İFAM’da dersler bitmiş, kardeşler hasbihâl için konferans salonunda toplanmıştı. Bir kaç öğrenci meramını ifade eden vecîz konuşmalar yaptıktan sonra sunucu, kürsüye Doğu Türkistan’lı Abdusselam’ı çağırdı. Kendine has türkçesiyle hayatını ve İFAM’a nasıl geldiğini anlattı; ben de size hülâsa edeyim:
Abdusselam, on dört yaşında… Kaşgar’dan… Sultan Abdulmecid ve Sultan II. Abdulhamid adına hutbe okunan, para basılan, semasında Osmanlı İslam sancağı dalganan Bilâd-ı İslam’ın bize en uzak ribatı Kaşgar’dan… Annesi ona hamileyken babası, ‘Ya Rabbi! Bana bir kız çocuğu ihsan edersen her türlü bedeli ödeyecek, ‘Allah’ demenin yasaklandığı Türkistan topraklarında onu, hafize yapmak için cehd edeceğim; eğer erkek çocuk lütfedersen mücahid bir alim olması için onu hariçteki İslam beldelerine yollayacağım.” diye ahdetmiş. Bu ahit üzerinden aylar geçer ve Abdussselam dünyaya gelir. Ezan okumanın, namaz kılmanın, sakal bırakmanın yasak olduğu Türkistan’da yıllar, yılları kovalar, Abdusselam temyiz çağına varır. Annesi namaz kılarken, babası kapıda bekler, babası namazı eda ederken annesi kapıda durur. Çocuktu, bu yüzden çok anlam veremezdi, ebeveyninin gizli gizli namaz kılmasına, polislerin evlerini basıp Kur’an-ı Kerim aramasına, seccadeleri alıp götürmesine… Lakin büyükleri babadan, atadan alışıktı İslam’ı zor şartlarda yaşamaya, direnmeye, ayakta kalmaya… Çok geçmedi, o da alıştı. Mekke devri uzun sürerdi Kaşgar dağlarında. Sabırsa sabır, cihadsa cihad; ne düşerse paylarına onu yapar, lakin Çin kafirine baş eğmezlerdi. Ne annesi tesettüründen taviz verdi, ne de babası baskın olur korkusuyla tek bir vakit namazını terketti.
Abdusselam, aşmıştı korku dağlarını, çocukken tatmıştı şehadetle kucak kucağa yaşamanın onurunu; Mao’nun kızıl çocuklarının ev aramalarından korkmaz, ürkmez, hakimin önünde titreyen bir mücrim gibi değil, kedinin karşısında ki bir aslan gibi dururdu polislerin karşısında…
Abdusselam, sürekli baskın yiyen bir İslam evinde 10 yaşına girince babası elinden tuttu, birlikte namaz kıldıkları odaya girdi, annesi ona hamileyken Allah’a verdiği sözü hatırlattı ve dedi ki, “Oğlum! Sözüm var Allah’a(cc), seni Onun yoluna adadım. Çin’in işgal ettiği Türkistan’da alim olman, ataların gibi Buhari, Müslim okuman çok zor, seni alır, bizden uzakta bir kampa götürür ya da zindana haps ederler, beynini kirletir, belki de İslam’a düşman olarak yetiştirirler. Bu yüzden okuyup, alim olman Satuk Buğra Han gibi Kaşgar’a dönmen için seni Mısır’a göndereyim.”.
Abdusselam, on yaşındaydı lakin Hakla, Batılın mücadelesinde kendine düşen rolü idrak ve îfa edecek bir çağdaydı. Annesi gözyaşları içinde Abdusselam’ı hazırladı, ayrılmadan yavrusunu son bir daha kucakladı. Büyük davaların, büyük kahramanlarının vakarıyla annesiyle vedalaştı Abdusselam. Babasıyla başkente doğru yola çıktı. Havalimanına varınca babası uçak biletini aldı. Diğer Türkistanlı talebelerle uçuş mahalline varınca babası son bir daha Abdusselam’ı kucakladı ve “Rabbime emanet olasın Yavrum.” dedi. Abdusselam hayretler içerisinde, “Baba! Sen benimle gelmiyor musun?” deyince, babası, “Oğlum! Geride annen ve kardeşlerin var. Ben de gelirsem onları kim korur, kim nafakalarını temin eder?!” dedi ve ve ayrıldı oğul, babadan…
Mısır’da, Muhammed Mursi darbeyle yönetimden uzaklaştırılıp Müslümanlar hapse atılınca Sisi, ne kadar Doğu Türkistan’lı talebe varsa hepsini geri Çin’e iade etmek için seferberlik ilan etti. Çin, iade edilen Türkistanlıları ya müebbed cezalara çarptırdı ya da idam etti. Yol bulabilenlerin bir kısmı Türkiye’ye ulaştı. Abdusselam da arkadaşlarıyla İFAM’a geldi. Şimdi babası hapiste mi, mezarda mı bilmiyor, annesiyle görüşemiyor, kardeşlerinden haber alamıyor, her bayramda arkadaşları memlekete giderken o Türkistanlı hemşehrileriyle bayram yapıyor.
Abdusselam, babasının ufkunda Allah’a adanmış bir evlat olarak yarınlara yürümeye devam ediyor. Belki bir gün sandukuya konup Nil nehrine bırakılan Hz. Musa(as) gibi, belki Satuk Buğra Han gibi o da annesine döner ve yeniden Medine devri başlar Türkistan’da.
Hüküm – Şubat – 2019