Yolun kıymeti, menzilinden gelir. Dünyanın kıymeti de menzilinin ahiret olmasıdır.
Mü’min her yola çıkarken “Büyük Menzil” olan ahirete gidiyor gibi hazırlık yapar, yakınlarıyla helalleşir. Kalkandelen’den Gostivar’a giderken zihnimde dünyayı, Büyük Menzil’in yolu kabul edip geride sadaka-i cariye olan eserler bırakan ecdat vardı.
GÖÇLER
Farklı zamanlarda Balkanlar’dan Türkiye’ye olan göçlere umûmî mânâda bakıldığında bunun bir proje olduğu anlaşılmaktadır. Emperyalist bir irade Balkanlar’dan Osmanlı/İslâm izini silmek için Müslümanları tehcire zorladı. Göçler, bütün Balkanlar’ı Müslümanlar aleyhinde olacak şekilde etkiledi. Zaman sonra Türkiye’den Rumeli’ye dönmek isteyenlere hiçbir ülke pasaport vermedi. Allah Rasûlü’nün (ﷺ), “Mekke fethinden sonra artık hicret yok; fakat cihad ve niyet vardır. Öyleyse cihada çağrıldığınız zaman hemen katılın.”[1] hadisi göç stratejisinde esas alınsaydı Balkanlar’da kâfirler lehine gelişen kararlar alınmamış olacaktı.
GOSTİVAR KONFERANSI
Gostivar’da ilki konferans olmak üzere üç programımız vardı. Konferansa Makedonya’nın yanı sıra Kosova’nın farklı bölgelerinden gelen genç kardeşlerim ağırlıkta idi. Elhamdülillah… Ali Haydar Efendi Hazretleri sohbet meclisinde bir hafıza aşr-ı şerif okutur sonra da “Bu hafız efendi Kur’ân-ı Kerim’in her yerinden okuyabilirdi. Lâkin burayı ihtiyar etmesi, Allah Teâlâ’nın bu mekanda bu ayetleri konuşmamazı murad ettiğine delalet eder.” der, tilavet edilen ayet-i kerimeleri tefsir ederdi. Biz de “Âdâtu’s-Sâdât, Sâdâtu’l-Âdât/ Büyüklerin âdetleri, âdetlerin büyükleridir.” sözünden hareketle konuşmaya okunan aşr-ı şerifin tefsiriyle başlıyoruz. İshak Danış Hoca’nın okuduğu ayet-i kerimeleri tefsirle başladığım konuşmada -özetle- şunları söyledim:
Siz Murabıtlar’ın Çocuklarısınız “Kardeşlerim! Siz büyük bir tarihin evlatlarısınız. Babalarınız bu toprakları Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ve Kudüs-ü Şerif ’in uç karakolu olarak gördü, murabıt olarak bu diyarlarda nöbet tuttu. Siz, o salih babaların vefalı çocuklarınız. Hz. Zekeriyya (عليه السلام); kemikleri zayıflamış, saçları ağarmış bir hâlde Rabbi’ne yalvarırken “Doğrusu ben, ardımdan iş başına gelecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum; karım da kısırdır. Tarafından bana yerimi alacak bir halef ver! O, Yakub’un dâvâsına vâris olsun” diye dua etmişti.[2] Atalarınız küfürle burada hesaplaştı. Burada son nefeslerini verirken evlatlarının dâvâlarına “hayru’l-halef ” olmalarını niyaz etti. Onlar, canları pahasına da olsa küffarın Anadolu’yu çiğneyerek Kudüs’e, Medine’ye ulaşmasına müsaade etmedi. Osmanlı’dan sonra yetim kalan Rumeli çiğnenirken onlar, Hz. Zekeriyya (عليه السلام) gibi, Allah Teâlâ’dan hayırlı evlatlar niyaz etti. Sizler o duaların bereketisiniz. İçinizdeki iffet abidesi gençleri, Avrupa’nın şehvet ateşinde yanmayan müstakim müminleri çağın Yahyaları olarak selamlıyorum.”
SAAT CAMİİ’NDE SABAH NAMAZI
Konuşmadan sonra gençlerle bir çay ocağında hasbihal ettik. Sabah Saat Camii’nde buluşmak üzere selamlaşıp, ayrıldık. Saat Camii… Cemaat arasında Gostivar dışından gelen gençler de vardı. İshak Hoca sabah namazında Kasas Suresi’nin sonlarını okudu. Ben de okunan ayet-i kerimelerden hareketle şunları söylemeye çalıştım: “Dünyevileşmenin Firavun, Karun ve Bel’am’dan oluşan üç atlısı var… Karun Kıssası ile alâkalı okunan ayet-i kerimeler servetle gelen inhitatı anlatmaktadır. Hazinelerinin anahtarlarını ancak güçlükuvvetli bir birliğin taşımasından cesaret alan Karun, “Bu serveti sahip olduğum bilgi sayesinde elde ettim.”[3] diyerek Allah Teâlâ’ya kafa tutmuştu. Bununla serveti üzerindeki ilahi tasarrufu reddetti. “Gösterişli bir şekilde kavminin karşısına çıktı.”[4] Dünyaya meftun olanlar, “Keşke Karun’a verilenin bir benzeri bize de verilseydi! Doğrusu o çok şanslı.”[5] dedi. İlim verilenler ise onları, “Yazıklar olsun size!”[6] diyerek ikaz etti ve hazinelerinin anahtarını güçlü bir kadronun taşıyabildiği Karun’u, Allah Teâlâ bir emirle yok etti: “Sonunda biz onu ve evini barkını yerin dibine geçirdik.”[7]
“Kardeşlerim! Batı uygarlığı Karun medeniyetidir. Karunlar insanlardan alır, lâkin vermezler. Öldüklerinde ise geriye hazinelerinin anahtarını güçlü birliklerin zorlukla taşıyabildiği servetler bırakırlar. Fukara onların kapısına gidince “Bu serveti ben kazandım. Allah Teâlâ -haşa- taksimine karışmaz.” derler. Arabaları, evleri, işyerleri fakirin alâkasını cezbedip hayran bırakma üzerine tasarlanmıştır.” Kasas Suresi’nin 79. ve 80. ayet-i kerimeleri insana servete göre kıymet verenlerin hayranlığını ve salihlerin onları zemmetmesini anlatırken, ‘Bakmayın onların servetlerine. Eğer kendinizi bundan alıkoyamıyorsanız, onların ölüm anlarını düşünün. Başkalarının yoksullaşması üzerine kurdukları saltanatı, hesabı verilmek üzere dünyada bırakıp gidecekler. Karun uygarlığından geriye acılar, ızdıraplar; Osmanlı gibi İslâm Medeniyeti’nden ise hanlar, hânumanlar, hamamlar, camiler kalır. Biri için servet vebal, diğeri için kurtuluş sebebi olur. Kur’ân-ı Kerim bize ne olmamızı anlattığı gibi nerede durmamızı, dünyadaki sa’y u gayretten ne hasıl olması gerektiğini de anlatıyor: “İşte Ahiret yurdu… Biz onu yeryüzünde böbürlenme derdi olmayan ve bozgunculuk peşinde koşmayan kimselere veririz.”[8]
AŞ EVİ
İslâm cemiyetinde zengin, infak ederek fakirin dünyasını imar; fakir de dua ile zenginin ahiretini ihya eder. Virdi, “Ente’lBakî/Baki olan yalnız sensin Ya Rabbi!” olan müminler “Bâki” olana ulaşmak için “fâni” olan dünyadan geçmeyi cana minnet bilirler. İnfakı vazife olarak gören bir avuç Müslüman, Gostivar’da bir aş evi açma kararı verir. Bunda ise Gostivarlı bir Arnavut gencin hikayesi etkili olur. Hikaye şöyle… Arnavut gencin babası o çok küçükken ölür, anne de ayrılır… Çocuk sokaklarda büyür. Bu süreçte her türlü batağa saplanır. Nihayet yağmurlu bir günde sokakta yere düşen bir kağıtta besmele olduğunu fark eder ve kaldırır. Gece bir rüya görür… Rüyada, “O hâlde sakın yetimi ezme!”[9] mealindeki ayeti okur. İnsanların ayyaş diye meclislerinden dışladığı genç rüyasının tesirinde kalır, tevbe eder, Hakk’a yönelir. Lâkin uyuşturucu, bedenini ileri derecede tahrip ettiğinden iş hayatına tutunamaz, hâliyle aş da bulamaz. Aş evinin banilerinden Musa kardeş ve arkadaşları, zor durumda olanlara aş bulmak ya da aşımızı onlarla paylaşmak vazifemiz deyip yola çıkar. Neticede aş evi kurulur.”.
Açılışta İshak Hoca Bakara Suresinden (267- 274) okudu. Aş evi açılışıyla tam bir muvafakat arz eden ayeti kerimeleri tefsir sadedinde şunları söyledim:
“Kardeşlerim! Allah Teâlâ ‘Kazandıklarınızın ve ürünlerinizin iyilerinden vereceksiniz.’(267) buyuruyor. Buraya ‘Kendinizin, ancak göz yumarak, alabileceği düşük ve bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın.’(267). Sahâbe en güzelini, en sevdiğini verdi. Ömer b. Abdulaziz şeker torbaları alır, onları sadaka olarak dağıtırdı. Kendisine, ‘Niçin para değil de, şeker infak ediyorsun?’ diye sorulduğunda, “bana göre şeker paradan daha sevimli. Ben de ayete [10] uyup en sevdiğimden veriyorum.” demişti. Verirken Şeytan önünüzde duracak, ‘İçinize yoksulluk korkusu düşürücek.’[11] Verme! diyecek ona aldanmayın. Allah Azze ve Celle’nin af ve mağfiretine odaklanın.” Surenin devamındaki ayet-i kerimeleri okuyup Sahâbe’den misaller getirerek infak ahlakından bahsettim. Ayrılırken mezkür Arnavutla da selamlaşıp, kısa bir hasbihal ettik.
KAMBER HOCA
Bütün planlarını Müslüman’la İslâm arasındaki rabıtayı koparmak üzerene bina eden Emperyalizma, Osmanlı’dan sonra harf inkilabı yaparak milletin kitapla, sünnetle ve tarihle irtibatını kesti. Hocaları öldürerek ya da itibarsızlaştırarak yeni yetişen nesli İslâm’ın konuşulmadığı ya da aşağılandığı bir hayata mahkum etti. Emperyalizma bütün bu yöntemleri Rumelide de uyguladı. Mabetsiz ve âlimsiz kalan Müslümanlar evlerine kapanarak direndi; çocuklarına sadece Müslüman olduklarını söyleyebildiler. Hayatta kalan bir kaç alim her türlü bedeli göze alarak Tito zamanında da gizli gizli talebe yetiştirmeye devam etti. Gostivar’da “Bu kahramanlardan kim var?” diye sorunca hepsi birden, “Yukarı Banisa’dan Kamber Hoca namındaki zat” dedi. Yıllarca ders okutan, çok sayıda hafız yetiştiren bu Kamber Hoca sekarat-ı mevtinde etrafında toplanan talebelerine şöyle vasiyyet etmiş: “Evlatlarım! Siyasi baskılardan dolayı bazı mevzuları size tam olarak öğretemedin. Siz ulemâyı bulun, o mevzuları derinlemesine araştırın, sözlerimden hakikate aykırı olanları çöpe atın.”
Bilâd-ı İslam’da, İslâm da bitmez, Kamber Hocalar da. Çünkü Allah Teâlâ ideolocyalara “fenâ” hükmünü, İslâm’a ise “bekâ” mührünü vurmuştur.
BİR OSMANLI KONAĞI
Aşevi açılışından sonra Risale-i Nur talebesi iki kardeş gelip, “Hocam! Gostivar’da Devlet-i Aliyye zamanından kalma bir kaç konaktan biri, bizde emanet, buyrun çaya gidelim.” deyince vakit dardı lâkin gitmemiz gerektiğini düşündüm. Zira belki bazı kardeşler onları da Amerikalı Adam’dan dolayı dışlar, “Hepiniz aynısınız.” der ve iman hizmetine gölge düşerse vebalimiz olur, düşüncesiyle “tamam” dedim. Kardeşliğimizin tahakkuku, Said Nursi Hazretleri’nin yolunun mahza İslâm yolu olduğunu lisan-ı hâl ile de ifade etmek için programı tertip eden kardeşlerle yolun bir kısmını arabayla, bir kısmını da hızlı adamlarla kat ederek konağa vardık. Hanenin varisine, “Hikayesini anlatır mısın?” deyince şunları söyledi:
“Gostivar ve çevresinde Balkan savaşlarında olduğu gibi, ikinci cihan harbinden sonra da çok sayıda mümin öldürüldü, mallarına el konuldu. Tito’nun adamları bu konağın banisi olan ve kuyumculuk yapan dedemizi karakola çağırıp altınların yerini söylemesini istedi, söylemeyince darbetti. Lâkin dedem, “Müslüman malı kâfire verilmez.” diyerek sustu, altınların yerini söylemedi. Nihayet işkence esnasında dedemin boğazını kesip, gece gizlice gömdüler. Eve baskın yapıp gizli bir bölmeden altınları alıp gittiler. Dedemin iki kızı üzüntüden verem oldu, vefat etti. Komünist dört polis ailesi konağa gelip yerleşti. Ninemizi dışardan girişi olan bir odada yaşamaya icbar ettiler. Konağa yerleşen polis aileleri ninemizin helasını kullanarak onu tehcire zorladı. Lâkin göz yaşlarını yüreğine boşaltan zavallı kadın yıllarca direndi. Babamı kız kardeşinin kızıyla evlendirdi. Sonra Komünizma çöktü. Babam uzun uğraşılar neticesinde konağı geri aldı.” Aslına uygun şekilde restore edilen konağın her noktasında İslâm mimarisinin ayrıcalığını ve üstünlüğünü görmek mümkün. Bazı odaların kapılarının üzerinde kadın saçını andıran işareti görünce bunun ne olduğunu sordum; “Odada namahrem kadınlar var. Salonda dikkatli otur, içeriye bakma ve müsade edilmeden girme demek” dedi.
TEFRİKADAN VAHDETE
Gostivar, sanki Türkiye’den bir şehir… Sokaklara Türkçe hâkim… Şehrin nüfusunun tamamı Müslüman… Gostivar’da Arnavutlar ve Türkler yaşıyor… İslâm yüreklerini de, saflarını da tevhid etti. Kavmiyetçiliğe dalıp bölünmenin ne büyük bir bela olduğunu kâfir postalında çiğnenmeden bildiklerinden dolayı tefrikacılara iltifat etmiyorlar.
Müslümanlar küçük hesaplar peşine koşmayıp, “Irkçılığa (asabiyyeye) çağıran bizden değildir; ırkçılık için savaşan bizden değildir; ırkçılık uğruna ölen bizden değildir.”[12] diyen Allah Rasûlü’nü (ﷺ) dinleseydi, Osmanlı İslâm Devleti parçalanmayacak, iffetler çiğnenmeyecek, Siyonistler Devlet kuramayacak, Ümmet emperyalistlerin sofrasında lokma olmayacaktı.
[1] Buhari, hadis no: 2783; Müslim, hadis no: 1353
[2] Bkz. Meryem, 5-6.
[3] Kasas, 78.
[4] Kasas, 79.
[5] Kasas, 79.
[6] Kasas, 79.
[7] Kasas, 81.
[8] Kasas, 83.
[9] Duhâ, 9
[10] Âl-i İmrân, 92.
[11] Bakara, 268.
[12] Ebu Davûd, hadis no: 5121.
(Hüküm Dergisi 80. Sayı / Ağustos 2019)