya devam etti. Mısır’ı, Suriye’yi İşgal ederken, Kahire’yi, Şam’ı Paris ya da Londra gibi yapacağını söyledi. Bilad-ı İslam’da ulemanın, “Hilafete karşı İngilizlerle işbirliği yapmak küfürdür.” yönünde ki fetvası itibar görmedi. Ümmet arasına fitne girdi. Onlar Londra’da, Paris’te maddi anlamda refah içerisinde yaşarken bilad-ı İslam sonu gelmez bir kaosa mahkûm oldu. Kavmiyetçilik davası gütmeyi küfür kabul eden Peygamber’in ümmetinin bir kısmı, ırka dayalı devletler kurma peşinde koşarken can verdi.
Din Ajanları
Emperyalizm, bir de din ajanları kadrosu ihdas etti. Onlar vasıtasıyla samimi Müslümanları tahrik etti, daha güçlü olan silahlanıp, “Cihad yapıyorum.” zannıyla zayıf olana saldırdı. Allah Resulü(sallallahu aleyhi ve sellem)’nün müslümanın müslümana silah çekmesinin cahiliyyeye dönüş olduğunu bildiren hadisi tevil edildi. Tevilcilerin yalanları, Peygamber doğrusundan daha çok itibar gördü. Müslüman bir grup, diğerine karşı Batılılarla ittifak etti fakat Müslüman kardeşiyle oturup, “Bu bizim meselemiz, gel birlikte çözelim.” demedi.
Mali İşgali
Fransızlar Mali işgalinde aynı senaryoyu uyguladı. Selefi bir grup, ehl-i bidat olarak nitelediği Müslümanların yedi asırlık bir mabedini, bir tarafında türbe var gerekçesiyle yıktı. Kısa zamanda sair tahriklerle ülke bir kaosun içerisine sürüklendi. Mağdurlar Batılılarla ittifak arayışına girmeye zorlandı. Yani ezilenler önce denize atıldı, sonra ise yılana sarılmaya mahkum edildi. İbn Übey’in tahriki neticesinde Evs ve Hazreç kabileleri sopalarla birbirine saldıracağı sırada, Allah Teala bütün Müslümanları sulhta görev almaya, mütecaviz, Allah’ın talimatına dönünceye kadar mazlumların safında ona karşı savaşmaya çağırmıştı (Hucurât: 9; Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl, III, 248). Ne varki ilahi talimatların uygulama mercii olan hilafeti kaybeden müslümanlar bu ilahi emri şu kadar zamandır yerine getirememekte.
Suriye’de İslam Kadını, Bangladeş’te Gulam Azam
Ayet-i kerimeler, Allah Teala’nın ilahi talimatlarıdır. O talimatlardan birisi de, “Ey Rabbimiz! Katından bize bir dost, katından bize bir yardımcı gönder.” diye feryat eden mustazafların sesine kulak vermektir. Nitekim eş-Şerhu’s-Sağir ve elBahru’r-Râik’de fukaha, “Şarkta yani dünyanın doğusunda bir Müslüman kadın, kafirler tarafından esir alınsa garptaki yani batıdaki bütün Müslümanlara o kadını kurtarmak farzdır. Gerekirse bunun için bütün mallarını fidye olarak verecekler, o Müslüman kadını esaretten kurtaracaklar.” demektedir. Arakan’da Budistler Müslümanların evlerini bastı, babalarının gözü ödünde ümmetin kızlarına tecavüz etti, bir anne, “Ya Rab! Takatimiz tükendi, artık dayanamıyoruz. Bizi, bu acılardan kurtaracak ölümü gönder!” diye feryat etti. Geçen hafta Suriye’de eşini kaybeden bir kadın, Türkiye sınırına yakın bir bölgede soğukta donan yavrusunu ısıtacak bir ateş, saracak bir elbise bulamadı, çocuğu kollarında ruhunu teslim etti. Daha sonra o İslam kadını aklını kaybetti. Hama’da, Hımıs’ta anneler yavrularının cansız bedenleri üzerine kapanmış ağlıyor, Halep sokaklarında Halitler Muhammetlerin tabutlarını taşıyor. “Ümmet tek bir sancak altında toplanmalı, bu yüzden Bangladeş Pakistan’dan ayrılmamalı” diyen Cemaat-i İslami’nin 91 yaşındaki lideri Gulam Azam, ittihad-ı İslam davasına bağlılığından dolayı idama mahkum edildi.
Küfür Tek Millet
Muzdaribler mahşerine dönen İslam Coğrafyası kapsamlı bir kuşatma altında. Emperyalizm, siyaset ve din ajanlarıyla el ele verip tek bir millet olmanın gereğini yapıyor. Burada asıl konuşulması gereken ise ihtilafta direten, ittifak mevzularını konuşmama ısrarını sürdüren, İslam dışı unsurlarla ittifak içinde olan Müslümanların, “İttihad-ı İslam marjinaldir. Dünyada yeni çatışma alanları oluşturur.” şeklindeki sakim nazarlarıdır.
Halçaresi
İslam coğrafyasındaki fikri ve fiili işgallerin nihayete ermesi, kayıtsız şartsız Allah Resulü’nün millet örgüsüne dönmekle mümkündür. İttihad-ı İslam zannedildiği gibi bir parti, dernek ya da düşünce kuruluşunun beyannamesi değil, Allah Azze ve Celle’nin talimatıdır. Şayet bunu emreden Kur’an, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), mucibince amel eden Yavuz Sultan Selim, II. Abdulhamid –haşa- marjinalse, biz de marjinaliz. Ve marjinal olmayı büyük bir şeref addederiz.
Alametler Beliriyor
Önceki hafta bazı gençler Bilad-ı Şam’da Cuma çıkışında, “Demu’l-Müslim-i vahidun min Suriya ilâ Mali/Suriye’den Mali’ye Müslümanların kanı birdir.” diyerek yürüdü. Çin hapishanelerindeki tutsak Doğu Türkistanlı Müslümanlar Şam’ın hürriyeti için dua etti. Irak’ta Malikî’ye karşı intifada devam ediyor. Moritanya’lı 39 alim Fransa’nın Mali işgalinin uluslararası sömürü zincirinin bir devamı olduğunu ve Müslümanları desteklemenin vacip olduğunu bildiren bir fetva neşretti. Coğrafyamızın farklı noktalarında yeniden İslam Çağı’na doğru gidişin alametleri beliriyor. Allahu Ekber ve lillahilhamd.
(Hüküm Dergisi 2. Sayı / Şubat 2013)