Ayakların birbirine dolandığı, kabirle dünyanın aynı karede ictima olduğu ayrılık anında geride yetimler bırakan bir baba gideceği yer kadar ayrılacağı dünyayı da düşünür. Bu yüzden “yâ hasretâ” ya da “yâ tarabâ” ifadeleri arasında en güvendiği dostunun adını telaffuz eder. Yetimlerini ona vasiyet eder. Rahman olan Allah Azze ve Celle’de insanlığı himaye ve idare etme vazifesini, onlar üzerine “şahit” olarak tayin ettiği Müslümanlara vermiştir. Çünkü insanlığı en hassas şeriat ölçülerine göre idare etmek için gerekli olan şefkat ve merhamete sadece onlar sahiptir.
Sonu Gelmeyen İhtiraslara Ramazan Ayarı
Şefkat, merhamet ve adalet gibi vasıfların duymak, görmek, koklamak gibi bir hasseye tahavvül edebilmesi için de ona namazı, orucu emretmiştir.
Nefis, yıkar, çalar, zimmete geçirir. Devlet kontrolünün sarsıldığı, büyük çapta yağmaların yaşandığı zamanlarda nefsin buyrukları nass olur. Ramazan ise nefse merhamet ayarı yapar. Oruçla, ruh nefse, akıl şehvete meydan okur. Sonuçta nefis, ruh karşısında büyük bir yenilgiye mahkum olur, idlal ve iğvanın saltanatı sarsılır.
Müslüman Ramazan’da sahurdan iftara kadar bekçi ya da muhafızın olmadığı bir manevi murakabe altındadır. Allah emretti diye, kendi malından ağzına bir lokma koymaz. Kendi malını yemeyen millet malı yer mi?
Allah emretti diye imsaktan iftira kadar hanımıyla birlikte olmaz. O emretti diye helaline yaklaşmayan, namahreme bakar, zina yapar mı?
Yazda da, kışta da Allah Azze ve Celle’nin talimatı gereği iftira kadar su içmez. Kendi suyunu içmeyen su savaşları planlar, her nevi fesadın esası olan içkiyi içer mi?
Uzun yaz günlerinde açlığın susuzluğa karıştığı iftar öncesinde mükellef bir sofra başında bekleyen müslümana orucu bozması karşılığında büyük mükafatlar vaad edilse, güneş batmadan yani müezzin Allah-u Ekber demeden o, bir lokma yemez. Allah Azze ve Celle, müsaade etmedi diye kendi malından bir lokma almayan, devlet malı yer mi?
Oruç müslümana açlığı tattırır, ızdırabı öğretir. İnsan aç kaldıkça açları daha iyi anlar. O, bir mülteci kampında, bir Afrika çölünde, bir aş evinde ya da yetimhanede yapılan ziyaretten çok daha fazlasını öğrenir oruç mektebinde. Oruç tuttukça sadakayı artırır. Açlığı yaşadıkça, aş evleri açmanın önemini anlar.
Fukara ile Aynı Dili Konuşmak
Hz. Yusuf Mısır’daki kıtlık yıllarında zahire ambarları emrinde olmasına rağmen üç günde bir yemek yerdi. Nedeni sorulduğunda ise şöyle demişti, “Tok karınla zahire almak için gelen aç insanların hali anlaşılmaz. Onlarla aynı duyguyu yaşamak, aynı dili konuşmak için üç gün bekliyorum.”
Allah Resulü (ﷺ) de, açlarla aynı duygu dilini konuşabilmek, aynı hali yaşayabilmek için, evinin değişmesine, değiştirilmesine müsaade etmemişti. Devlet başkanıydı oysa. En zengin o olmalı, en müreffeh ev Ona ait olmalıydı. Fakat günler geçti evinde ocak kaynamadı. O ve ailesi su ve hurma yedi. İrtihal ettiğinde de zırhı, ekmeklik un için aldığı arpa karşılığında bir Yahudi’de rehindi.
Oruç mektebinde yetiştirdiği ashabı da Onun gibi yaşadı. Açlara sadaka vermeye parası olmayanlar Medine’nin sıcak günlerinde hamallık yaptı, para kazandı, sadaka verdi.
Hz. Ömer, Medine’ki “açlık yılında”, günlerce kendini ihmal etti, açlıktan guruldayan midesine, “Ne kadar ses verirsen ver, bu ümmet doymadan sen de doymayacaksın.” dedi.
Yılda tam bir ay oruç mektebinde açlık ve susuzlukla merhamet ve şefkat tahsil eden bu ümmet, şehirlerde sebiller yaptı; çöllerde yol boylarında su kuyuları açtı. En işlek caddelere, cami önlerine sadaka taşları koydu. Külliyeler içerisine aş evleri inşa etti.
Çad’da Osmanlı Çeşmesi
Malezya’da ders çıkışı evine doğru yürüyen bir kardeşimizin yolunu kesen Afrikalı dört Müslüman selamdan sonra, Ona hitaben; “Sen Türk müsün? diye sordu.
-Evet. Ya Sizler.
-Biz Çad’lıyız.
-Bu alakanın sebebini öğrenebilir miyim?
-Bizim köye Osmanlı bir çeşme yaptırdı. Teşekkür etmek istedim.
Ne Olur Gelmeyin!
Vasat ümmet olmasının bir gereği olarak zimminin de, hayvanın da hakkını Müslümanlar korudu. İstanbul fethinden sonra Fransa’da toplanan Haçlı Ordusu’nu yola çıkmadan durduran İstanbullu rahipler, “Ne olur İstanbul’a gelmeyin. Biz Osmanlı idaresinde eskisinden daha huzurluyuz. Bizans mahkemelerinde göremediğimiz adaleti Osmanlı-İslam mahkemelerinde bulduk.” demişlerdi.
Karıncayı Komşu Kabul Edince
Allah Resulü’nün (ﷺ) “İttekullahe fî hazihi’l-behâimi’l-mu’ceme… Bu dilsiz hayvanların hukukunu koruma noktasında şeriat ölçülerine riayet edin.” buyruğunu dinleyen sahabe, merhameti hayvanların dünyasına da taşımıştı. Onun öğrencilerinden Adiyy b. Hatim eline ekmek alır belli noktalarda onları yere ufalardı. Neden böyle yaptığı kendisine sorulduğunda, “İnnehünne Cârâtun lenâ… Onlar komşularımız, üzerlerimizde hakları var.” demişti.
Onun öğrencileri hayvan komşularının haklarını korumak için seferber oldu. Yolda kalan kediler için vakıf kurdu. Fukaha kışın kar bastığında, “Sokakta aç kalan kedi hangi kapıya iltica ettiyse ev halkının onu himaye etmesi farzdır.” dedi.
Batı’da Hayvan Mahkemeleri, Doğu’da Yahudi Hakkı
Batılılar ondokuzuncu yüzyıla kadar insanlığın yüz karası olan “hayvan mahkemelerinde” gavurlara zarar veren hayvanları yargıladı. Köpek, kedi, fare suç(!) durumuna göre bazen idama bazen müebbed hapse mahkum oldu.
Romalılar, arenalarda kendilerinden olmayan insanları arslanlara parçalatırken, Medine’de sahabe Peygamber’den (ﷺ) müslümana karşı Yahudi’nin hakkını savunan tam on bir ayet dinledi. On bir ayet İslam düşmanı bir millete mensub olan bir Yahudi’nin hakkını müdafaa etti.
Yahudi Masum, Tu’me Mahkum
Tu’me adında dışıyla İslam’a mensub olan birisi Ensar’dan bir müslümanın zırhını çalmıştı. Kendisinden şüphelenildiğini hissedince, un çuvalı içine sakladığı zırhı bir Yahudi’ye emanet verdi. Kendisine sorulduğunda ise zırhı almadığına dair yemin etti. Zırh, Yahudi’nin evinde çıkınca Tu’me ve adamları yanlışta ısrar etti, Allah Resulü’ne (ﷺ) gidip yalan beyanda bulundu. Her meselede fitne başı olan fakat bu hadisede masum olan Yahudi, zırhı kendine Tu’me’nin verdiğini anlatamadı, kimseyi ikna edemedi. Allah Resulü (ﷺ)Tu’me’nin masumiyetine hükmedecekti ki, Cebrail mevzuya dair on bir ayet getirdi. O güne kadar hiçbir millete ait hiçbir mahkeme salonu böyle bir davaya tanıklık etmemişti. Bir tarafta davalı İslam düşmanı bir Yahudi, karşı da ise davacı bir Müslüman vardı. Ortada ise davacı lehine uydurma deliller…. Her şeye rağmen sonuç, “İslam düşmanı Yahudi’nin masumiyetine, Tu’me’nin sırkat haddinden mahkumiyetine” diye çıktı.
Rabiatu’l-Adeviyye’de Şuheda, Tahrîrde Kutlama
Bu ümmet on iki asır dünyaya şahit ve hafız oldu. Müslümanlar gibi zimmiler de onların idaresinde itminana erdi. Hayvanın da insanın da haklarını onlar korudu.
Hayvan mahkemelerinde kedileri, köpekleri müebbed hapse mahkum edenler, Müslümanlara bakarak şehirlerine merhamet ayarı yapmak istedi. Kısa zamanda pek çok şehirde hayvan sever dernekler kuruldu. Batı, hayvanı yüceltti fakat medeniyet ufku olmadığından İnsanı kahretti. Hayvan hakları savunucuları yetiştiren kurumların yüz katı büyüklüğünde kitle imha silahları üreten fabrikalar kurdu. Londra’da bir köpek katledildiğinde televizyonları saatlerce yayın yaptı, kendi silahlarıyla katledilen Müslümanlar, bulunan toplu mezarlar, yapılan darbeler, bültenlerinde üçüncü dördüncü sırada haber değerine layık görüldü. Rabiatu’lAdeviyye’de şehitler taşınırken, Tahrîrde kutlama yapıldı.
Kendi malından bile dilediği gibi tasarrufta bulunamayacağından habersiz bir güruhun yönettiği dünyada, fakirler tarihin hiçbir döneminde bu günkünden daha kötü bir durumda olmadı. Yemekte sınır tanımayan bu şehvetperestlerin iktidarında artık ahir zamana gelindi. Mazlumları, “Müslümanlar mı geliyor?” diye bir umut sardı. Anneler, yetimler, Bilad-ı Şam’da mustazaflar, Patani’de murabıtlar, Sincan’da mazlumlar “vasat ümmet”in dönüşünü bekliyor. Bütün bir İslam coğrafyasında alimler, veliler, “İstanbul Başkent oldu.” rüyaları görüyor. Ümmet, Afrika çöllerini su kuyuları ile donatan devletin yüreklerdeki iman ve hakikat çekirdeklerini sulayacak hamlesini bekliyor. Somali’deki Türk Büyükelçiliği’ne emperyalistler adına yapılan son saldırı, bu hamleyi engellemek içindir.
Dünyada kan, var, göz yaşı var. Kitabullah gibi, vicdanlar da müslümanı, yeniden yeryüzünün muhafızı olmaya, yeniden sorumluluk almaya çağırıyor.
(Hüküm Dergisi 8. Sayı / Ağustos 2013)