Dünya ateşten bir uçurumun kenarında. İnsanlığı topyekün o uçuruma yuvarlanmaktan ancak Müslümanların gayreti kurtaracak. İnsanlık, Müslümanların riyasız salih ameline, hasbi gayretine muhtaç. Ateş düşen evlere, acı çeken yüreklere o salih ameller ve hasbi gayretler şifa olacak.
Deve çobanlığı yapan bedeviler, Sahabe olunca iman ve ameli salihleriyle insanlığın umudu olmuşlardı. Girdikleri yere bir daha çıkmamak üzere ayakbastılar. Adalet onların elleriyle dağıtıldı. Mazlumların esaret kelepçelerini onlar kırdı. Onların okuduğu Ezân-ı Muhammed’i umutsuz yığınlara hayat oldu. Muhataplarını kula kulluktan, Allah’a kulluğa onlar davet etti. Hürriyetin manifestosunu onlar okudu. Hz. Ebu Bekir’in sadakati, Ömer’in adaleti, Osman’ın hayâsı, Ali’nin irfanı, sahabenin ihlası yüreklerde yok olan umutları yeniden diriltti.
İslam’la kurtulanlar, insanlığı onunla kurtarmaya çağırdı. Hz. Nuh’un dalgaları aşan gemisi, Hz. Musa’nın denizleri yaran asası onlarda tecelli etti. Yenilmeyen bir kuvvet, sarsılmayan bir imanla zulmün ve zalimin üzerine giderken sayılarına da, silahlarına bakmadılar. En hassas oldukları husus ise, Allah’ın ordusu/cündullah olma ehliyet ve liyakatinde bir kusur yapmamaktı.
Biliyorlardı ki Allah’ın ordusu olmaya namzet bir ümmet yenilmez. Çünkü Allah yer ve göklerin nurudur[ref]Nûr: 35[/ref], insanlığın karanlıklardan nura çıkması da o orduyla olacaktır[ref]Bakara: 257[/ref]. O halde davası “nur” olanların, kaderi zafer olacak. Eğer bir topluluk sayısına ve silahına önem verdiği gibi Allah’a aidiyete de önem verirse mutlaka onun hakkında, “Bizim ordumuz muhakkak galip gelecektir.” [ref]Saffât: 173[/ref] ayeti tecelli edecektir. Uhud’ta o ordu Allah’a aidiyete uygun düşmeyen bir arzuya kapılıp “ganimet, ganimet” diyerek Peygamber-i Ekber’in emrini terk edip okçular tepesinden ayrılınca kazandığı bir zaferi kaybetti Müslümanlar.
Deniz Gibi Düşman
Allah’ın ordusu, hâkimiyet kurmak, şan şeref almak için değil, insanlığa kaybettiği şerefi iade etmek için akın yapar. Kılıcı, hayatları karartmak için değil, hayatları kurtarmak için çeker. Allah’ın ordusu olmanın vakarıyla yürür, Tarık b. Ziyad gibi gemileri yakar ve sonra da Allah’ın ordusu olmaya namzet müminlere dönüp, der ki, “Arkanızda düşman gibi deniz, önünüzde de deniz gibi düşman var. Nereye kaçacaksınız? Vallahi sizin için ancak sadakat ve sabır kalmıştır. Düşmanın silahı, teçhizatı ve erzağı boldur. Sizin ise silah olarak yalnızca kılıçlarınız vardır.”.
İnsanlığın yarınlarını karartmak için dünyaya hâkim olanlara inat, insanlığı kurtarmak için dünyaya hâkim olmak iradesinde olan bir ordu fetihten başka hiçbir şeye razı olamazdı. Olmadı da. Allah da ordusunu çoklara galip kıldı.
Kül Yığını
Müslümanlar, onlara kıtalar fethettiren, denizler aştıran iman ve ameli salih servetini yitirince sahabe ruhunu kaybettiler; Allah’ın ordusu olma özelliğini yitirdiler. Risaleti unuttular, insanlığı kurtarma ödevini yerine getiremediler, ganimet sevdasına düşüp kaybettiler. Fatihlerin selamet getirdiği şehirlere, işgalciler acı ve ızdırap taşıdı. İman ve cihad ateşi söndü, derinlerinde kor kalan bir kül yığınına dönüştü Müslümanlar.
Evrensel Uyanış Çağı
Batı’nın Müslümanların iman ve ameli salihini yakıp küle çeviren sihirli planları deşifre oldu. Mısır’da, Suriye’de stratejistleri çaresiz bırakacak hamleler yapıldı. Komünizmayı yutan kapitalizma bugün çaresizlik içinde yıllarca düşman göstererek küçük devletleri korkutup yanına çekip sömürdüğü, Rusya ile birlikte İslam şehirlerine bomba yağdırıyor. Kapitalizma artık yeni oyunlar kurmaktan aciz bir halde yarınlara ağıtlar yakıyor. Evrensel bir uyanış çağına giriyoruz. Acı ve elemden uykuları kaçan, geceler boyu iniltiler içerisinde Allah’a yalvaran, gözyaşı döken Müslümanların dua ve niyazları küllerin derinliklerindeki kora kadar ulaştı. Her yerde, her şehirde umut var. Ağaçlar, çiçeklerin bereketinden yere değiyor, kuşlar sevinçten bir öteye bir beriye kanat vuruyor. Evlatsız kalan anneler, evsiz, barınaksız kadınlar, muhacirler, yetimler, öksüzler çiçeklere bakıp, “Don olmasın, kar yağmasın, çiçekler solmasın, bahar umutlara kezzap dökmesin Ya Rabbi!” diye yalvarıyor. Toroslar’dan Himâlâya dağlarına kadar bütün ihtişam anıtlarımız yeniden en muhteşem sabahlara uyanmaya hazırlanıyor. Cündullah olmanın hassasiyetine büyüklerden daha fazla dikkat ediyor gençler.
Çağın Tarık bin Ziyadları
Yarının meyvesi olacak çiçekleri dondan, buzdan koruyacak sadece Allah’tır. Ona sığınıp, ona niyazda bulunur alimler, arifler. Mücahade safında nöbet tutan her Müslüman, Bedir’den sonra Uhud’un olduğunu bilir. Bu yüzden saf bir iman ve salih amel sermayesine riya bulaştırmamak için cehd eder, ter döker. Afrika’nın çöllerinde, Asya’nın iç bölgelerinde, Hint kıtasında hasta yatağında karanlık geceleri ibadet ve kıraatle ihya eden abidler, zakirler, “Çiçekler solmasın Ya Rabbi! Çağın Tarık bin Ziyadlarını karaya çıkarmasın diye her tarafı dalgalarla sarılan iman ve fetih gemisini yürüt Ya Aziz! Yürüt ki, mazlumların limanlarına umut ve hürriyet taşısınlar!”.
İslam’ın İzzet Gemisini Yürüt Ya Rabbi!
Balkan, I. Dünya ve İstiklal muharebelerinde kurmuş olduğu derneklerle kızlarının çeyizlerini, eşlerinin ziynet eşyalarını satıp halifelerinin devleti Osmanlı’ya gönderen, sonra da Hilafet’in bizzat içeriden bir suikastle kaldırıldığına tanık olan Hindistan Müslümanları içindeki abidler, zahidler de, “İslam’ın izzet gemisini yeniden yürüt Ya Rabbi!” diye yalvarıyorlar. Her şehirde binlerce öğrencisi olan İslam üniversiteleri, Keşmirî, Zekeriyya Kandahlevi, Ebu’l-Hasan en-Nedvî gibi dünya çapındaki âlim ve mütefekkirleri, dört yüz milyonluk bir Müslüman nüfusları var fakat küllerin derinliklerinde kaybolan kora yine Anadolu da üfleneceğine inanıyorlar. Yaşları doksana dayanan âlimler, arifler yataklarının başucundaki radyodan Türkiye’den diriliş haberleri bekliyor, o halde kitap mütalaa ediyorlar.
“O Uçakları Moskova’da da Düşürün!”
Dünyanın en derinlikli İslam üniversitesi Dâru’l-Ulûm’un olduğu Diyobend’ten, Delhi’ye doğru giderken Mansurpur köyüne uğradık. İngiliz işgalinden önceki İslam devletine ait bir kalenin içinde yaşayan Seyyid Muhammed Yasin adındaki bir arif zâtı ziyaret ettik. Allame Selman en-Nedvî Hoca’nın da amcası olan bu namsız nişansız Müslüman bir ara Nedvetu’l-Ulema da bulunmuş. Hasta yatağının yanındaki radyodan Türkiye’yi de takip ediyor. Yanına girip Türkiye’den geldiğimizi söyleyince ağlamaya başladı ve şunları söyledi, “Yürekleriyle Allah u Ekber diyenler hiç yenilmedi, bundan sonra da yenilmeyecek”. “Müslümanlara bomba yağdıran Rus uçağını düşürdünüz. Bir asırdır izzetini arayan bu Ümmet’e az da olsa bir surur yaşattınız. Allah size daha fazla şuur ve güç ihsan etsin. Siz Sultan Fatih’in evlatlarısınız. Bu yetmez. Bir gün o katillerin uçaklarını Moskava’da da düşüreceksiniz. Ümmet, sizden bunu bekliyor. Damarlarında Yavuz Sultan Selim’in kanını taşıyan gençlere söyleyiniz. Rızık için okumasınlar. Rızka Allah kefildir. Ecdatları gibi denizler kapandığında karadan gemileri yürütmek, Müslümanları esaretten kurtarmak için okusunlar. Bir araya gelsinler. Söyleyin onlara, Hilafet için ölüm kalım savaşı veren, fakat Türkiye içerisinden ihanete uğrayan Hind Müslümanları şuur ve selametleri için dua ediyor.”
“Unutmayınız ki, bu Ümmet’in üç önemli mekânı vardır. Biri Kâbe-i Muazzama, diğeri Kudüs, üçüncüsü ise Hilafet’in merkezi olan İstanbul’dur. Hind müslümanları sizden, Hilafet’i ilan ederek dağılan şu ümmeti yeniden toparlamanızı bekliyor. Bu sizin dünya Müslümanlarına karşı tarihi borcunuzdur. Hilafet için ağlayan, ahırındaki ineğini satıp da parasını İstanbul’a gönderen Hind Müslümanlarının üzerinizde hakkı var. Müslümanların onuruyla oynayan Batı’nın kapılarında, onlarla bir olmak için uğraşmayın. Şu yaşlı bedenim ecdadımızdan kalan bu öksüz kalenin içerisinde fakat kalbim Hilafeti’mizin düştüğü İstanbul’dadır, yüreğim sizinle beraberdir. Dualarımda siz varsınız. Şu radyodan sizden gelecek güzel haberleri bekliyorum. Bizi hürriyetten daha fazla mahrum bırakma Ya Rahman!”.
Âlimler, arifler, mazlumlar, yetimler sana diyor ki, “Çiçekler donmasın, umutlar solmasın, küller arasında kaybolan kor sönmesin! Rızık korkusunu bırak! Küresel güçlerin bir olup da vurduğu Şam’ın evlatlarının karşısına çıkmaya cesaret edemeyen, ancak havadan bomba yağdıran Rus kâfiri karşısında tereddüt etme! Gazın da, tuzun da sahibi Allah’tır. Büyük emaneti taşıdığın omuzlarında Müslümanlara bomba yağdıran kâfirlerin leşini taşıma! Sen gazsız da tuzsuz da yaşayabilirsin fakat izzetsiz asla.”
İmam-ı Rabbani’nin İzinde
Bütün bunlar kiminle olacak deme! Dünyanın her yerinde Kapitalizmanın ve insanlığı sömüren krallıkların sona erdiğini haykıran milyonlarca kardeşin var. Küçücük odalarda gelecek yüzyılın metinlerini okuyan/yazan Nedvetu’l-Ulema, Diyobend ve Mezahiru’l-Ulûm’un on binlerce öğrencisi nöbette. Allah’ın Kitabı’na ve Rasulü’nün Sünneti’ne “ya hep, ya hiç” zaviyesinden bakan ve “hep”in olmadığı yerde “hiç” de yoktur diyen talebeler yeni hal için hazır durumda. Nedve’de, Diyobend’de, Mezahiru’l-Ulum’da 80 yaşında yere diz çöküp ders anlatan, tahta divanda yatan, yer sofrasında karnını doyuran allameler gelecek nesli inşaya devam ediyor. Onların cemiyet ve cemaatlerin müesseseleri arasından sıyrılıp dünya çapında âlim ve mütefekkir yetiştirmelerinin belki de baş nedeni edeptir. Medine’ye gidince Baki Mezarlığı cihetinden başka bir yerde kalmayan, “Biz, Allah Rasulü’nün ayakları hizasında durmaya bile layık değiliz.” diyen muhaddis Zekeriyya Kandehlevi’nin çocukları da diriliş için hazır. Hafızlık okullarındaki U şeklindeki sınıflarda ders veren öğrencinin sırtı Kur’an-ı Kerim’e karşı olmasın diye, hafızla arka saf arasında bir nevi “sütre” görevi îfa eden tahtanın konması, Allah’ın ayetlerine karşı nâmütenahi saygının tezahür halidir. Hindistan işte böyle bir ruhla İmam-ı Rabbani’nin izinde direniyor ve diriliyor. Ekranlarda Kur’an’a abdestsiz de tutulur diye nutuk atanlarla onlar arasında sebep ve sonuç planında ne kadar da büyük fark var.
* * *
Dünya, imtihan ve mihnet yurdudur, istirahat etme yeri ise Ahiret’tir. Allah’ın huzurunda huşu ile secde edersen bütün müstekbirler önünde eğilecektir. Unutma! Allah Azze ve Celle her şeye kadirdir.