DOĞU TÜRKİSTAN İSLAM DEVLETİ*
Alem-i İslam bugün büyük bir kuşatma altında… İki asırdır ideolocyalarda kuşatmayı yaracak çareler arıyoruz, yenildikçe yeniliyor, ezildikçe eziliyoruz. İz de belli, yol da, lakin biz Allah Rasulü’nün ﷺ değil de, düşmanlarının izinde çare arıyoruz.
Kardeşlerim!
Bu Ümmet tarihindeki bütün kuşatmaları Asr-ı Saadetteki ruh ve manadan ilham alarak yardı. İmam-ı Malik buyuruyor ki, “Bu ümmetin selef-i salihini ne ile salaha erdiyse, sonra gelenlerinin salahı da ancak ve ancak aynı şekilde olacaktır.”.
O halde Gazze gibi, Şam gibi, Bağdat gibi Doğu Türkistan da, Nebevî hareket esas alınarak kurtulacaktır.
Bize Allah Azze ve Celle Yeter!
Peygamber-i Ekber ve ashabını da kuşatmışlardı.. İnsanlar diyorlardı ki: “Müşrikler, münafıklar, dinsizler kopup geldiler… Aynı safta durup geldiler… İslam’ı ortadan kaldırmaya, Ümmet’in kızlarının çarşafını çiğnemeye geldiler. Onlardan korkun.”. Lakin Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının imanı dağlar gibi kükredi ve dediler ki; “Hasbunallahu ve ni’mel vekil”[1] Allah bize yeter ve o ne güzel vekildir.
Şimdi Urumçi’de, Kaşgar’da Kaşgarlı Mahmud’un çocukları diyorlar ki: “Ey 1 milyar 800 milyonluk Alemi İslam! Siz dursanız, korksanız, sessiz kalsanız da, biz Bedir, Uhud, Hendek’te Allah Rasülü’nün ardında duran ashabı gibi haykırıyoruz; ‘Hasbunallahu ve ni’mel vekil!’ Çin zaliminin tüm silahlarına, tanklarına, toplarına, tüfeklerine karşı ‘Bize Allah Azze ve Celle yeter!!’”
“Yuh Olsun Size!”
Sizler ey Ümmet’in en doğusunda, yalnız başına Çin zindanlarında Çağdaş Nemrud’a karşı direnenler! Siz Ey Doğu Türkistan’ın Muazzez Evlatları! Siz ki; Çin eşkıyasının, Çin haydutlarının, Çin Seddi ile durduramadığı kahramanların evladısınız. Siz ki Hz. İbrahim (a.s) gibi Kur’an-ı Hakîm’in şu ayetini dünyaya ilan ediyorsunuz “أُفٍّ لَّكُمْ Size de, Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun!”[2]
Ey Çin! Senin karada orduların, denizde donanmaların olsa da bu kahraman millet susmayacak..! Haykırıyorlar, haykıracağız: أُفٍّ لَّكُمْ...! Ey Mao’nun çocukları! Size de, taptıklarınıza da, ilahlarınıza da yuh olsun..!”
Bedr’i Hatırlatan Sarıklar
Kardeşlerim! Kur’an-ı Hakim bize yol gösteriyor. Nereden gideceğiz, yol haritamız ne olacak, kıyamımız, kıvamımız nasıl olacak, yarınlarımızı Kur’an-ı Kerîm aydınlatıyor. İşgal altındaki Doğu Türkistan İslam Devleti’nin alimlerinin, kumandanlarının, mübarek ecdadınızın resimlerini gördünüz… Cübbeleriyle, sarıklarıyla… Ve onların yolunu takib eden torunları küçük hafızlar, hafizeler… O dedelerini unutmayınız! Onların sarıkları, onların cübbeleri Allah’ın inayetiyle Pekin’deki Allah ve Rasül düşmanlarına yüz tane uçaktan daha fazla korku veriyor… Çünkü o sarıklar, o cübbeler onlara Bedr’in kahramanlarını hatırlatıyor.
Allah ve Rasulü ﷺ Ne Vadettiyse O Haktır
Allah Rasulü’nün ﷺ ashabına, “Bırakın bu davayı, münafıklar, yahudiler, müşrikler, kafirler hep aynı safta… Siz onlarla mücadele edemezsiniz. Vazgeçin İslam davasından; Çıkarın çarşaflarınızı, çıkarın sarıklarınızı!” dediler. Allah Rasulü’nün ﷺ öğrencileri ise Hendek muharebesinde, küfrün müttefik güçlerine karşı, “Bu Allah ve Rasülü’nün bize vâd ettiği şeydir ve Allah da Rasülü de doğru söylemiştir.”[3] dediler. Allah Rasulü ﷺ elbette doğru söyledi. Eğer biz imana, İslam’a sadakat gösterirsek bütün dünya karşımızda olsa, küfür her taraftan kuşatsa da zafer bizimdir, istikbal İslamındır.
Siz ey ümmetin Doğu Türkistanlı kızları! Anneleriniz mağaralarda sizlere Kur’an-ı Hakim’i ezberletti, sizi Türkiye’ye Dîn-i Mübin-i İslam’ı öğrenip yaşamanız için gönderdiler. Sizler de örtülerinizi, çarşaflarınızı çıkarmaz, analarınızın yoluna sadakat gösterirseniz Doğu Türkistan’ın Fatihlerinin, akıncılarının anneleri olma şerefine nail olacaksınız Allah Azze ve Celle’nin izniyle.
Urumçi’ye Doğru
Allah Rasulü ﷺ Mekke-i Mükerreme’den gözünden yaşlar boşalarak ayrılmıştı lakin sekiz yıl sonra Fetih Suresi’ni okuyarak Mekke’ye girdi. Sizler de Allah’ın inayetiyle, Alem-i İslam’ın farklı noktalarından, bütün bir ümmetle beraber “Allah-u Ekber!” diyerek, Fetih Suresi’ni okuyarak Urumçi’ye, Kaşgar Dağları’na döneceksiniz.
Size diyecekler ki, “Ruslar bir taraftan, Çin diğer taraftan saldırdı, Türkistan İslam Devleti’ni yıktılar.… İşgal yüz yıla yaklaştı, hala Türkistan hürriyetine, istiklaline kavuşamadı. Nasıl olacak?!” Kur’an-ı Hakîm bize Hz. Nuh A.s’ı anlatıyor. Mücadelesi tam dokuz yüz elli yıl devam etmişti. Hz. Nuh mesai mefhumu olmadan tebliğ etmişti; “Ey Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim.”[4] demişti. Bu uzun mücadelenin sonunda Hz. Nuh’(A.s) ellerini, ayaklarını bağladılar. Allah’a ibadet etmesini yasakladılar. Sizler yorulduğunuz anlarda dokuz yüz elli yıl direnen Hz. Nuh’a bakacaksınız; Allah Teala bize Hz. Nuh’u(a.s) Kur’an-ı Hakîm’de anlatıyor ki O’nun gibi olalım; yoruldum deyip köşeye çekilmeyelim.
Söyleyin Ümmet’e!
Kürt, Arap, Afrikalı, Asyalı, Hintli, Türkiyeli kardeşlerinize diyeceksiniz ki; “Bu dava, yalnızca bizim değil, topyekün Ümmet’in davasıdır. Biz Türk olduğumuzdan değil, Müslüman olduğumuzdan üzerimize geliyorlar. Çarşafımızdan, cübbemizden, sakalımızdan, mescidimizden dolayı Türkistan’ı işgal ettiler. Bunlar Allah’a ve Rasulü’ne düşmandırlar. Doğu Türkistan davasına sahip çıkmayanlar Mahşerde bunun hesabını veremeyecekler.”.
Gök Bayrak
Doğu Türkistan’da “Allah-u Ekber” demek yasak. Çocukların camilere girmeleri, Ümmet’in kızlarının örtüleriyle sokaklarda dolaşmaları yasak. Tıpkı Hz Nuh’un(a.s.) devri gibi. Eğer biz Hz. Nuh(a.s.) gibi muhlis, muttaki ve mücahid olur… ve yıllar yılı süren mücadelenin sonunda ellerimizi kaldırıp “فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانتَصِرْ yıkıldım Ya Rabbi, yenildim yardım et! Ya Rabbi!”[5]; “Karşımızda bir buçuk milyarlık Çin haydutları var Ya Rabbi! Mao’nun kızıl eşkiyaları var; ‘Allah-u Ekber’ dememize müsaade etmiyorlar Ya Rabbi! Bizi asimile etmek istiyorlar, Doğu Türkistan’ın iffet abidesi kızlarını Çinli haydutlarla evlendiriyorlar Ya Rabbi!” diye teheccüd vakitlerinde yalvarırsak, göreceksiniz 950 yıl sonra Hz. Nuh’un(a.s.) duasına icabet edip göklerin kapısını açan, yağmuru gönderen, sonra da onu tufana dönüştüren Allah Azze ve Celle, dualarınız vesilesiyle çok yakın zamanda göklerin kapısını açacak ya da başka bir helak şekli takdir buyuracak ve kudretiyle tecelli edecektir. İşte o zaman Doğu Türkistan semâlarında yeniden gök bayrak dalgalanacaktır.
İmanın Olduğu Yerde Düşmanın Çok Olmasının Bir Kıymeti Yoktur
Kardeşlerim! Allah Azze ve Celle buyuruyor ki وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ /Muhakkak ki, bizim ordumuz galip olacaktır.”[6] Yani Allah’ın ordusu… Peki bunun için ne yapmalı?! Allah Azze ve Celle’nin ordusunda olmak neleri gerektiriyorsa, önce onları yapmalıyız. Bu da Ashab-ı Kiram Efendilerimiz gibi Allah’a ve Rasülü’ne pazarlıksız bir şekilde ittiba ile olur.
İmanın ve ittibanın olduğu yerde bizim az, küffarın çok olmasının bir kıymeti yoktur. Sahabe-i Kiram(r.a) Bedir’de azdı. 313 sahabi vardı, ama bütün varlıklarıyla Efendimiz’e (s.a.v.) ittiba etmişlerdi. Dünya yoktu onların ufkunda… Makam, mevki, menfaat hırsı da yoktu. 180 km gittiler. Üç kişi bir deveye nöbetleşe biniyordu. Efendimiz (s.a.v.) de devesine nöbetleşe binmişti. O halde onlar Bedir’e kadar gittiler. Ayakları kan revan oldu. Allah Rasülü (s.a.v.) ellerini kaldırdı; “Allahumme in’tehlik hazihi’l-isabet-u felen tu’bede fil ard-ı ebeda../ Ya rabbi! Biz Bedir’e, Medine’deki çarşıyı korumak için gelmedik. Mal, mülk için de gelmedik. Eğer bu topluluk helak olursa yeryüzünde sana secde edecek kimse kalmayacak Ya Rabbi!” diye yalvarmıştı. وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّهُ بِبَدْرٍ وَأَنتُمْ أَذِلَّة/ Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir’de de size yardım etmişti.”[7] Bedir’de sayı azdı lakin sahabenin tevekkülü yalnız Allah Azze ve Celle’ye idi. O tevekkül zaferle taçlandı.
Kardeşlerim!
Bedir’de Rabbine yalvaran Allah Rasülü(s.a.v.) gibi, “Ya Rab biz burada evlerimiz, dükkanlarımız için değil, Hilaliyle ‘La ilahe illallah’ı, yıldızıyla, ‘Muhammedün Rasülullah’ı temsil eden gök bayrağın inmemesi için, analarımızın çarşaflarına küfrün eli uzanmaması için mücadele ediyoruz, bizleri muzaffer eyle Allahım!!” diye yalvarıyorsunuz ya. İnşaAllah yakında göreceksiniz, sayınız az da olsa, karşınızda Çin de olsa, eğer Bedir’de Allah Rasülü’nün(s.a.v.) ashabı gibi Allah’a, Onun Rasülü’ne ittibanız varsa, nasıl onlar Bedir’de büyük bir zafere nail olup Ebu Cehil’in karargahını hezimete uğrattıysa; Siz de Hz Muhammed’in(s.a.v.) manevi çocukları, Doğu Türkistan’ın kahramanları olarak Ebu Cehil’in çağdaşı Mao’nun çocuklarını Urumçi’de hezimete uğratacaksınız.
Doğu Türkistanlı’nın Bayramı
Kardeşlerim! İFAM’da Bayramlarda bütün öğrenciler izine gider, Doğu Türkistan’lı talebeler ise boynu bükük vakıfta bekler… Ne anaları vardır gidecek, ne de babaları… Her şeye rağmen Bayram sabahlarında, yalnızlık onları kat kat kuşattığı anlarda yine de yüzlerinde dağlar gibi bir azamet, arslanlar gibi bir cesaret görürsünüz… Onlar sahabe gibidir, ne kimseye ellerini açar, ne de hallerini izhar ederler… Onlar, Ümmet’in iffetli, izzetli çocuklarıdır. Onlar kimseden bir şey istemezler, dedim ya sahabe gibidir onlar… يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ أَغْنِيَاء مِنَ التَّعَفُّفِ /İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır.”[8] Lakin her devrin bir Ebu Bekir’i, bir Abdurrahman b Avf’ı vardır, onların da vardır ve var olacaktır.
Ruhsatlı Bıçaklar
Son bayramda kurban keserken bir Türkistan’lı kardeşimle Doğu Türkistan üzerine konuşurken dedi ki, “Hocam! Bizde elinizde bıçak dışarda böyle kurban kesemezsiniz… Bizde bıçaklar silah gibi ruhsatla verilir.”. Neden diye sordum. Anlattı… Bir Doğu Türkistanlı, motosikletin arkasında hanımı ile beraber giderken Çinli polisler onu durduruyor, hanımının üzerindeki örtüyü alıp yırtıyorlar. Hanım kardeşimizin iffetine el uzatıyorlar. Hadise üzerine Doğu Türkistanlı kardeşimiz bir kasap dükkanına giriyor, oradan bir bıçak alıyor ve bu alçakça muameleyi yapan Çin eşkıyasından ne kadar varsa hepsini “ila cehenneme zümera” cehenneme gönderirken şehid oluyor. Bu hadiseden Çin yönetimi o kadar korkuyor ki, Türkistanlılara bıçakların ruhsatla satılacağı yönünde kanun çıkarıyor.
Hz. Amr bin As(a.s.) Mısır’ın fethi ile vazifeli iken, Halife Hz Ömer Efendimiz’den(r.a.) dört bin kişilik takviye kuvvet ister. Halife ise O’na dört sahabi gönderir ve der ki, “Sana her biri bin adama bedel dört adam gönderdim.”. O dört adamla Mısır feth edilir. Doğu Türkistan her biri, bin kafire bedel kahramanların yurdudur.
Kardeşlerim! Maddeye değil, manaya bakın! Onları Mao’nun Kızıl Kitabı sizi ise Allah Azze ve Celle’nin Kitabı Kur’an-ı Hakim terbiye etti, Allah Rasülü’nün(s.a.v.) Sünnet’i yetiştirdi. Oradaki hanım kardeşlerimin de Hz Fatıma’nın (r.anha) iffetinden, izzetinden payı var.
Dirilişe Ütopya Diyenler Tarihe Baksınlar
Doğu Türkistan İslam Devleti’nin yeniden kurulacağına ütopya diyenler tarihe baksın. Allah Rasülü(s.a.v.) ashabına “إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنصُورُونَ / Onlar mutlaka zafere nail olacaklardır.”[9] ayet-i kerimesini Mekke-i Mükerreme’de okuduğunda, müşrikler Sahabe-i Kiram’ın(Radıyallah-u anhum) başlarına kaynar sular döküyorlardı. Sümeyye annemizi şehit etmişler, Bilal-i Habeşi’nin(ra) boynuna prangalar takıp Mekke sokaklarında sürüklüyorlardı. Müşrikler bu ayetle alay etmiş, “Bunlar Mekke’de namaz kılamıyor. Lakin peygamberleri onlara dünya hakimiyetinden bahs ediyor” diye istihza etmişlerdi. Hicret’in 20. yıllarında Hz. Ömer’in(r.a.) hilafetinde, Sa’d bin Ebi Vakkas(r.a.) kumandasında sahabe-i kiram İran Sasani İmparatorluğunu tarihten sildi, Kisra’nın Beyaz Sarayında ‘Allah-u Ekber’ dedi. Şimdiki zamanı bırakın, Kur’an-ı Kerim’in ufkuna odaklanın! Siz ey hanım kardeşlerim; Sizler iffetinizde, örtünüzde, evlat yetiştirmede Fatımalar, Zeynepler, Aişeler (r. anhunne) gibi olursanız göreceksiniz, hicretin 20. yıllarında Allah Rasülü’nün Ashabı dünyanın en büyük imparatorluklarından birini nasıl ortadan kaldırdıysa, asrımızdaki Allah Rasülü’nün (s.a.v.) öğrencileri de belki on, belki yirmi yıl sonra, belki daha yakın bir zamanda Urumçi’de, Kaşgar’da Doğu Türkistan İslam Devleti’ni ilan edeceklerdir.
Bin Yıl Önce Yine Böyle Bir Zamandı
Tarihe bakınız… Olmaz, Çin yıkılmaz diyorsanız, Roma’nın yıkıldığı, İslam’ın doğduğu asırlara bakınız…
Bundan bin yıl kadar önceydi… Ümmet yıkılmıştı… Bağdat’ta Büveyhoğulları vardı. Ehl-i Sünnet olanlar evlerinden dışarı çıkamıyordu. Mısır’da Fatimiler teravih namazı kılanları öldürüyordu. Çünkü onlara göre bu namazı (haşa) Hz. Ömer(r.a.) icat etmişti. Hz Ömer’e(r.a.) olan düşmanlıklarından dolayı teravih namazını kıldıran imamı şehit etmişlerdi. Ümmet yeis içinde, “Bu karanlık gecenin bir daha sabahı gelmez” demekteydi ki sizin atalarınız, doğudan Selçuklu kumandanı Muhammed Tuğrul Bey’in idaresinde muhteşem ve muazzam bir orduyla Bağdat’a girip, Büveyhoğulları saltanatına son vermişti.
Bundan sekiz yüz yıl önce, “Moğollar vurdu, Haçlılar vurdu, bir daha Müslümanlar ayağa kalkamaz” dendiği anda, yine Türkistan’dan Anadolu’ya gelip, Söğüt’e yerleşen Muhammet Ertuğrul Bey, Bağdat’ta İslam Birliği dağıldığında Söğüt’ün bozkırlarında İslam sancağını eline aldı, oradan Kosova’ya, oradan Mohaç’a gitti çocukları. Vatikan’a dediler ki; “Bundan sonra, İslam ile küfrün hesaplaşması Anadolu’da, Kudüs’te, Mısır’da değil, Mohaç’ta, Kosova’da, Varna’da, Viyana’da olacak.”. Biz, Müslümanlar bir daha ayağa kalkamaz dedikleri anlarda da destanlar yazdık.
O yıllarda denilseydi ki, “Ertuğrul Bey’in şu kadar obası, şu kadar çadırı, şu kadar koyunu-keçisi var. Bunlar ve bunun çocukları cihan devleti kuracaklar, ümmet bunların bayrağı altında toplanacak. Kudüs’ü, Mekke’yi, Medine’yi, ümmetin kadınlarının iffetini Muhammet Ertuğrul Gazi’nin çocukları koruyacak.” bu söze kim inanırdı?! Ertuğrul Gazi’nin şu kadar çadırından bir cihan devleti çıkaran Allah Azze ve Celle elli milyonluk Doğu Türkistan’dan yeniden bir İslam devleti çıkarmaya elbette kadirdir.
Yeniden Muzaffer Olmak İçin Neler Yapmalı?
Kardeşlerim! Allah’ın vadi var, ordusu muzaffer olacaktır. Sahabe-i Kiram’da, Tuğrul Bey’de, Salahaddin Eyyubî’de, Ertuğrul Bey’de bu vaat nasıl tecelli ettiyse bu asırda da tecelli edecektir. İslam’a aidiyet şartları tahakkuk ederse yine zafer gelecektir.
Allah Azze ve Celle’nin ordusunun galip olması için şartlar nelerdir? Evvela iman, sonra Rasülüllah’a(s.a.v.) kayıtsız şartsız teslimiyet, üçüncü olarak ise Ümmet örgüsünü inşa etmek… Türküyle, Arabıyla, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, beyazıyla, siyahıyla ümmet olmak… Rasulüllah ﷺ, Medine-i Münevvere’de, Habeşistan’dan Bilal’le, İran’dan Selman’la, Kureyş’ten Hz. Ebubekir ve Suheybi Rumi(r anhum) ile, nasıl aynı bayrak altında toplandıysa, biz de “Müslümanlar ancak kardeştir.” buyruğu gereğince, yek vücut olacak ve melekleri, “Peygamberiyle, kitabıyla, kıblesiyle tek bir ümmet.” olduğumuza şahit tutacağız.
Kardeşlerim!
Mekkeli müşrikler Bedir’de “Ya Muhammed” dediler, “Bizim karşımıza adam çıkar, mübareze yapalım.”, Ensar ayağa kalktı, “Biz çıkalım Ya Rasülallah!” dedi. Allah Rasulü ﷺ, “Olmaz!” buyurdu, Ensar’ın bu talebinin sebebi şuydu; “Onlara göre, Muhacir, Mekkelilerle mübareze edemez. Çünkü onlar, Mekke müşriklerinin amca çocukları, ağabeyleri, dayılarıydı.”. Allah Rasulü ﷺ mücadelenin Hak’la Batıl arasında cereyan ettiğini gösterebilme adına, “Kum Ya Hamza, kum Ya Ali, Kum Ya Ubeyde! Kalk Ey Hamza, Kalk Ey Ali, kalk Ey Mekkelilerin amca çocuğu Ubeyde!” buyurdu. En yakınlarını, kendi akrabalarını kayırma derdinde değildi, bizzat küffarın karşısına akrabalarını çıkardı. Çünkü imanın tesis ettiği kardeşlik, kan bağının tesis ettiği kardeşlikten daha kuvvetlidir. İşte bunun için ümmet olacağız ve küfrün karşısında tek safta duracağız.
Fethin müyesser olması için dördüncü şart ise sabırdır, sebattır. Allah Azze ve Celle bize sabır abidesi olarak Hz. Meryem’i(as)[10] anlatıyor. Yani yalnız başına Mevlaya yönelen büyük kadını anlatıyor.
Doğu Türkistan’ın bazı bölgelerinde erkek kardeşimizi evinden alıp zindana koymuşlar. Oğlu buradan babasını, anasını mümkünatı yok arayamaz; babası öldüyse haberdar olamaz.
Bir Şehidin Oğluyla
Doğu Türkistan’lı bir kardeşim bir gün derse gelmedi. Nerede olduğunu sordum. “Babasını Çin dört ay önce şehit etti, o da bugün haberdar oldu, odasına kapandı, ağlıyor.” dediler. Yanına çıktım, ağlıyordu. Ona dedim ki, “Gardaşım! Ne mutlu sana ki bir şehidin evladısın. Mahzun olma! Allah Azze ve Celle sana dair, şehitlerin diri olduğunu haber veriyor[11], ardından biri diğerinden farklı imtihanlar olacağını söylüyor.[12] Bütün bunlar karşısında mümine düşense musibetler karşısında, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz.”[13] diye sabretmektir. Bütün bunların nihayetinde ise mazlumlara Allah’tan gelen bir mağfiret ve rahmet var.[14] Mazlumiyet rahmete gebe… Allah Teala’nın rahmetine muhatap olan bir Ümmet’in önünde hiç bir güç duramaz. Mevzunun son ayeti ise bu zafer nasıl gerçekleşir şeklindeki istifhamları gidermeye matuf… Ayet, Safa ile Merve’den bahsederek Büyük Direnişin zaferine işaret ediyor. Onlar bir musibete maruz kaldığında, babalarını, analarını kaybettiğinde derler ki; “Ya rabbi! Senden geldik, sana dönüyoruz.” Yani öyle bir yere gidiyoruz ki; orada Mao’nun çocuklarının hükmü geçmez. Şehadetlerinden sonra çocuklarınıza, annelerinize, kız kardeşlerinize, babalarınıza, berzah aleminde, mahşerde, Mao’nun çocukları zulm edemez. Orada hüküm yalnız Allah’ındır. İstirca’ Senden geldik, sana dönüyoruz Ya Rabbi! demek…Çocuklarını, kız kardeşlerini, Doğu Türkistan’da şehit veren gardaşlarım, bacılarım, Allah Azze ve Celle size mağfiret ediyor, size rahmet ediyor. Allah’ın rahmet ettiği bir milletin önünde hiçbir ordu duramaz. Peki diyeceksiniz ki; “Nasıl olur bu, karşımızda bir buçuk milyara yaklaşan bir Çin var?”.
Şehitlerin diri olmasıyla başlayıp(154), rahmetle biten(157) ayeti kerimeleri Safa Merve’nin takip etmesinin hikmeti nedir? Bazıları alaka ne diye soruyor. Alaka şu; Hz. İbrahim(a.s.), Hacer annemizle oğlu İsmail’i alır, Kabe-i Muazzama’nın olduğu yere gelir “…senin kutsal evinin (Kâbe’nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirir.”; “ بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِندَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ / Orda insan yok, orda ekmek yok, orda su yok, ama Allah Azze ve Celle orada kalmalarını emretti. Hz. İbrahim, Hacer annemizle oğlu İsmail’i oraya bırakır. İbrahim(a.s) geri dönerken Hacer annemiz, o dağların arasında, ekmeğin, suyun olmadığı vadide Hz İbrahim’in arkasından şöyle seslenir: “Ey İbrahim! Beni, kucağımdaki yavrunu… İsmail’ini burada, bu halde bırakıp nereye gidiyorsun İbrahim!.. Neden bizi bıraktın İbrahim!.. “آالله امرك بهاذا ” Sana bunu Allah mı emretti İbrahim!” deyince, Hz. İbrahim(a.s.) yaşlı gözleriyle geriye döner ve “نعم”; “Evet, Allah emretti” der. O zaman Hacer annemiz “اذن لا يضيعنا” “O halde gidebilirsin” Ey İbrahim der. “Gecenin zifiri karanlığında, siyah taşın üzerindeki, siyah karıncayı görüp rızkını gönderen Allah Azze ve Celle, şu dağların arasında Hacer ve oğlu İsmai’i(a.s.) unutmayacaktır.
Kardeşlerim!
“Allah’ın yardımı nasıl tecelli edecek, Doğu Türkistan yeniden hürriyetine kavuşur mu?” diye soranlara Allah Teala Bakara suresinin 158. ayet-i kerimesinde Safa ile Merve arasında İsmaili’nin yaşaması için mücadele veren büyük kadın Hz. Hacer’i hatırlatıyor. Safa ile Merve arasında say eden o yapayalnız anneyi unutmayın, onlara zemzemi ikram eden, sonra Mekke’yi Ümmu’l-Kura yapan Allah Azze ve Celle bu çağın İsmail’lerini de sahipsiz bırakmayacaktır.
Kardeşlerim! Bakara Suresi’ndeki bu ayetler sanki size diyor ki, “Ey Doğu Türkistan’ın Mazlumları! Sabredin, sabah yakındır. Allah’ın rahmeti tecelli edecek. İsmail’e, Hacer’e yalnız başına Mekke’de büyük bir devlet ihsan eden Allah Azze ve Celle, Doğu Türkistan’da elli milyon mazlum, mustazaf mümine de yeniden devlet ihsan edecektir.”
Siz Doğu Türkistan’da esir kamplarında, zindanlarda, yerin altındaki medreselerde, izbe odalarda çocuklarına Kuran-ı Hakim’i ezberleten anneler, babalar olarak diyorsunuz ki; “Ey Mao’nun çocukları! Mao değil, yer ve göklerin ve onun arasında neler varsa hepsinin sahibi olan Allah Azze ve Celle’dir bizim rabbimiz”.
Sükutî Bir Destan
Kardeşlerim! Siz sükûtî bir destan yazıyorsunuz. Sessiz ve derinden… Gazze’de bir kardeşim şehit olsa akşam ajanslara düşer, Facebook’ta, Twitter’da görürsünüz. Ama Doğu Türkistan zindanlarında günde bazen on, bazen yüz müslüman kardeşimiz şehit olur, hanım kardeşlerimiz tecavüze uğrar lakin siz onların sesini dünyaya duyuramazsınız. Dünya kör, dünya sağır, dünya dilsiz… Ama unutmayın Hz. İbrahim’i saran ateşe “yakma” emrini veren Rabbimiz, o kurşunları da durdurmaya kadirdir.
Hz. İbrahim’i yakmak için dağlar gibi odunlar yığmışlardı. Öyle ki ateş koca şehirleri, ormanları yakabilirdi. Fakat Hz İbrahim’i(a.s.) yakamamıştı. Yakamamıştı Nemrut, yakamamıştı din düşmanları İbrahim’i(a.s.). Biz ümmet olarak sessiz kalsak da Çin eşkıyası yakamayacak Kaşgar’ı; yakamayacak Gök bayrağı; yakamayacak Doğu Türkistan’ı.
Kardeşlerim!
Allah Azze ve Celle, Hz Musa’nın(a.s.) annesine, “Oğlunu bir sandukanın içerisine koyup, Nil nehrine bırakmasını” emretmişti.[16] O da tereddütsüz denildiği gibi yaptı. Bu gün hangi anne yavrusunu sulara bırakabilir?! Hz. Musa’nın annesinin yerinde sizin analarınız var. Onlar, sizi ölümün kol gezdiği Türkistan’dan yarın oraya Fatih olarak dönesiniz diye çıkardı.
Doğu Türkistan’dan Alem-i İslam’a yayılan Müslüman Gençler! Hafız kardeşlerim! 10 yaşında, 11 yaşında, 12 yaşında Ahmetler, Abdüssametler, Abdüsselamlar!… 6 yaşında hıfzına çalışan Hediyeler, çarşaflarıyla, örtüleriyle Allah Rasülü’ne aidiyetini izhar eden Zeynepler!
Eğer siz istikamet halinize devam ederseniz, Kur’an-ı Hakim’e, şu sarıklı dedelerinize sadakat gösterirseniz, beraberliğinizi, kardeşliğinizi korursanız; göz aydınlığı olarak Hz. Musa’yı annesine döndüren Allah Azze ve Celle sizi de analarınıza irca edecektir. Allah’ın vadinin hak olduğunu anneleriniz de[17], bütün dünya da görecektir.
Döneceksiniz..! Doğu Türkistan’a al bayrakla, gök bayrakla döneceksiniz..! Anneleriniz sizi karşılarken Allah’ın vâdinin hakikat olduğunu görecek; “Allah-u Ekber!” diyecekler.
Kardeşlerim! Yol bellidir. Yol Allah Rasülü’nün yoludur. Eğer Ona(s.a.v.) dönersek, bütün varlığımızla ona ittiba edersek, o yol Tuğrul Bey’e, Selahaddin-i Eyyübi’ye, Ertuğrul Gazi’ye açıldığı gibi, Doğu Türkistan’a da açılacaktır.
Natoyla, ABD ile birlikte olunca değil, imanda, fikirde, harekette sahabe gibi olunca Allah Azze ve Celle’nin rahmeti tecelli edecek ve o zaman Alem-i İslam kurtulacak.
Sebat ederseniz yakında ufukta doğacak fetih güneşini göreceksiniz. İstikbaliniz, ufkunuz, gelecekteki Doğu Türkistan İslam Devletimiz şimdiden mübarek olsun.
Dipnotlar
[1] Âl-i İmrân, 173.
[2] Enbiya, 67.
[3] Ahzâb, 22.
[4] Nuh, 5.
[5] Kamer, 10.
[6] Saffât, 173.
[7] Âl-i İmran, 123.
[8] Bakara, 273.
[9] Saffât, 172.
[10] Tahrîm, 12.
[11] Bakara, 154.
[12] Bakara, 155.
[13] Bakara, 156.
[14] Bakara, 157.
[15] İbrahîm, 37.
[16] Kasas, 7.
[17] Kasas, 13.