Münkir aklın vahyi ve yaratılışı inkar etmek için uydurduğu taş, yontma taş, cilalı taş devirleri gibi takdirlerin ötesinde gerçekçi bir tasnif yapmak gerekirse kadının hayatını Hz. Havva’dan Modern Batı Düşüncesi’nin zuhuruna ve zuhurdan günümüze kadar olacak şekilde ikiye ayırmak mümkündür. Bu iki dönemin ayrışma noktasını ise kadının erkekle aynı koşullarda çalışma hayatına girmesi teşkil eder. Mahremiyete dair kayıtları ihlal edip, erkekle aynileşen kadın özgür ve muteber kadındır.
Özgürlük ve itibar, doğudan batıdan, köyden kentten her nevi kadını derinden etkiledi. Müslüman kadın birkaç kuşak farkla da olsa sair kültürlere mensup kadınlardan geri kalmadı. Peçeli kadınların torunları altmış yetmiş yıl gecikmeyle de olsa ecnebi erkeklerle aynı mekanlarda bulunup, onlara mesai arkadaşı oldu.
Müslüman kadın özgürlüğe giden yolda en küçük ayrıntıyı dahi atlamadı. Özgür olmak için okudu. Gurbete çıktı. Kazandı, kaybetti, ağladı, hüzünlendi. Fakat erkeklerle girdiği bu yarıştan hiç kopmadı. Akidesiyle modern hayatın nassları arasında kaldığında, özgürlük ve itibarın cazibesi onu “sadece İslam”dan “sentez İslam”a götürdü. Kadına dair her şeyi İslam ve Modern hayatın nassları çerçevesinde yeniden yorumladı. İslam’a muhalif, muasır hayata muhib oldu. Okuldan, işten erkek arkadaşlar edindi. Mahremi olmayan erkeklere selam verdi, selam aldı. Onlarla aynı masada yemek yedi, birlikte okul ya da iş gezilerine çıktı. Şehir şehir dolaştı. Zarfının kıymetine göre, ecnebi erkekler nezdinde gündem oldu. Gaipte, huzurda hep ondan konuşuldu. Konservatuara gitti. İmkan nisbetinde her nevi sanatsal ve riyazi ameliyelere dahil oldu. Toplu taşıma araçlarına bindiğinde, kadınlığını yani naif oluşunu hatırladı, erkeklerden yer istedi. Fakat sokakta, arp taşıdı, kontrbas taşıdı, yorulmadı. Perdenin arkasından konuşan Peygamber eşlerine inat, sahnede rol aldı. Konser yönetti, sergilere katıldı, sergiler açtı. Erkeklerin lebalep doldurduğu salonlarda icra-i sanatta bulundu, ilahi okudu. İmam olup mihraba geçemediğinden hayıflandı. Fakat İlahiyat fakültelerinde tefsir, fıkıh, hadis hocalığı payelerine nail olup erkeklere mahremiyet dahil mesail-i islamiyyeyi anlattı. Söyleşiler yaptı, dergilere kapak oldu. Katıldığı programlara reyting getirdi.
Dışarıda olmaktan, iş toplantılarına, eğitim seminerlerine katılmaktan keyif aldı. Eşini uyanık halde birkaç saat görürken, sekizden beşe kadar iş arkadaşlarıyla aynı ortamda kaldı. Evdeki birlikteliklerini de, çoğu geceler ayrı odalarda televizyon programları izlemeye tahsis etti. Eşinin yanında eski kıyafetleri, iş arkadaşlarının olduğu meclislerde ise en şık olanları giydi. İşine sarıldıkça eşinden ve evinden uzaklaştı. Kadındaki bu harici alaka, ona karşı harici ilgiyi artırırken eşinin muhabbetini zayıflattı. Aynı durum erkekte de zuhur etti. O da “iş arkadaşı” olan kadınlara daha farklı davrandı. Neticede ortaya evde aradıklarını ancak hariçte bulabilen gayr-i memnunlar taifesi çıktı. Harici yakınlıklar güçlendikçe aile zayıfladı. Krizler, yeni krizlere zemin hazırladı. Hayat sorunlar yumağı haline geldi. Erkek gibi kadın da hal çaresi aradı. Fakat kadının çözüm süreci içerisindeki uğraşıları nafile ameliye olmanın ötesinde bir anlam ifade etmedi. Modern hayatta kazandığı rolleri kaybetmeme ısrarı, sonraki adımları başlamadan akamete uğrattı. Kadın, bütün oluşlarının neticesinde asıl anne olması gerektiğini düşünmek istemedi. Problemi bir psikiyatrist nezaretinde göreceği birkaç seanslık tedavi ile aşabileceğini zannetti.
Para kazandıkça özgürlük alanı daha da korunaklı hale geldi. Araba, ev sahibi olunca itibarı göz kamaştırdı. İzleniyor olması ona ayrı bir haz verdi. Hep önde, gözde olabilmek için elinden geleni yaptı. Kuaföre gitti. Manikür, pedikür yaptırdı. Modaya göre yaşadı. Ayakkabısına uygun kıyafet, kıyafetine uygun takılar aldı. Bunlar için gün geldi dükkan dükkan, çarşı çarşı dolaştı. Her kıyafet uyumunun yeni bir moda rüzgarıyla demode olduğunda üzüldü, hayıflandı fakat modaya ittiba hassasiyetinden ödün vermedi. Bir anlamda hayatı modaya uyum seferberliği olarak gördü. Yoruldukça sabır-selamet diledi. Sürekli tekrar eden bu hadiseden muzdarip olsa da müşteki olmadı. Çünkü erkekler nezdinde muteber olmak ona ayrı bir hava veriyordu.
Magazin programlarının malzeme sorununu çözebilmek için “ünlüler” başlığı altında pek çoğu aşufteden oluşan ve millet evlatlarının kendilerine uyması istenen bir taife ihdas edildi. Bunların yaşam şekilleri ve kıyafet tarzlarını teşhirde podyumlar yetersiz kalınca, diziler ve internet aktif olarak kullanıldı. Dergi ve gazete gibi yazılı basın da bu pazarlama ameliyesinin destek unsurları olarak görev icra etti.
Ecnebi erkeklere şık görünebilme yarışı, açılamadığından kapanan Müslüman kadına da sirayet etti. O da Yahudilerin cumartesi yasağını çiğnemeleri gibi şeriatı, şeriatla aşmaya çalıştı. Bu durum o derece müessir oldu ki İslam beldelerinde Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in haber verdiği gibi “zahirde örtülü hakikatte çıplak” kadınlar taifesi kesret ifade eder hale geldi.
Medyanın da etkisiyle, tesettürün nasıl olacağını Allah’ın ayetleri, Resulü’nün sünneti ve müctehit imamların hükümlerinden alan İslam kadını marjinal; moda tasarımcılarına ittiba edenler “Kur’an talebesi” addedildi. Zahirde Allah Azze ve Celle’ye hakikatte ise modaya uyanlar İslam’ı temsil davasına soyundu. Onların yaşam tarzları, İslam yorumları referans alındı. Gazeteci, yazar, mimar, avukat oldular. Panellere, seminerlere, tv programlarına katılıp erkeklerle konu ayrımı yapmadan her mevzuyu tartıştılar. Yeni nesle neyin nasıl olması gerektiğini hem hal, hem de konuşma diliyle anlattılar.
Erkeklerle aynı kulvarda vur ha vur yürüyen kadın, işinden ziyade zarfıyla itibar gördüğünün farkındaydı. Bu yüzden ilerleyen yaşlarda da zarf bakımını ihmal etmedi. Geçen yılların yüzünde zahir olan izlerini giderebilmek için yüz bakımı, cilt bakımı yaptırdı. Yarıştan kopmamaya çalıştı. Her nevi bakıma rağmen yaşlılığın izlerini silmekten aciz kaldığında kısmi tesettüre baş vurdu. Yani tesettürü mahrem bölgelerini örtmek için değil uzuvlarındaki kusurları gizlemek için kullandı.
“Kadınlar yuvalarından çıkıp, beşeri yoldan çıkarmış; yuvalarına dönmeli…” diyen ve böyle dediğinden dolayı öğrencileri ile birlikte idamla yargılanan Bediuzzaman’a aidiyet iddiasında bulunanların bir kısmı da modaya ittiba sürecinde aktif olarak görev aldı.
Ezcümle, modern zaman kadını özgürleştikçe, kadın Allah’tan uzaklaştı; çağdaş değerlere, modaya, okula, ünlülere, sinemaya kul oldu. Eğer onlara uyduğu kadar Allah Azze ve Celle’ye ittiba etmiş olsaydı şüphesiz zahideler ehramının en tepe noktalarında yer alacaktı.