Herkes bir hakikatin peşindedir. Ne var ki insanların önemli bir bölümü biricik olan hakikati masal, “masal”ı da “hakikat” olarak görür. Hakikatin değişmez olduğunun en müşahhas delili ise Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e (Aleyhimüsselam) kadar bütün peygamberlerin O’nu ﷻ aynı isimlerle ve sıfatlarla anlatmasıdır. Filozofların birbirini tekzib eden açıklamaları ve bir sonraki peygamberin bir öncekini tasdik eden beyanı hakikatin zaman ve mekan üstü olduğunun bir şahididir.
Doğru ve Yanlış
İnsanın tarihi, menzile doğru yürüyenler, menzil diye tersine gidenler ve tersine gitmeyi gaye edinenlerin tarihidir. İslam menzili, felsefe menzil diye tersini, şehvet ise doğrudan tersine bir hayat yaşamayı emreder.
İslam’ı derinlemesine bilen felsefeyi de ne olup, ne olmadığı cihetiyle tanırsa ‘Hak’ diye ‘Batıla’ nefer olmaz. Yol diye yolsuzluğa saplanmaz. Bu yüzden İslamî bir eğitim nizamı hakikatin kıymetini bilecek çapta felsefeye de yer vermelidir. Doğruyu yanlışıyla birlikte öğrenenler doğru diye yanlışa mahkum olmaz.
Allah ﷻ ile Olmak
En büyük hakikat Allah Azze ve Celle’nin varlığıdır. Gayemiz ise O’na ulaşmaktır. Bunun için dünyadayız. Allah’a ulaşmanın ve Allah ile olmanın hazzını ise ancak Allah Rasulü’nün ﷺ izlerinde olanlar tadar.
Tevhîd, Küfür ve Şirk
Küfür, batıla sarılıp emir eri olmak, şirk ise ‘Hakk’a giderken batıla kapılmaktır. Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye kalın ve mahrem çizgileriyle neyin İslam’a ait olduğunu, neyin de olmadığını tayin ettiğinden dolayı tevhîd, ne şirk ne de küfürle karışır.
Marifetullah
Kitab’ın ve Sünnet’in ufkundan kopanlar her şeyin hakikatinin mecmuası olan “İslam”dan ayrılıp fırkalara, ideolocyalara mahkum olur. İslam’a bağlanma ve ölene kadar O’na bağlı kalma ise ‘Marifetullah’ ile mümkündür. Onunla irtibat kopunca her şey kopar. Marifetullah’ın olmadığı yerde ne iman ne de amel sahihtir.
Esmâ-i Hüsnâ
Marifetulah’a yani Allah Teala’yı tanıma makamına ancak O’nu isim, fiil ve sıfatlarıyla tanıyan nâil olabilir. Bu yüzden Allah Azze ve Celle isimleriyle dua etmeyi, dualara icabete vesile kılmıştır:
« En güzel isimler Allah’ındır; bu güzel isimlerle O’na dua edin. »1 Allah Rasulü ﷺ da o en güzel isimleri saymanın, onlar çerçevesinde kainat ayetlerini okumanın cennete giriş vesilesi olduğunu haber verdi.
Esmâ-i Hüsnâ/en güzel isimler (el-esmâü’l-hüsnâ) mü’mine Rabbini nasıl tanıyacağını ve nasıl kendini şirkten koruyacağını öğretir. Esmâ-i Hüsnâ Kur’ân-ı Kerîm’in anahtarıdır. Allah’ın ﷻ Kitabı’nı anlayıp ona göre amel etmek dünyada da ahirette de kurtuluş sebebidir.
Allah Teala’nın isimlerinin “el-Hüsnâ/en güzel” olarak vasıflandırılması kullarda bir tazim hali oluşturur. Kalpler Allah ile olmanın heyecanını yaşar. Peygamberler o isimlerle hallerini, çaresizliklerini Allah Azze ve Celle arz etmiştir:
“Eyyûb’u da -hayırla- an! Hani Rabbine, ‘Başıma bu dert geldi. Ama sen merhametlilerin en üstünüsün’ diye niyazda bulunmuştu.”2
Esmâ-i Hüsnâ ve Marifetullah
Kul, Rabbini anmakla Marifetullah’a erer, şeref kazandığını hisseder. Amiri tanımayan emrine bir kıymet vermez. Bu yüzden Mekke Dönemi amir olan Allah’ı ﷻ isimleri ve sıfatlarıyla tanıma dönemidir. Medine Marifetullah’a eren mü’minlerin cihad mevsimidir. Medine, Mekke’de tanınan Allah Azze ve Celle’nin dâvasının hakimiyeti için candan geçme dönemidir. Bu yüzden sahâbe kısa zamanda İslam sancağını Pakistan’dan Mağrib’e kadar taşıma şerefine nail olmuştur. Allah’ı bilen ve kainatta ilminin ve kudretinin tecellilerini seyreden mü’minler ömürlerini ilahi talimatlar ve vaatlerin tahakkukuna adar. Nitekim Mekke-i Mükerreme’de boynuna kement bağlanan Bilâl-i Habeşi t,
“Zafere mutlaka onlar ulaşacaklar. Galip gelenler kesinlikle bizim ordumuz olacak.”3 ayetini okurken “Bu olur mu? ‘Allah’ demeleri yasaklanan, namaz kılmalarına müsaade edilmeyen, her nev’i işkenceye maruz kalan Müslümanlar bu halden kurtulup küfre galip gelebilir mi?” diye tereddüt etmedi. Çünkü sahâbe iliklerine kadar Marifetullah’a ermişti.
Esmâ-i Hüsnâ’yı Okuyanla Okumayanın Farkı
Rabbini tanımayan, O’nun yarattığı insanı da tanıyamaz. Bu yüzden Allah ﷻ ve Rasul ﷺ düşmanı biri idareyi ele aldığında karşısındakilerin de insan olduğunu, sevindiğini, acı çektiğini unutur, zamanla ülkesini açık hapishaneye çevirir. Allah’ı, el-Alîm, el-Habîr isimleriyle bilen bir devlet başkanı ise yaptıklarından, yapması gerekirken yapmadıklarından dolayı hesaba çekileceği şuuruyla hareket eder: Kendinden büyüklere babası gibi hürmet eder. Küçükleri evladı gibi görür. Akranlarına ise arkadaş gibi davranır.
Esmâ-i Hüsnâ mü’mine onu azabtan koruyacak kurtarıcı bir bakış açısı verir. Esmâ-i Hüsnâ’yı vird edinen bir Müslüman nazarında Allah ﷻ neye kıymet veriyorsa o yücelir, neyi de zemmediyorsa o alçalır. Amuda kalkmış bir neslin öne geçirdiği şehvetperestler onun gözünde küçülür, âlimler, abidler, mücahitler büyür. Çocuklar ünlü dünyaperestlere değil, sahâbeye özenir. Onlar gibi olmak ister.
Esmâ-i Hüsnâ’nın Tecellileri
Kulun hallerine göre Esmâ-i Hüsnâ farklı şekillerde tecelli eder. Bu yüzden Allah Teala’yı Onun bildirdiği isimlerle tesbih etmeli. Yeni isimler icad edip onlarla tesbih etmek doğru değildir.
Esma-i Hüsna’yı vird edinip kainatı seyreden, insanı okuyan bir Müslüman eşya ve hâdiseye her bakışında Allah’ın ilminin, kudretinin farklı şekillerde tecellilerine şahit olur.
Kur’ân-ı Kerim’de yüzden fazla isim zikredilir. Hadislerde de Allah Teala’ya nisbet edilen başka isimler vardır. Esmâ-i Hüsnâ terkibi her ne kadar Allah’a isnat edilen bütün isimleri ihtiva etse de, mutlak olarak zikredildiğinde esmâ-i hüsnâ terkibinden doksan dokuz isim anlaşılır.
Farklı mecmualarda rivayet edilen “Esmâ-i Hüsnâ” hadisinin Tirmizî rivayetini esas alarak bir anlama ve yaşama yürüyüşüne çıktık. Esmâ-i Hüsnâ Müslümanda olması gerektiği bir Allah tasavvuru inşa eder. Bu olunca Müslüman ne belalardan ne de Nemrud’un safının kalabalık olmasından korkar. Bilir ki Allah Teala “El-Muktedîr”dir.
Bu dünya Allah Rasulü’nün ﷺ açtığı yola ve buyurduğu esaslara bağlı olarak yeniden kurulacaktır. Bunun mimarları ise evlerini İslam okuluna çevirip oralardan, her gün okuduğu Esmâ-i Hüsnâ’nın tecellilerini seyreden Müslüman Gençlik olacaktır.
Allah Azze ve Celle’nin doksan dokuz ismini şerhetmeye talip bu yazı dizisinde önce isimlerin mânası verilecek sonra muhtasar bir şekilde izah edilecek ve nihayet bize neler söylediği üzerinde durulacaktır.
TAİF’TE TAŞLANAN, MEKKE’DE DIŞLANAN RUHLARIN MÎRACI : ESMÂ-İ HÜSNÂ
Marifetullah kulu muhabbete, muhabbet de itaate götürür. Kulun Allah Teala’nın rızasını kazanması kainat ayetleriyle Kur’ân-ı Kerim ayetleri arasında kurduğu münasebete bağlıdır. Kur’ân-ı Kerim insana yaratılışı ve ondan hasıl olan gayeyi anlatır. Aynanın karşısına geçip yüzüne bakan bir Müslüman tefekkür melekelerini yitirmediyse şöyle der; «Ancak aynanın varlığıyla gözünün rengine, ağzının yapsına, yüzünün şekline şahit olan Ey Nefsim! Ayna olmadan göremediğin organlarını mükemmel bir halde yaratman nasıl muhâlse, taştan ve topraktan ibaret olan tabiatının da yaratıcı olması aynı şekilde muhâldir. » Kâfir ise mimarından ve imar ediş gayesinden mahrum bir hâlde aynanın karşısında sadece kendini seyreder.
Üzerinden milyonlarca yıl geçmesine rağmen hâla « rûh »un keyfiyetini anlayamayan insan, rûhu yaratan Allah Teala’nın zatını elbette idrak edemez. Bu yüzden Allah Rasulü ﷺ, Allah Teala’nın zatı noktasında değil, nimetleri üzerinde tefekküre çağırmaktadır. Zira nimetlerin yaratılmalarından muhafazalarına kadar Allah Teala’nın isimleriyle pek çok hususta varoluşsal bir münasebeti vardır. Bu isimleri ezberleyenler her noktaya kulluk zaviyesinden bakar. Allah Teala mü’minleri o isimlerle kendine niyazda bulunmaya çağırır :
«En güzel isimler Allah’ındır; bu güzel isimlerle O’na dua edin. »4, Allah, O’ndan başka ilah yoktur; en güzel isimler O’na aittir.5
Esmâ-i Hüsnâ Tecelliler Kürsüsüdür
Allah’ın isimleri merkez kabul edildiğinde hayatın her noktasında onlardan bir tecelli ve tezahür görünür. O tecelliler yolumuzu aydınlatır. Âlemi bir medreseye çevirir, zerreden küreye her şey bir kürsü olur ve « Allah Birdir. » diye haykırır. Müslüman bu isimleri ne kadar bilir, bakışlarına ve hayatına ne kadar nakşederse duaları icabete o kadar layık olur.
Esmâ-i Hüsnâ ve Aşkla İbadet
Allah Teala bizi isimleriyle dua etmeye çağırıyor. Çünkü Mevla Teala’nın isimleri insanın algısını değiştirir. Adı «Ahmed» olan vasıfsız birinin emrinin hiçbir hükmü yoktur. Fakat Ahmed devlet başkanı olunca emri, talimat olur. İnsanlar o talimata muhatap olunca heyecanlanır, uygulamak için harekete geçer. Muhatabı heceyecanlandıran ise Ahmed’i yeni vazifesiyle tanımasıdır. Kul da Allah Teala’yı isimleriyle tanır, kainatta ki tecellilerini müşahade ederse, Kur’ân-ı Kerimde ki emirleri büyük bir aşkla yerine getirir.
Bakışları Ötenin Ötesinde
Esmâ-i Hüsnâ ile dua etmek, hiçbir emri geri çevrilmeyen, « ol!» deyince «olduran» en büyük makama ilticadır. Bu isimlerin mânalarını idrak eden bir Müslümanda yorulma, usanma, korkma hâli olmaz. Yorulduğunda Rabbini «El-Vahhâb», usandığında «El-Vekîl», tehdit edildiğinde «El-Kahhâr» isimleriyle tesbih eder, bedeniyle insanlar içinde durur fakat bakışlarıyla ötenin ötelerine uzanır ve Huzûr-i İlahi’de olmanın şevkiyle «Allah Azze ve Celle vekil» der. İmanından dolayı aşağılandığında Rabbinin «El-Alîm, El-Basîr ve El-Muntakîm» oluşunu hatırlar. O her şeyi bilen, gören ve vakit tamam olunca da intikam alandır.
Taif’te Taşlanan Ruhların Miracı
Sahâbe Mekke’de Esmâ-i Hüsnâ ile direndi. Güneşin hararatından yanan Mekke sokaklarında süründürülen, göğsüne taş konan Bilâl-i-Habeşî’nin ‘ أحد أحد ‘ demesi Esmâ-i Hüsnâ’dan mülhem bir meydan okumadır. Esmâ-i Hüsnâ’yı vird edinen mü’minler Ebu Cehiller’in şehrinde Habbab olur, Sümeyye olur. Allah için bedel ödemeyi cana minnet sayar. Tarih boyu mevzisini hiç terketmeyen murabıtların, muzdariblerin azığıdır Esmâ-i Hüsnâ.
Allah Teala’nın isimleri Mekke’yi yaşayan, Taif’te taşlanan ruhlar için miraçtır. Bedeni acılar içinde kıvranan mü’minlerin “El-Kahhâr, El-Kadîr, El-Muktedîr” isimlerinin makamında özgürce dolaşması, Mahkeme-i Kübrâ’yı selamlamasıdır.
Dünya ve Ahiret Saadeti
Esmâ-i Hüsnâ dünya ve ahiret saadetine vesiledir. Allah Rasulü ﷺ cennetin kapılarının Esmâ-i Hüsnâ ile açılacağını haber vermektedir :
“Allah’ın doksan dokuz ismi vardır, yüzden bir eksik. Kim bunları sayarsa Cennet’e girer.”6 Bu isimlerdeki derin mânaları tefekkür ederek okuyanlar dünyada da cennet gibi bir hayatı yaşar :
(Âhirette ise onları) kendilerine tanıttığı cennete sokacaktır. »7 Ayetin bir mânası da Allah Teala müstakim mü’minleri dünyada onlara bildirdiği cennete benzer bir hayata dahil etmesidir. Bu yüzden eskiler soğan ekmekle öğün geçirirken, yeniler saraylardaki müküllef sofralarda tatminsizlik yaşıyor. Karnı doyduysa gözü, gözü doyduysa karnı doymuyor. Çünkü hamdetmeyi bilmiyor.
Kanaatkâr mü’minde iman ve teslimiyet vardır. Umutsuzluğa kapılmaz. Allah Teala’yı zikretmek onun gözünde uzakları yakın yapar, zorları kolaylaştırır. Başını secdeye, göklere yükselen bir ruhla koyar ; «Rabbim! Huzuruna varıp, hep huzurda kalamak için buradayım. » der. Bu hâli yakalayan Müslüman namaz kılarken kendini cennetteymiş gibi hisseder. Nice insan var ki gecekondu da yaşar lakin sarayda yaşayanlardan daha huzurludur. Çünkü huzur parayla değil, imanla tahsil edilir.
İbadetin olduğu yerde, saadet ve selamet vardır. Çeşitli hastalıkların pençesindeki nice muzdarib cemaatle namazı ihmal etmez. Zira bilir ki huzurda berekette cemaattedir. Günlük ihtiyaçlarını karşılama noktasında zorluk çeken bu mü’minler pek huzurlu bir hayat yaşar. Tarihte hiçbir zaman para eşittir huzur olmadı, olmayacak da.
Allah’ın nimetlerine şükür noktasında derin bir acziyet içerisinde olan mü’min için zikrullah hava gibi hayati, su gibi azizdir. Esmâ-i Hüsnâ’yı diline vird edinerek huzur bulur. Zikrin kıymetini bilenler, Allah Teala katında da büyük bir kıymete sahiptir. İnsan Allah ﷻ katındaki yerini merak ediyorsa, Allah’ı zikretmenin ve emirlerini yerine getirmenin onun nazarında ne kadar kıymetli olduğuna baksın. İslam bir kulun hayatında ne kadar azizse, o da İslam zaviyesinde o derece azizdir. Faiz’in, lüks hayatın, israfın, kibrin, şehvetin, şöhretin, karma yaşamın içinde zikir, lisana mahkumdur. Boğazdan aşağıya geçmez. Böyle biri saatlerce Esmâ-i Hüsnâ okusa da nafile. Burjuva hayatından kurtulamaz.
İlahî Reçete
Esmâ-i Hüsnâ ilahî bir reçetedir. Lakin muhtevasınca amel edilmeden katlanıp cebe konan tıbbî reçeteler nasıl hastalığa deva olamazsa, mânaları üzerinde tefekkür edilip gereği gibi amel edilmeyen isimler de şifaya vesile olamaz.
Allah Teala’nın reçetesi hükmünde olan Kur’ân-ı Kerîm’e ve anahtarı mesabesindeki Esmâ-i Hüsnâ’ya hürmet eden kulun amelleri kabul görür. Yâr olana Allah da yâr olur:
« Allah iman edenlerin dostudur; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. »8
Umumi mânada Allah’ın Kitabına, hükümlerine, yoluna dostluğu, isimlerine vefayı kaybeden mü’minler bir asırdır nurdan izi bulup da zulümattan çıkamıyor. Dost olabilseydik Mekke’den «Feth-i Mübîn»i, Fâtimi, Bâtini, Büveyhi, Kramati ve Meşşâî anaforundan Selçuklu’yu, Haçlı ve Moğol kuşatmasından Osmanlı’yı çıkardığı gibi tarihin bu en uzun fetretinden de kurucu bir nesil çıkarırdı.
Esmâ-i Hüsnâ Allah’a dost olma, dost kalma ve dostluk uğruna candan da, maldan da geçmektir. Mü’minlerin sözleriyle olduğu gibi amelleriyle de Allah’a dost olduğu bir dünya evleriyle, sokaklarıyla, şehirleriyle Medine’ye benzer. Medine’den ruh alır. Karargâhı Anadolu olacak bu çağın dirilişi de Medine’den beslenecektir.