اَلْقُدُّوس
El-Kuddûs; Her türlü eksiklik ve kusurdan münezzeh olan.
Allah Teala’nın her şeye mâlik olması aynı zamanda her şeyden mustağni olmasını da gerektirir. Mahlûkat var olmak için O’na muhtaç lakin o hiçbir şeye muhtaç değildir. O ﷻ, kulunun kalbinde de, kalıbında da mutlak bir tasarrufa sahiptir. Bu yüzden denmiştir ki, “Nefsine hakim olana hür, hevasına mağlup olana köle” denir.
Allah Teala her şeye mâlik ve bütün kusurlardan münezzeh olduğundan muzdarib bir Müslüman, ellerini kaldırıp «Ya Rabbi! bizi suyla maddi kirlerden temizlediğin gibi, manevi kirlerden de arınıdır. » diye O’na ﷻ niyazda bulunur.
Rabbiyle olana yalnızlık yoktur. Eğer Müslüman duaya icabetin şartlarını yerine getirirse zulümden halâs bulmanın yolunu aralar.
Bir kitabın okurlara ulaşabilmesi için, bilgisayardan matbaaya belli cihazların olması gerekir. Eserin okura ulaşması nasıl belli şartları iktiza ediyorsa duanın da makbul olması madde planında belli şartların varlığını gerektirir. İnsanlar bunu yaparsa, Allah Teala onlara icabet eder. Ateşin içinden Hz. İbrâhîm’i u O ﷻ kurtarmadı mı? Balığın karnından Hz. Yûnus’u u O ﷻ çıkarmadı mı? Hz. Mûsa’nın u asâsı ile denizi O ﷻ yarmadı mı ? Rabbimiz bütün bunları Kur’ân-ı Kerîm’de neden bize anlatır?!
«El-Kuddûs» deyip O’nu tesbih ederken «Ya Rabbi! Sen bütün noksanlıklardan münezzehsin. Eğer biz sana layık kullar olur, dua etmenin şartlarını yerine getirebilirsek sen niyazımıza icabet edersin. Çünkü «Sen her şeye mâlik, dilediğini yapmaya kadirsin! Sen de noksanlık olmaz Allah’ım.»
El-Kuddûs ismi üzerinde tefekkür eden Müslüman, Allah Azze ve Celle ile beraber olmanın şevkiyle nefsini günahlardan, lisanını gıybetten, malını haramdan, vaktini isyandan, kalbini dünyevî alakalardan temizler. Avam insanların göz zevkine hitap etmesi için oturma odasının boyasını, tülünü, perdesini değiştirmekle, ârif ise Rabbinin nazargahı olan kalbini tezkiye ile meşgul olur.
“El-Kuddûs” mü’mine kalbindeki hastalığı temizlemeyi telkin eder. Zira bedendeki arızalar ölümle son bulur, yürekteki hastalıkların zararı ise ölünce başlar.
“El-Kuddûs” zikriyle temizlenen bir yürek Allah’tan gayrısına meyletmeyi, insaniyetine ihanet kabul eder.
السَّلاَم
Es-SELÂM, KULU ŞERDEN ve ŞÜPHEDEN KORUYAN BİR KALKANDIR
Es-Selâm, her türlü ayıptan, sonradan oluştan, mahza şerden, acz ve kusurdan, yaratılmışlara has değişikliklerden ve yok oluştan münezzeh olan, güven veren.
Allah Teala kullarını her türlü tehlikelerden ve korkulardan selamete çıkarmıştır. “es-Selâm”ın, “Selamet”ten türediğini bilen bir mü’min, her mevzuda Rabbinden beladan ve musibetten selameti ister. Müslümanlar elinden ve dilinden emin olunur. Yaş itibariyle kendinden daha büyüğü görünce, “O benden daha hayırlıdır. Çünkü ibadeti benden daha fazla, imanı daha kuvvetli, marifeti daha öndedir; kendinden daha küçüğü gördüğünde ise O benden daha hayırlıdır. Yaşı küçük olması cihetiyle günahı daha azdır.” der.
Mü’minleri, ailemizi, cemiyetimizi Allah’ın «es-Selâm» adıyla selamlarız. Bu sebepledir ki kâfire selam verilmez. Selamla her nevi noksanlıktan münezzeh olan Rabbimizden mü’minlere « selamet » niyaz eder, onlara «sizinleyiz» deriz. «Es-Selâm» ile yere, göğe selamet dileriz. Tanıyıp, tanımadığımıza bakmadan herkese selam verir, «Selam»la her mü’mine dua ederiz.
“Es-Selâm” isminden kulun payı, kendi ve çevresi için korku, hüzün ve endişe merkezi değil, güven kaynağı olmasıdır.
Gözün, “Es-Selâm” isminden payı harama bakmamak, lisanın batıla tercüman olmamak, ailenin payı hakkını vermek, çocukların payı onları şehevi neşriyattan korumaktır.
Es-Selâm isminden kalbin payı, şüpheden, şirkten, hasetten, fitneden, nifaktan, ayrılıktan, şehvetten, şöhretten, ihanetten uzak bir yürekle Mevla’ya ulaşmaktır.
İnsanların elinden, dilinden emin olduğu bir zat, şirkten ve şehvetten de arınmış bir kalbe ulaşır. Bu da onun en büyük ahiret sermayesi olur:
“İnsanların diriltileceği ve Allah’a, küfürden ve nifaktan arınmış bir kalple gelenler dışında malın da çocukların da hiç kimseye fayda vermeyeceği gün beni mahcup etme!”1
Bir Müslümanın hayırlı bir işe, eşe ve bereketli bir aşa sahip olması hep “Es-Selâm” isminin ihsanıdır.
اَلْمُؤمِن
EL-MÜ’MİN, İMAN ve AKSİYON
El-Mü’min, eman veren, emin kılan, mahlûkatın güvenli olmasını sağlayan, vaadine güvenilen.
El-Mü’min olan Allah Azze ve Celle Mahşer Günü mü’minlere büyük korkudan eman verir. Kullarını zulümden korur. Yaptıkları ya lütfundan ya da adaletindendir. Yerlere Ondan eman yağar. Hz İbrâhîm O’ndan ﷻ aldığı emanla bütün putperestlere meydan okumuş,
«Size de, Allah´ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız?2 demişti. Mü’min, Rabbinin emanıyla yürür. Bedir’de yürekleri o eman diri tutar. Huneyn’i o eman zafere çevirir.
Müslümanın, “el-Mü’min” isminden nasibi, gerçek mânada Müslüman olup, inandığı gibi yaşamasıdır. Yaşantısı sözlerini tekzip etmez. Yetkililerden büyük bir sel geldiği haberini alan kişi nehrin kenarındaki evinde oturmaya devam ederse ya uyarıyı anlamamış ya da ona inanmamıştır. Allah’a iman edip, gereği gibi amel etmeyen kişi diliyle itiraf ettiği İslam’ı ameliyle reddetmiş gibi olur. İman aksiyon ister.
Dinamitlerin tahrip gücünü, binanın temellerine konduğunda ne derece yıkıcı olduğunu bilen birisi, düğmeye basıldığında enkaz olacak binada durmaz. Allah’ın kudretinin nâmütenâhi olduğunu, mücrimleri cehennemde nelerin beklediğini bilen ve inanan bir mü’min namazını terk etmez. Namazın terk edildiği yerde imanda zafiyet vardır.
Doktordan kanser olduğunu öğrenen bir hasta “Teşekkür ederim.” diyerek süreci bitirmez. İlaçları alıp hemen tedaviye başlar. Günümüz Müslümanlarının en temel problemi inandıkları hakikatleri fiilleriyle reddetmeleridir. Bu yüzden Allah Teala, “(Tasdik edecek bir iradeyle) duymadıkları hâlde duyduklarını iddia eden -münafıklar- gibi olmayın.”3 buyurmaktadır.
“El-Mü’min” ismini vird edinen Müslümanın meclisinde, sokağında, caddesinde insanlar kendilerini güvende hisseder. Mü’min eşine, çocuklarına, arkadaşlarına korku salan değil, güven telkin edendir. Bu mevzuda Allah Rasulü ﷺ şöyle buyurmaktadır: Müslüman, dilinden ve elinden diğer Müslümanların güvende olduğu kimsedir.”4