Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ruhumuzun mihrabında Kur’an-ı Hâkim’in şu ayetini okuyor: وَإِنْ تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا [ref]Nur: 54.[/ref] “O’na itaat ederseniz yegâne hakikate ulaşırsınız.”. O’nu dinliyor, sahabe gibi كَأَنِّي أَنْظُرُ إِلَى رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم sanki hep Ona bakıyoruz. “Her şeyin en doğrusunu Allah ve Resulü bilir.” diyen ashap ile aynı safta duruyor, her emrine “lebbeyk” diyoruz. Evde, okulda, sokakta, fabrikada, hâsılı her noktada O’nun riyasetinde olmanın heyecanını yaşıyoruz. O konuşuyor şuurumuz şekilleniyor, O konuşuyor önceliklerimiz değişiyor.
Maddenin kıymet ölçüsünü de O (sallâllahu aleyhi ve sellem)’den öğrendik. O, en zenginle en fakiri ubudiyet safında bir araya getirdi; Abdurrahman b. Avf ve Ebû Bekir (radiyallahu anhuma) gibi zenginler varlık da, Ashab-ı Suffa gibi fukara olanlar da yokluk da imtihan edildiklerini öğrendi. Birinci guruba dâhil olanlar vererek şükretti, ikincidekiler ise sabrederek ubudiyete devam etti.
O (sallâllahu aleyhi ve sellem), Medeniyet’i anlattı: Medine’de Allah için tasadduk eden ve Allah için alan izzetli fakirler oluştu. O konuştukça verenlerin alanlar üzerindeki teklifi kalktı. Kapitalist yapılanma tamamıyla devre dışı kaldı.
Allah Resulü (sallâllahu aleyhi ve sellem) ikram etmeyi imanla irtibatlandırdı: َ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ “Allah’a ve ahirete iman eden misafirine ikram etsin.”[ref]Buhari, Edeb 31.[/ref] İman, ashabı akide de olduğu gibi içtimaiyatta da ümmetle ittihada çağırdı.
Zaman zaman zuhur eden şiddetli ihtiyaç durumlarında yiyeceğinin tamamını ikram eden zenginlerle fakirler fakr safında buluşup “وَاللَّهُ الْغَنِيُّ وَأَنْتُمُ الْفُقَرَاءُ “Allah zengin siz ise fakirsiniz.”[ref]Muhammed 38.[/ref] ayetine tefsir oldu.
Allah Resulü (sallâllahu aleyhi ve sellem) cemiyetin her noktasında imamdı. Fakr-ı ihtiyariyi tercih edip büyük muzdaribler kadrosuna dâhil olarak da Ashab-ı Suffe’ye imam oldu. Suffe O’nunla teselli buldu. Buyurdular ki: “Rabbim Mekke vadisini benim için altın yapmayı teklif etti. Fakat ben, ‘Hayır Ya Rabbi! Bir gün tok bir gün aç olayım. Aç kaldığımda sana tadarruda bulunayım, seni hatırlayayım. Doyduğumda ise şükredeyim, hamdedeyim’, dedim.”[ref]Tirmizi, 2347; İbn Mace 4117; Muhamed Taki el-Osmanî, Tekmile, IV, 23.[/ref]
Allah Resulü (sallâllahu aleyhi ve sellem)’in ikramda bulunmayı imanla ilişkilendirmesi ve fakrı ihtiyar etmesi, sahabedeki infak duygusunu öylesine muhkem hale getirdi ki, ashabın zenginleri, sofralarındaki yemeği fukaraya ikram edip pek çok geceyi aç geçirirdi. Hadis mecmularında, “Medine’de bir gece yürüyüşü”ne çıkarsanız sokaklarda onlardan nicesini görürsünüz. Ümmete îsarda da imam olan Allah Resulü de bir gece açlıktan uyuyamamıştı. Dışarıya çıktığında Hz. Ebu Bekir ve Ömer (radiyallahu anhuma)’yı da görünce, sorar onlara; مَا أخْرَجَكُمَا مِنْ بُيُوتِكُما هذِهِ السَّاعَةَ ؟ “Nedir bu saatte sizi evlerinizden dışarıya çıkaran?”, Şeyhan قَالا : الجُوعُ يَا رسول الله “Açlık Ya Resulellah” diye cevap verir. قَالَ : وَأنَا ، وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ ، لأخْرَجَنِي الَّذِي أخْرَجَكُما Allah Resulü “hayatım kudretinde olan Allah’a yemin olsun ki beni de sizi evden çıkaran açlık buraya getirdi.”[ref]Müslim Et’ıme 3; Eşribe 20.[/ref] buyurur.
Allah Resulü (sallâllahu aleyhi ve sellem) konuşuyor. Medine hızla yeni kimliğini kuşanıyor, Yesrib’ten Medine olmaya doğru ilerliyor. Gün be gün münafıklar azalıyor, müşterek gayeleri İslam’ı yaşamak olan sahabe çoğalıyor. İman, muazzam bir dekor gibi bütün yürekleri sarıp sarmalıyor.
Muhacir, İslam’a göre bir hayat yaşamak için evlerini, Ensar da aynı ideal uğruna onlarla mülklerini/gelirlerini paylaşmıştı.
Şehir büyüdükçe sahabe müşterek gayeye daha ziyade sadakat gösterdi. Maddiyat onları dünyevileştiremediği gibi idealleri uğrunda fedakârlık yapmaktan da alıkoymadı. Suffa’da kalanların sayısı zaman zaman Mescid’e namaz için gelenlerden daha fazla oldu; fakat şehir usanmadan yemeklerini onlarla paylaştı. Akşam namazından sonra Allah Resulü (sallâllahu aleyhi ve sellem) ashaba döner مَنْ كَانَ عِنْدَهُ طَعَامُ اثْنَيْنِ فَلْيَذْهَبْ بِثَالِثٍ وَمَنْ كَانَ عِنْدَهُ طَعَامُ أَرْبَعَةٍ فَلْيَذْهَبْ بِخَامِسٍ أَوْ سَادِسٍ “Kimin evinde iki kişiye yetecek kadar yemek varsa yanında üçüncüyü, kimin de dört kişiye yetecek kadar varsa beşinci ya da altıncıyı alıp götürsün.”[ref]Buhari Menakib 22; Müslim, Et’ıme 15; Eşribe 32.[/ref] buyururdu. Mescit ikram edenle edilenin buluşma noktasıydı.
İki örnek çerçevesinde hadiseyi müşahhaslaştıralım. Mikdad b. Esved (radiyallahu anh) rivayet ediyor: وَقَدْ ذَهَبَتْ أَسْمَاعُنَا وَأَبْصَارُنَا مِنْ الْجَهْدِ فَجَعَلْنَا نَعْرِضُ أَنْفُسَنَا عَلَى أَصْحَابِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَلَيْسَ أَحَدٌ مِنْهُمْ يَقْبَلُنَا Açlıktan neredeyse kulak ve gözlerimizin duyma ve görme yeteneğini kaybedeceği bir halde Allah Resulü’nün ashabından oluşan bir grubun yanına vardık ve halimizi onlara arz ettik. Kendilerine yetecek kadar yiyecekleri dahi olmadığından ikram teklifimizi kabul edemediler. Allah Resulü’ne vardık. Halimizi O’na da arz ettik. Bizi alıp evine götürdü. Bir ne görelim ensardan birisinin ödünç olarak verdiği üç tane keçi… Buyurdular ki: احْتَلِبُوا هَذَا اللَّبَنَ بَيْنَنَا ‘Bu keçileri dördümüz için sağın ve sütü aramızda paylaştırın.’ Biz sütü sağıyor ve her birimiz kendi payına düşeni içiyor, Allah Resulü’nün hissesini ise saklıyorduk. Efendimiz namaz dönüşü uğrayıp sütünü içiyordu. Bir gece ben sütümü içmiştim. Şeytan gelip zihnimi karıştırdı: “Peygamber yatsıdan sonra Ensar’ın evlerine gider, onlar da O’na ikram eder, Ensar’ın yanında yiyip içer. مَا بِهِ حَاجَةٌ إِلَى هَذِهِ الْجُرْعَةِ O’nun bu bir yudum süte ihtiyacı yok” dedi. Ben de bu telkinin etkisiyle Allah Resulü için ayırdığımız sütü içtim. Bu defa Şeytan içime vesvese düşürdü: “Allah seni affetsin Mikdad! Ne yaptın? Peygamber’in payına düşen sütü mü içtin? O gelir, sütü bulamaz ve sana فَيَدْعُو عَلَيْكَ فَتَهْلِكُ فَتَذْهَبُ دُنْيَاكَ وَآخِرَتُكَ beddua eder sende helak olursun, dünyan gider ahiret için yaptığın ameller de ibtal olur.” dedi. Arkadaşlarım uykuya dalmış, bense derin endişeler içerisinde beklerken Allah Resulü geliverdi ve her zaman olduğu gibi bizi selamladı. Daha sonra mescide gidip gece namazı kıldı. Sonra sütü koyduğumuz yere yöneldi. Kabın üzerindeki örtüyü açtı, fakat içinde bir şey bulamadı. Ardından başını semaya doğru kaldırdı. Tam bu esnada şeytanın ifadeleri hatırıma geldi. Şimdi beddua edecek ben de helak olacağım dedim. Buyurdular ki اللَّهُمَّ أَطْعِمْ مَنْ أَطْعَمَنِي وَأَسْقِ مَنْ أَسْقَانِي “Allah’ım beni yedireni rızıklandır; beni içerini içir.” Efendimiz sütü sormadığı gibi içenle alakalı da olumsuz bir ifade kullanmadı.
Allah Resulü (sallâllahu aleyhi ve sellem)’e süt ikram edemeyen Mikdad (radiyallahu anh) yemek ikram edebilmek için keçilerden birini kesmeğe karar verir, bunun için bıçağı alıp keçilerin olduğu yere gider. Fakat tam bu esnada Efendimiz’in bir mucizesiyle karşılaşır. فَإِذَا هِيَ حَافِلَةٌ وَإِذَا هُنَّ حُفَّلٌ كُلُّهُنَّ Daha henüz sağdıkları en semiz keçinin memesi süt doludur. Diğeri, diğeri hepsi aynı şekilde, sanki memeleri sütten patlayacaktır. Kesmekten vazgeçer, sütü sağar ve Allah Resulü’ne ikram eder.[ref]Bkz. Müslim Et’ıme 15; Eşribe 32.[/ref]
Yine Medine’de bir gece… Allah Resulü (sallâllahu aleyhi ve sellem): “Evinde iki kişiye yetecek kadar yiyecek olan üçüncüyü götürsün.” çağrısında bulunuyor. O gece kendisi on, Ebu Bekir (radiyallahu anh) ise üç kişiyi misafir etti. Ebu Bekir misafirleri oğlu Abdurrahman’a teslim edip, “Benim Allah Resulü ile birlikte işim var.” deyip mescide geri döndü. Yatsı namazını kıldı. Uyuyuncaya kadar Allah Resulü (sallâllahu aleyhi ve sellem) ile birlikte kaldı. Gecenin ilerleyen saatlerinde evine döndü. İlk olarak eşi Ummu Ruman’a misafirleri sordu. Yemediklerini öğrenince oğlu Abdurrahman’ın bir ihmali olduğu düşündü ve يا عنثر “Ey sefih, ey cahil” diye bağırmaya başladı. Hz. Ebû Bekir eve dönünceفاختبأت bir yere saklandığını söyleyen Abdurrahman babasının yemin etmesi üzerine çıkıp yanına gitti ve misafirlerin hane reisi olmadan yemek yemeyeceklerini söylediklerini ve bu noktada ısrar ettiklerini nakletti. Yemek getirildi. Ebû Bekir de misafirlerle birlikte sofraya oturdu. Oğlu Abdurrahman diyor ki فأيم الله ما كنا نأخذ من لقمة الا ربا من أسفلها أكثر منها Allah’a yemin olsun ki aldığımız her lokmanın yeri alttan doğru, alınan lokmadan daha çok olacak şekilde artmaktaydı. Biz doyduğumuzda kapta öncesinden daha fazla yemek vardı. Ebû Bekir tabağa baktı, bir de ne görsün yemek olduğu gibi duruyor, ya da öncesinden daha fazla olmuş. Eşi Ümmu Ruman’a hitaben, “Ey Beni Firas’ın kardeşi! Nedir bu harika durum?” diye sordu. Ummu Ruman da hazırladığı yemeğe baktı şu itirafta bulundu: لهى الآن أكثر منها قبل ذلك بثلاث مرار “O tabak şimdi, yemekten önceki haline göre tam üç kat daha fazla.” Ebû Bekir bereketi görünce dönüp bir lokma daha aldı. Sonra yemeği Allah Resulü’ne götürdü. O yemek on iki komutanın idaresindeki on iki bölük sahabiye ikram edildi onlar da doyuncaya kadar yedi.[ref]Bkz. Müslim Et’ıme 15; Eşribe 32; Muhammed Takî el-Osmanî, Tekmilet-u Fethi’l-Mülhim, IV, 44 vd.; Musa Şahin Laşin, Fethu’l-Mun’im, VIII, 274 vd.[/ref]
Medine’de evler de, mallar da ümmetin müşterek ideallerine hizmet etti. Her gece azığı olanlar, olmayanlar için usanmadan sofralar kurdu, olanı paylaştı. Bir grup sahabinin Mikdad b. Esved ve arkadaşlarını ağırlayacak kadar yiyecek bulamadığı bir zamanda Efendimiz ailesinin nafakasını muhtaçlarla paylaştı. Ebû Bekir, Allah Resulü ile önemli bir mevzuda özel bir görüşmesinin olduğu gece de evinde misafir ağırladı. Onların ikramdaki hasbiliklerine Allah Azze ve Celle ikramla mukabelede bulundu. Sağılan keçilerin memeleri kısa zamanda sütle doldu. Tabaklar yendikçe arttı, iki tabak yemek hem misafirleri hem on iki bölük mücahidi doyurdu. Maddi imkânların yetersiz kaldığı yerde sahabe Allah Resulü (sallâllahu aleyhi ve sellem)’in mucizelerine şahit oldu. O’nun mucizesiyle gelen “bereket” ashaba, malın vererek azalmayacağını öğretti. İki tabağın on iki bölüğe yeteceğini, bir anda henüz sağılan keçilerin memelerinin sütle dolacağını gördüler.
Ravza’yı ve ashabı günümüz bağlamında değerlendirirsek şunlar söylenebilir: Türkiye’de mescitlerimize gelen aç insanların sayısı belki bir yekûn teşkil etmiyor. Fakat ümmet coğrafyasında, mülteci kamplarında aç on binler var. Onlar gelemiyor. Çünkü emperyalizma ümmet coğrafyasında sun’i hudutlar tayin etmiş. Bu yüzden ötelerden sadece ümmetin fakr u zaruret haberleri geliyor.
Allah Resulü (sallâllahu aleyhi ve sellem) akşam namazlarından sonra geri dönse bize neler söylerdi. Söyledikleri, şunları söyleyeceğine delalet ediyor: “Evinde iki kişiye yetecek kadar azığı ya da mukabilinde parası olanlar kendilerini üç kişi farzedip üçüncünün parasını Bilad-ı Şam’a, Arakan’a, Doğu Türkistan’a göndersin.”
Mudar kabilesi perişan bir halde mescide gelince onlar için hutbe akdeden Allah Resulü’nü bu gün Ravza’da dinleseydik mutlaka şunları da söylerdi: Allah’a ve ahirete iman edenler, Arakan’da ki mustazaflara, Halep ve Hımıs da ki mücahitlere yardım etsin. Halep’te yavrusu için süt bulamayan babaya imdat etsin.”
Mazlum coğrafyadaki mustazaflara malınızdan gönderirken “yarın ne olur?” diye endişe etmeyin. Ümmetini, ümmetine sahip çıkmaya davet eden Peygamber-i Ekber’in buyruklarını dinleyen sahabeye semadan “bereket” yağmıştı. Kur’an-ı Hâkim’in buyruğuna kulak verir, وَإِنْ تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا[ref]Nur: 54.[/ref] Allah Resulü’nün çağrılarına itaat edersek yine sağılan keçilerin memeleri sütle dolacak, yine tabaktan aldıkça yiyecek artacak.
Dün misafire ikrama, komşuya sahip çıkmaya çağıran Peygamber (sallâllahu aleyhi ve sellem) bu defa, “Allah’a ve ahirete iman edenler Halep’in mücahitlerine, Arakan’ın mustazaflarına sahip çıksın.” çağrısında bulunuyor.[ref]“Allâh Resulü’nün Seferberlik Çağrısı” başlığını taşıyan bu hutbe daha sonra kısmi tasarruflarla yazı diline aktarılmıştır. Hutbe’yi izlemek için bkz. https://youtu.be/6oPKez8pcuA [/ref]