Hilafet’in ilgasından sonra ümmet, hem işgalcilere hem de işbirlikçilere karşı mücadele eden geniş tabanlı İslamî direniş hareketleri kurdu. Hareketler pek çok bölgede Müslümanların yekununu temsil etti. Emperyalistler, İslamî hareketlerin içine nüfuz edip onları parçalayamayınca güçlerini kırmak için mustagriblerden müteşekkil, sözde direniş örgütleri kurup yönetti. Filistin Kurtuluş Örgütü bu bağlamda, Müslüman Kardeşlerin kontrolündeki cihadı engellemek ve İsrail’i rahatlatmak için oluşturulan bir sol ittifaktı. Nitekim Hamas kurulana kadar İslamî cihadı gölgede bıraktı. Gerek BM gerekse de İKO nezdinde Filistinlilerin temsilcisi olarak kabul gördü. Hareketin yıllarca liderliğini yapan Yaser Arafat uluslararası güçlerle iç içe çalıştı.
Emperyalistler, her hangi bir İslamî direnişin başarıya ulaşacağını fark ettikleri anda ya sol ya da gayri İslamî unsurlardan yeni bir yapı tesis ederek hem halkı böldü hem de İslam Devleti kurma idealini akamete uğrattı.
Her nev’î kirli propagandaya rağmen Ümmet, direniş hareketlerine sahip çıktı. Kısa zamanda Cava Adaları’ndan Cebel-i Tarık’a kadar evrensel kardeşlik hatları kuruldu. Müslümanlar küfrün karşısında “tuğlaları birbirine kenetli duvar” gibi durdu. Afganistan’da Rus işgaline karşı direnen mücahidler ümmetin yekunu tarafından desteklendi. Cihada kimi malıyla, kimi de canıyla katkıda bulundu. Bosna’daki direnişi de bilge devlet ve siyaset adamı Aliya İzzet Begoviç yönetti. Direniş onun etkisiyle İslamî bir kimlik kazandı. Çeçenistan’daki cihad İmam Şamil’in çizgisinde sufî bir direniş olarak destanlar yazdı. Eritre ve Moro’daki direnişleri de İslamî hareketler yönetti.
İslam coğrafyasındaki direniş hareketlerinin önemli bir bölümünün nihaî hedefi Müslümanların tek bayrak altında toplanmasıdır. Her ne kadar bazı hareketler şartlardan dolayı hatt-ı müdafaa yapıyor görünse de hedefler noktasında sath-ı müdafaanın mucebince amel etmektedir. O satıh da bütün Âlem-i İslam’dır.
Müslüman Kardeşler Hareketi
Müstagriblerin işgali altında bulunan Arap dünyasındaki direnişin merkezinde şüphesiz ki Müslüman Kardeşler/ el-İhvânu’l-Muslimûn” vardır. Müslüman Kardeşler, kuruluşundan kısa zaman sonra her cepheye imdad eden ve ırkçı emperyalizme karşı direnen uluslararası bir kardeşlik örgütü haline geldi. İhvân, bu yolda pek çok bedel de ödedi. Şehidler verdi. Üyeleri müebbed hapislere mahkum oldu. Kurucusu Hasan el-Bennâ 1949’da kurşunlanıp şehid edildiğinde İhvân Hareketi’nin bütün üyeleri Kral Faruk’un emriyle hapishanelerde tutukluydu. Bu yüzden Şehid’in tabutunu elektriklerin kesik olduğu bir gecede yaşlı babasıyla birlikte dört kadın tankların arasından kabre taşıdı.
Arap Baharı’ndan İslam Baharı’na
Direniş hareketlerinin ortak hedefi İslam ülkelerinin “halis hürriyete” kavuşmasıdır. Bu noktada pek çok eser telif edildi. Fıkhın hemen her mevzusuyla alakalı müstakil kitaplar yazıldı. Batı Hukuku’yla mukayeseli çalışmalar yapıldı. Siyasi alanda da mücadele verildi. Bu uğurda da bedeller öndendi. Bu süreçte her Müslüman, mustagriblerin işgalinden kurtulmanın hesabını yaptı. İşte “Arap Baharı” böyle bir beklenti içerisinde başladı. Hareketi mustagriblerin lehine yönetmek isteyen emperyalistler, onu İslamî hassasiyeti olmayan bir halk hareketi olarak niteledi. Böylece farklı isim ve yönetim şekilleriyle de olsa İslam Dünyası’nı idare etme imkanını elde tutacaklardı. Hadisenin bu boyutunu fark eden İhvân Hareketi değişim sürecinde aktif olarak sahnede durmadı, ortalıkta görünmedi. ABD, Muhammed Baredey gibi sahte kahramanları devreye sokarak niyetinin “süvari” değişmekle sınırlı olduğunu ihsas ettirdi. Fakat seçim, “Arap Baharı”nın kaçınılmaz olarak “İslam Baharı”na doğru evrilmesi gerektiğini ilan etti. Böylece İhvân, Mısır’da büyük bir zafer kazandı.
Bütün bunları ABD’nin siyasi hamleleri olarak görmek Roma gibi emperyalist devletlerin yıkılışını inkar etmek kadar garip bir izahdır. Nasıl ki Roma, en güçlü olduğu bir anda yıkıldıysa; Çağımızdaki Emperyalistler de, iktidarlarının sidre-i müntehaya ulaştığı bir anda zevalle tanışacaktır.
Hakikat bu iken, her müsbet adımı ABD’nin stratejik planı olarak görmek, “Allah murad etmedikçe kişiye hiçbir gücün zarar veremeyeceği ya da muhtemel zararı def edemeyeceği” akidesine aykırı bir kabuldür. Emperyalist ideolocyanın müfredatını esas alan fakültelerden mezun olan Müslüman analistlerin bu meyanda ki ABD yorumları Müslümanlara aşağılık kompleksi verdiği gibi, onları müebbed köleliğe de mahkum etmektedir. Ne var ki, bazı Müslümanlar tarafından her siyasi hamleyi yöneten irade olarak görülen ABD, global ekonomik krizlerde ağır darbeler aldı. Mavi Marmara saldırısı da İsrail adına hezimetle sonlandı.
Sorun Nerede?
O halde neden Müslümanlar idraki bu derece basit mevzularda yanlışlara savruluyor? Sorun nerede? Sorun, Müslümanların “Allah-u Ekber”in neler söylediğini anlamadan dünyayı algılama sürecine dahil olmalarındadır.
Tabiî ki uluslararası güç merkezleri, “Arab Baharı” sürecinin içerisindedir. Aksini söylemek görüneni inkar olur. Fakat süreç, onların planladığı gibi işlemedi. Ümmet, bir asırlık direnişin tecrübesiyle, tuzakları önceden fark etti ve onları aşmak için yeni stratejiler geliştirdi. İslam’ı ilmihal, uluslararası siyaseti ise Batı’nın kurduğu ve şekillendirdiği üniversite müfredatı seviyesinde bilen, hadiseleri İslam’a göre tahlil ettiği zannıyla hükümfermada bulunan Müslüman siyasetçilerin İhvân’ın yöneticileriyle görüşmeden, “Bu bir ABD projesidir.” demeleri, Müslümanları siyasi hamleler yapabilme istadından mahrum görme kabulü üzerine ibtina etmektedir. Ayrıca bilinmeli ki, bu bakış açısı emperyalist güçlere ve onların işbirlikçilerine karşı mücadele veren muzdarib ümmeti de, dünya Müslümanlarının desteğinden mahrum bırakmaktadır.
ABD – İran İttifakı
Menfi propaganda belli ölçüde kabul gördü ve Müslümanların Türkiye’deki siyasi mücadelesinin uluslararası en büyük destekçisi olan İhvân Hareketi özellikle Suriye Cephesi’nde yalnız bırakıldı. Bu yalnızlaştırma politikasına da İran’ın mağduriyeti gerekçe gösterildi. Ümmet, İran’a tercih edildi. ABD’nin Irak’ı işgaline destek veren Şii grupların hamisi olan İran, mazlum addedildi. Her türlü siyasi oyunun kurucusu olarak kabul edilen ABD, zalim bir Sünnî’den aldığı Irak’ı fanatik bir Şii’ye teslim etti.
Emperyalist güçler kirli propaganda ile Müslümanları özellikle de İhvân Hareketi’ni yalnızlaştırma gayretinden ödün vermedi. Bunda başarılı oldukları oranda, hayatı istedikleri istikamette şekillendirdiler. Yönetmekte aciz kaldıkları, “Arap Baharı”nı da kendi menfaatleri çerçevesinde yapılandırma arayışına girdiler. Emperyalistler, Mısır’ı yönetemediğinden karıştırdı. Suriye’de de Esed’i destekleyerek Müslümanları, kendi süvarisini kabul etmeye zorlamakta.
Eğer Müslümanlar Özgür Suriye Ordusu’nun yanında yer alarak mazlumları desteklemezse rejimin devrilmesiyle kazanılan zafer, tıpkı Eritre’de olduğu gibi ABD’nin işbirlikçileri üzerine kaydedilebilir?
İran-İsrail sözlü sataşmasının İran’ın Ehl-i Sünnet Cephesi’nde yeni dostlar kazanmasına matuf olduğu, mücadelenin hiçbir dönemde “fiili hamle” aşamasına geçmemesiyle zahir oldu. ABD, İran himayesinde Müslüman katleden Esed Rejimi’ni destekleyerek İran’ın “ittihad-ı İslam”ı engelleme noktasında kendisi için ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu da ifşa etti. ABD, İran’a Hindistan’dan Akdeniz’e kadar uzanan bir alanı açarak “İttihad-ı İslam”ın muhtemel başkenti olan İstanbul’u çevre ülkelerden kopardı.
Suriye Cephesi’nden gelen, “Cennet’e kadar direnişe devam” mesajları göstermektedir ki Ümmet bu defa fikrî ve amelî hasılasını emperyalistlere kaptırmayacak… Zira Cihad’ın manevi lideri Usame er-Rifaî, Hüküm Dergisi aracılığıyla kamuoyuna şu kararlılığı iletmişti: “Kırk yıl bu rejime karşı direnenler, emperyalist dayatmalara da bir o kadar yıl direnmeye hazırdır.”
(Hüküm Dergisi 5. Sayı / Mayıs 2013)