Batı’da hep bahar, biz de hep kış,
Güz mevsiminde ağaç yapraklarını taşıyan nehirler hep bizim vadilerde akar,
Doğuda hiç eskimiyor zaman, diye zannederdin ya.
Öyle değilmiş. Gördün mü, bizde de eskirmiş geceler.
Dağları aşacak, denizleri geçecek iradeyi kuşan sen.
Güneşin de, üzerinde doğduğu arzın da bir sahibi var.
Geceleri eskiten kudema izinden ayrılma!
Arkanda Anadolu, önünde Kabe olacak şekilde yürü.
Ver sırtını en zor zamanlarda dağ gibi dimdik duran analara,
Tanklar sokağa çıktığında kazmasıyla, baltasıyla meydan yerine koşan Nene Hatunlara.
Zamana ve mekana hakim olma vazifeni bırakmadan yürü,
Acıkmadan, susamadan, yılmadan ilerle!
“İslam tehlikede” sözünü duyduğunda koş meydan yerine,
Salânı şehadetten önce okut.
Korkma, yorulma, daralma!
Allah’ın verdiği canı Ondan başka kimse alamaz, bunu da unutma!
Senden önce kimler can vermedi ki bu meydanlarda?!
Hz. Yunus’a geniş gelir balığın karnı,
Hz. İbrahim’e serin olur ateş,
Musa için açılır Kızıl Deniz,
Lakin imansıza dar gelir dünya.
Korkma, yorulma, daralma!
Ne balık, ne ateş, ne deniz korkutmasın seni.
Kızıl Denize kadar yürür,
İbrahim gibi “Yuh olsun putlarınıza” dersen,
Bir aynada sen de seyredersin gecenin eskidiğini.
Eskiyecek zaman.
Kış bahara, gece güne dönecek. Ay ışığı bir fecre kadar yolunu aydınlatacak.
Sen işte, okulda, evde cihada devam et!
Meydanda Allah için dur!
Şehadet sıranı bekle!
Bir gün konuşma sırası sana da gelecek, derdi ya ninen.
İşte konuştun. Hem de şarkıcının, türkücünün sustuğu bir gecede konuştun.
O gece yüz yıldır susanların sahne aldığı şehadet gecesiydi.
İnsanlar imanına, sen de Cennet’e şahid oldun.
Derviş Tahir, Talebe Ali, Çaycı Hasan, Çorbacı Hüseyin, Nalbur Mehmet de konuştu;
Önce tankların önünde, sonra da üzerinde;
En son neferi şehid olmadan teslim olmaz bu millet, dedi.
Gece o eskidi, çürüdü ve çekildi dünyamızdan; fecir doğuverdi birden.
Birazdan meydanlarda namaza durulacak, sonra gün ağaracak, namussuzlar inlerinden alınacak.
Kudüs’te, Hama’da bayramlarına kan damlayan çocuklar da elbet bir gün küresel sömürü sisteminin sahiplerine dönüp, “Osmanlı geri geldi. Ayağa Kalkın! İslam mahkemesindesiniz ve yargılanıyorsunuz.” diyecek.
Tankların arasından bize güneşi gösteren,
En karanlık gecede bize “deniz feneri” olan salaları, ezanları dinleten Rabbim!
“Ayaklarımızı Sırât-ı Mustakîm’de sabit kıl! Bizi şımartma!” diye yalvaran kullarını darda bırakma!
Katillere lanet okunacak,
Senin adına izzet ve şeref anıtları dikilecek, “Milletini satmadı.” denilecek.
Senden sonra;
Ülkende her çocuk bir Ulubatlı, bir Fatih ya da bir Salahaddin-i Eyyûbi olarak doğacak.
Hâkimler mahkum, mahkumlar da hakim olunca,
Yine en adaletli mahkemeler kurulacak dünyada.
Bölünmüş topraklar birleştirilecek; Suriye, Irak, Mısır, Ürdün tarih sahnesinden çekilecek; toprak parçaları, İslam vatanına dönüşecek.
Bir nurlu el, Üsküp’ten Çimkent’e kadar bütün şehirleri birbirine bağlayacak.
Birinde okunan ezan diğerinde duyulacak, birindeki acı diğerinde yaşanacak.
Güneş bir anda doğacak, karanlık bütün şehirlerden kalkacak.
Geceye tutsak müminler ezanlarla hürriyete kavuşacak.
Milyonlarca ev bir tek ev, Müslümanlar da o evde aile olacak.
Gün ağarmaya yüz tutarken eskiyen gece, yanına gelip,
ben çekiliyorum, meydan da senin, hüküm de,
İbrahim ol, al baltayı ve kır puttan adamı, diyecek.
Hubelleri, Menatları, Uzzaları parçalanacak bu asrın
Senin ellerinle.
Böyle öğrenmiştin atalarından. Öyle de yaptın.
Meydan yerlerinin İbrahimi oldun,
Nemrutların ateşine karşı koydun.
Nureddin Zengi gibi Dimyat düştüğünde kirletilen iffetleri,
susturulan minareleri ve çalan çan seslerini düşünüp,
günlerce ağzına bir lokma ekmek koymazsan
Allah sana da bir Salahaddin verir.
Ya da Selahaddin gibi “Allah’ın beyti tutsakken evde yaşamak haramdır.” deyip çadırda gecelersen Kudüslere fatih olursun.
Sultan Fatih’in gece boyu gözüne uyku girmemiş,
Çandarlı’ya adam göndertip “tez gelsin”, demişti.
Gözüne uyku girmeyenlerle, uykudan gözünü açamayanlar elbette bir değildir.
Eğer içinizde Kudüs yoksa, Fatih olma aşkı köreldiyse, isteseniz de gözünüzü açamazsınız. Donar gözleriniz uykudan.
Sızı olmayınca yürekte, göz için en tatlı gerçek uykudur.
Uyuduğu gibi Müslümanlar, uyur uyuyacak olanlar.
Sen hisset, sen acı çek.
Taziye evine dönen Âlem-i İslam’da zevk ü sefa peşinde koşan adama da bak!
Çekil ve ağla bir yerlerde; lakin bir şey için değil, bin bir şey için ağla.
Sen anne ol, İzzeddin Kassam, Ahmed Yasin doğur!
Sen de baba ol! Mescid-i Aksa için uykuların kaçsın, yüreğine Selahaddin cesareti boşalsın. İstanbul’da olduğu gibi Şam’da, Aksa’da da tankları durdur.
Medine’de Yaşa!
Ravza’da sahabeyle namaza dur! Peygamber-i Ekber, “Yarım hurmayla da olsa Cehennem’in narından sakının!” diye vaaz etsin, sen de “İşittik ve itaat ettik” de.
İşte bak! Direnişimiz bir tohum, bir filiz, bir ağaç gibi karla, yağmurla; kışla, yazla; yetimle, şehidle; Kudüs’te, Şam’da, Doğu Türkistan’da, İstanbul’da hergün biraz daha büyüyor.
Bilal’in dövüldüğü, sövüldüğü, sürüldüğü Mekke’de, 21 yıl sonra Kabe’nin damına çıkıp Allah-u Ekber deyişi gözlerinin önünden silinmesin hiç.
Şam için de umutsuz olma! Bilallere haber gönder, hazırlansınlar fecir ezanlarına.
Bu millet çökmez, eğilmez, çocukları “kaçmak” nedir, bilmez.
Şam’a, Bağdat’a söyle! İstanbul her an ordular, donanmalar gönderebilir, de.
Şimdi anladın mı, darağaçlarının, zindanların, tankların ve uçakların neden ve niçin mümin yüreklerde bir korku oluşturmadığını.
Yer yüzünün sahibi, insan gibi rejimlerin de bir eceli var, buyurdu: “Eğer Allah Azzze ve Celle yaptıklarından dolayı insanları hemen derdest etseydi, yeryüzünde tek bir canlı bırakmazdı.”
Arkam Fatih’in, Yavuz’un kabri; önüm Kabe, yolumuz Bilad-ı İslam, hedefimiz İ’lâ-i Kelimetullah, azığımız namaz ve Kur’an-ı Kerim. Yürüyoruz, bin dörtyüz yıldır yürüyenler gibi.
Vazifemiz Allah’ın işaret buyurduğu hedeflerde doğmak.
Selahaddin Kudüs’e, Fatih İstanbul’a, mücahitler şehadete koşarken Boğaz Köprüsü’nün kulelerinden ateş yağsın yüreklere?
Sen genişliği yer ve gökler kadar olan Cennet’i isterken, makamlar dağıtılsın; arsalar, parsalar paylaşılsın. Ne önemi var bunların, sen Cennet’i istiyorsan…