CAHİLİN KELAMI USANDIRIR, ULEMANINKİ İSE UYANDIRIR
İslam’la Küfr’ün mücadelesi Kıyamet’e kadar davam edecek; Sahneden ne Hak çekilecek, ne de Bâtıl… Sadece tarafların galibiyeti değişecek.
En şiddetli mücadele Peygamberlerin gönderildiği zamanlarda oldu. Nemrut, Firavun, Ebû Leheb gibi isimler enbiya ile doğrudan savaşan müseccel dinsizlerdir. Allah’ın ve Rasûlü’nün buyruklarına sarılan, onlarla amel eden müminler sonunda İslam’la Küfre, Hak’la Batıl’a galip geldi. Zaferlerden ve yenilgilerden geriye kalan, müminler nelere riayet ettiklerinde nihaî zaferler kazanacaklarına dair esaslar oldu.
Mücadelede güç sebep, kemmiyet sebep lakin azların çoklara galibiyeti gösterdi ki sebeplerin üzerinde bir sebep var ki o da Allah’a ve Rasûlü’ne kayıtsız şartsız itaattir. Bu yüzden Bedir zafer, Huneyn’in birinci faslı yenilgidir.
Hak cephesinin şuursuz müminleri susarak, maslahatla amel ederek Batıl’ın yolunu açarlar. Bunun bedelini ise sadece onlar değil topyekûn Müslümanlar öderler.
Hakkı maslahat söylemek, susmak ise ihanettir. Hiçbir Peygamber karşı tarafın gücüne bakarak susmadı, geri adım atmadı. Öldüren de, dirilten de O olduğuna göre susmak ecelin Onun tasarrufunda olduğundan şüphe duymaktır. Olacak olan olacağına göre, söylenmesi gereken de söylenmelidir. İslam susanları, Hakkı gizleyenleri lanetliyor.1 Hiç bir Peygamber kınayanların kınamasından, taşlayanların taşlamasından korkmadı. Korkmamak müslümanlığın da, müslümanlığa davetin de pek mühim bir esasıdır. Peygamberlerin çok sayıda sıfatı olmasına rağmen Allah Azze ve Celle şu âyet-i kerîme’de yalnızca korkmayı öne çıkarmaktadır, “O peygamberler Allâh’ın talimatlarını duyururlar, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar.”2 Korkanlar, konuşamazlar. Konuşmayanlar inkılâb yapamazlar. Küfrün hezimeti, Hakk’a sözcü olanların konuşmalarında, konuşup milleti uyandırmalarında; güçlenmesi ise Ulemanın kenara çekilip susmasındadır. Bu yüzden Allah Azze ve Celle konuşması gerektiği yerde susanlara lanet eder.
Cahil Usandırır, UlemaUyandırır
Eğer Mümin nazarında İslam düşmanlarının kınamasının bir hükmü olsaydı ne Hz. İbrahim Nemrud’un şehrinde put kırabilir, ne Hz. Şuayip tefecilere meydan okuyabilir, ne Hz. Musa Firavun’a haddini bildirebilir ne de Allah Rasûlü ﷺ putperest bir şehirde Allahu Ekber diyebilirdi.
Cahilin konuşması usandırır, Ulemanın konuşması ise uyandırır. Büyük bir fabrikanın güvenliğinden mesul olanlar, vazifelerini ihmal eder, doğalgaz kaçağı ile alakalı önlem almaz ya da insanları tehlikeye karşı uyarmazlarsa muhtemel bir patlamanın baş sorumluları onlar olur. Bozulan, dağılan cemiyet içerisinde Hakk’ı söylemenin gerektirdiği bedeli göze alamadığından dolayı susanlar da Cehennem yolunda yürüyen zavallıların vebalini omuzlarında taşımaktadırlar.
Küfrün başarısı haklı oluşunda değil, davasına bağlılıkta, Müslümanların hezimeti ise susmayı maslahat gören fasid anlayışındadır.
Maslahat Anahtarı
Maslahat, susmayı keramet zannedenlerin vicdan rahatlattıkları bir mefhumdur. Her kapıyı onunla açar, her sofraya onunla oturur, her yanlışa onunla “doğru” der, onunla itibar görür, onunla mahremiyeti çiğner, onunla tescilli dinsizlerle dost olurlar. Bilmezler ki Şeriat’a aykırı bir maslahat, “mutebere” değil, mülgadır.
Hezimete Hizmet
Hilafet-i İslamiyye, Hakk’ın karargâhıydı. Küfür yobazları önce içine sızdılar, sonra bütünüyle ortadan kaldırdılar. Müslümanların bugün yaşadığı kavram kargaşasının en baş müsebbibi neyin İslamî olup olmadığını belirleyecek bir merciden mahrum olmalarındandır. Durumu fırsat bilen küfür cephesi Müslümanların içine sızıp yanlarına çektikleri aldanmışlarla ilim ve fikir sûrunda büyük gedik açtılar. Haçlı ve Moğol saldırılarının ardından ruhunu onarıp tekrar ayağa kalkan bu Ümmet bir asırdır, ciddi bir mesafe alamadı. Çünkü Hilafet’in tecdidi yani hayatı İslamî esaslar çerçevesinde yenileme nazariyesi, mustağriblerin teceddüt yani hâkim ideolojinin esasları çerçevesinde yenilenme kavramı içerisinde kayboldu. İlim, fikir erbabının kahir ekseriyeti yanlış bir yerde durduklarından kendi menzillerine gidiyorlar zannıyla mücadele etmekle emrolundukları ideolojilerin karargâhına gidiyor. Bu yüzden emekler, gayretler muvaffakiyete değil, hezimete hizmet ediyor.
Küfür cephesi ilim, fikir, siyaset ve sanat vadilerinde kendi bayrağıyla savaşmadığından, kimin ne olduğunu anlamak Hak-Batıl mücadelesinin en zor yanıdır. Anlayanları bekleyen en büyük zorluk ise bizden görünen lakin karşı cephe adına çalışan, bu yüzden kıyamımıza mani olan adamların tahrif ve tahribini insanlara anlatabilmektir.
Küfür Cephesi, Müslümanların uyanır gibi oldukları anlarda devreye koydukları son sürüm stratejilerle yeni uyutma hamlelerine girişirler. Fikrî bir mücadele bir anda ya muhtevası değişir ya da alan değişip bir anda iktisat veya siyaset cephesinde tezahür edebilir. Ardından İslam coğrafyasında yeni bağlılar bulur, onlar da harekâtın kalıbını İslam’dan, muhtevasını da Batı’dan alarak milleti kendileriyle yürümeye davet eder. Bir buçuk asırdır İslam dünyasında yaşanmakta olan kaosun nedeni işte budur. Oyun ve oyuncu değişiyor lakin kurgu hep aynı merkezden idare ediliyor.
Bâtıla karşı yürütülen mücadelenin en zor şekli Hak kisvesi altında yapılan taarruzlara karşı koymaktır. Bu yüzden maddi işgalin Müslümanlara nüfuz etmesine mani olduğunu gören Batı, köleleştirmeyi bedeniyle Müslüman olan insanların aklına sirayet ederek yaptı. Bu, açıkça savaş meydanlarında yıkılamayan Müslümanları Mescid-i Dırâr projesiyle içeriden birbirine düşman yapıp küfürle mücadele zemininden uzaklaştırmaktır.
Allah Teâla’nın ‘Yahudilerin ve Hristiyanların millet yapılarına dahil olmadıkça senden asla razı olmazlar’ buyruğu küfrün İslam karşısında tek millet olduğu ve öyle kalacağını bize hatırlatmakta, gereğini yapmakla mükellef tutmaktadır. Müslümanlar oyunu görür, oyuncuları tanır, bizi bölmeye memur olanların büyük muvahhitler değil, büyük tefrikacılar olduklarını anlarsa mücadele tersine dönecek ve Müminler kurtuluş noktasında büyük bir adım atmış olacaklardır.
DİPNOTLAR
1 Bakara
2 Ahzâb, 39.