Kudüs’te saflar belli. İslam’la küfrün mücadelesinde sokaklar gibi, evler de taraf. Ramazan boyu her gece balkonlarda yanan lambalar/rengarenk ışıklar, o evin İslam toprağı olduğunu ve bir gün mutlaka hürriyetine kavuşacağını ilan eden bir bayrak, bir sancak gibi umut veriyor tutsak yüreklere. Belki de Mescid-i Aksa direniş ruhunu, evinin elektrik parasını ödemekten aciz olduğu halde, Ramazan hürmetine sabahlara kadar balkonunda ışık yakan bu insanlardan alıyor.
Kudüs’teki balkonlarla, Anadolu’daki kandiller arasında derin bir bağ var. Her ikisi de mübarek anlara, “Hoş geldin! Gelmekle ne iyi ettin Ey Mübarek Gece! Ey Şehr-i Ramazan!” demekte. Bu yüzden hâlâ Kudüs sokakları Anadolu’yu, Anadolu da Küdüs’ü hatırlatır insana. Bir farkla ki, çocuklar mübarek geceleri fark etsin ve camiye koşsun diye yakılan kandillerin biz de yalnızca adı, orada ise bizzat kendisi var. Kadim zamanlardan farkı ise kandiller yağla değil, elektrikle yanıyor.
“Âlem-i İslâm içerisinde sömürülmeyen tek ülke biziz.” diye iftihar ediyoruz; lakin İslam’dan neşet eden pek çok âdet, işgal edilen beldelerde varlığını korurken, bizde “nesyen mensiyya” oldu.
Kudüs’te Bir Kadir Gecesi
İnsanlığı kurtarmaya memur olan bir Kitab’ın yeryüzüne indiği gece, Kudüs’te tanık olduğunuz her şey size, 12 asır İslam’ın hakimiyetinde kalan şehrin bir kurtarıcı beklediğini söyler.
Kadir Gecesinde Mescid-i Aksa’nın avlusunda üç yüz bin mümin vardı. Kimi yakından, kimi uzaktan; kimi vasıtayla, kimi de yaya gelmişti. Kontrol noktalarını aşıp da Aksa’ya varanlarda sürur, İşgalci İsrail polisi tarafından geri çevrilenler de ise hüzün vardı. Toz toprak içerisinde yapılan rüku ve secdeler, masivadan maveraya geçiş hali olan “huşu”ya farklı bir güzellik kattı.
Toprak ya da taş örülü avlulara serili seccadeler üzerinde namaza duran Filistinliler kardeşleri için toparlanıyor, yer bereketleniyor, daracık bir alan iki kişiyi istiab ediyor; Türkiyeli olduğunuzu söylediğinizde ise size yer açmayı bir vecibe telakki ediyor Kudüslüler.
Her Filistinli Aksa için yorulmayı, vurulmayı, hapse atılmayı şeref olarak görmekte. İmam, vitir namazındaki Kunut’ta, “Gazze’deki muhasarayı kır, Kudüs’ü özgürleştir, bize tahammül ver, gençlerimize Kudüs ruhu, kadınlarımıza da tesettür şuuru ihsan et!” diye niyazda bulundu. Âlimlerin ve imamların dua cümlelerinden sorunlarımızın küresel olduğu zahir.
Muhammed’in Ordusu
Teravihten sonra bölük bölük yürüyen gençler Müslümanlara, “Dik dur, eğilme! Kudüs davasını terk etme!” dercesine, “Canımız Aksa’ya feda olsun!” diye haykırıyordu. Aksa’nın hemen ön tarafında yarım metre kadar yükseklikteki bahçe duvarının üzerine çıkan bir “selefi” ise, gençlerin ifade ve izahlarını eleştirme noktasında ilgisiz ve alakasız konuşmalar yaparken bir grup genç ona doğru yönelince ortalıktan kayboldu. Gençlerin en sarsıcı sloganları ise “Hayber Hayber Ya Yahûd; Ceyşu Muhammed sevfe ye’ûd”; “Siri Siri ya Hamas”tı.
Üçyüz bin kişi arasında yürüyen gençlerin yaş ortalaması 15’ti. Aralarında küçük çocuklar da vardı. Kapılarda polisler, havada kayıt cihazları çekim yapıyor; fakat onlar bütün mevcudiyetleriyle “Kanımız Aksa’ya helal olsun. Aksa müslümanlarındır, Müslümanların kalacaktır.” diyorlardı.
Aksa’da Kadın Olmak
Kadınlar da Aksa’da Ümmet için Kudüs nöbeti tutuyor. Teravih namazlarında, mübarek gecelerde ve bayram sabahlarında onlar da uzun mesafeleri kat edip Mescid-i Aksa’ya gidiyor. Kendilerine tahsis edilen Kubbetu’s-Sahra camiinde saf saf oluyor, “Osmanlı’dan sonra dağılan Kudüs mevzilerinde nöbetteyiz Ya Rabbi!” diyorlar. Yeri geldiğinde onlar da direniyor, onlar da şehitler veriyor. İslam’ın kızlarının Kudüs’teki “remel”i Aksa’da namaza durmak; “hervele”si ise sokaklar da Siyonist askerleri kovalamak.
Ölümü de Öldüren Yollar
Osmanlı’dan kalma dükkanlar ve yüzlerce yıllık kabristan arasındaki taş yollardan Aksa’ya doğru yürürken hem tarihle, hem de hayatın en gerçekçi yüzü ölümle yüzleşir insan. Aksa gibi, Aksa’ya uzanan yollarda da ölümü öldürür Kudüslü. Bir tarafta “Aksa’ya kanımız feda olsun!” diyen müminlerin İsrail’e meydan okuması, diğer tarata ise, Aksa çevresindeki tarihi çarşıda nafaka kazanan insanların rızık temini mücadelesi. Dünya ile Ahiret’in etle tırnak olduğu yerdir Aksa.
Ölüm Korkusu
Kudüs’e Selahaddin-i Eyyûbî gibi bakan gençler ve Aksa’nın her bir kapısında yüzlerine ölüm korkusu sinen nöbetçi Siyonist askerler… Sanki biri müstakbel zaferi, diğeri ise atideki hezimeti bekliyor.
Silahsız kuvvetlerin, silahlı kuvvetlere meydan okuduğu Kudüs’te bir tarafta 1948 ve 1967 Arap-İsrail savaşlarında Arap devletlerini hezimete uğratan İsrail’in askerleri, diğer tarafta ise onları çelik-çomak oynayan çocuklar derecesinde dahi ciddiye almayan Müslüman gençler var. Bir ara İsrailli bir asker “Türkiye’den misin?” diye sordu. “Evet” deyince muhabbet etmek ister bir eda ile üç futbol takımının adını saydı. Sözü ağzında bırakıp, Aksa’ya doğru yürüdüm.
Kudüs’ün Çocukları
İnsan, yaşadığı hâle alışır. Zamanla en kabihi de normal görmeye başlar. Lakin Kudüs’ün çocukları bu kaidenin istisna şahsiyetleridir. Polis kontrol noktalarından geçip, barikatları aşıp da Aksa’ya namaza giden çocuklar, yıllardır gördükleri ya da doğduklarında kendilerini içinde buldukları bu manzaraya hiç alışmadı. İşgali kabullenmedi, kabullenenleri “hain” olarak yaftaladı, dışladı. Gençler gibi çocuklar da Aksa’nın bir gün hürriyetine kavuşacağından ve İsrail’in yıkılacağından tereddüt etmiyor.
Büyük İsrail, Küçük İsrail’den Daha Güçlü.
Kudüs’ün hürriyetinin önünde en büyük engel, nefislerin doğurup himaye ettiği “Büyük İsrail’… Kimseye acımadı Büyük İsrail. Tuttuğunu içinde ebediyen yanacağı ve üzerinde “hâlidîne fîhâ ebedâ” yazan çukura attı. Başkenti Telaviv olan Küçük İsrail’i, Büyük İsrail’e yenilen Arapları mağlup eden Siyonistler kurdu. Müslümanlar heva ve heves karargahında korunan Büyük İsrail’i yenerlerse, Küçük İsrail”i de yenmiş olacaklar. Bir asır önce insanlar Sultan II. Abdülhamid’in, “Bir karış yere bir avuç altın verilse de Yahudiye yer satılmayacak.” talimatına uymuş olsaydı -belki de- Kudüs bu hâlde olmayacak ya da Filistin özgür olana kadar intifada hiç durmayacaktı. Müslümanlar Kudüs fethine yüreklerin fethiyle başlayacak ya da yürekler fethedilince, Kudüs de fethedilmiş olacak.
Evrensel Direniş Hattı
Ellerindeki sapan taşlarıyla Küçük İsrail’e direnen Ümmet’in çocukları içinde nefislerine yani Büyük İsrail’e yenik düşenler önemli bir yekün teşkil etmekte. Büyük İsrail’e karşı ne Kudüs’te, ne Mekke’de, ne Mısır’da düşmeyen bir direniş hattımız var. Mücahidler çok, Hasan el-Bennalar, İzzeddin Kassamlar, Esmalar mevcud lakin “ganimet” peşinde olanlar da az değil. Büyük İsrail, evlerimizdeki tesettür sancağını indirdi, yerine “şehvet bayrağı”nı astı. Kudüs’te de Âişeler, Fatımalar çaresiz; tesettür mahzun, iffet ise garip… Orada da Şeytan’ın teberrüc bayrağı dalgalanıyor. Cephelerimiz vurgunu yüreklerden yedi. Kudüs’te de; direnişte Hz. Âişe gibi mücahide, giyinişte ise Ona hasım kadınlar gibi mütesahile olan Müslüman kadınlar azımsanmayacak kadar çok.
Aksa’da insanlar daha çocukken tanışır Küçük İsrail’in zulmüyle, dolayısıyla da direnişle… Bu yüzden küçük ya da çocuk olmak yoktur onların hayatında. Başka yerlerde yakan top oynayan çocuklara inat, onlar İsrail askerleriyle kurşunlara karşı direnme oyunu oynar. İsrail kurşun, onlar ise taş atar bu ölüm oyununda.
Osmanlı Kadar Güçlü ve Kararlı
Kudüs’te İsrail askerleri direnen çocukların üzerine gaz bombası atınca, onlar ne taşı atıp kaçar, ne de beyaz bayrak kaldırırlar. Bilakis oldukları yerde taş kesilir, aşılmaz bir sur gibi Aksa’nın emaneti olan taşı atana kadar beklerler mevzilerinde. Füzelere karşı sapan taşlarıyla direnerek başka âlemlerle olan farklarını gösterirler. Ümmet’in kendilerini yalnız bırakmasına aldırmadan vazifelerini îfa eder, “Ben Osmanlıyım! Osmanlı kadar güçlü ve onun kadar kararlıyım.” derler. İsrail karşısında 6 gün dayanamayan 9 Arap devletinin terk ettiği mevzilerde onlar onlarca yıldır, sessiz ve sedasız destanlar yazıyor. Çünkü bir genç, Hamas’a matematik ya da fizik sorularını cevaplayarak değil, iman ve aşkla girer. Kuşatıldığında da aklına şehadet ya da ölümden başka bir şey gelmez.
Kudüs’te Osmanlı olmak; Yahudi’ye karşı Abdülhamid gibi durmak ya da İslam yurdunda toprak pazarlığı yapan Theodor Herzl’lere “Kanla alınan toprak için pazarlık yapılmaz.” demektir.
Yahudi’ye Yer Satmak
Kudüs’te İslam, Yahudi’ye düşman Aksa’ya dost olmak; İsrail’e hasım, Allah’a kul olmak demek. Onlar, arsasını Siyonistlere satanlara inat, yere taş ya da toprak olarak değil, mukaddes emanet olarak bakmakta. Bu yüzden ne kadar yüksek meblağlar teklif edilse de ne yer, ne yurt verilir Yahudi’ye. Zira evini ya da yerini bir Yahudi’ye satan Müslüman ya madden ya da manen ölür Kudüs’te. Yer satmak, birinin iffetini satması kadar aşağılık bir durum görülmekte. Kudüs’ü gezerken bize mihmandarlık yapan bir kardeşimiz Yahudi’ye satılan iki evden, iki hainden bahsetti. Birinde İsrail bayrağı vardı. Bir yerde durup, “Hocam! Şu İsrail bayrağını görüyor musun?!” dedi. “O binanın eski sahibi, dinini, davasını para karşılığında sattı. Kudüs’e ihanet etti. İsrail’in teklif ettiği milyon dolarlara dayanamadı. Tepemizdeki şu bayrak onun eseri. Bu adamın akıbetinin ne olduğunu sizi daha fazla merakta bırakmadan söyleyeyim: Öldüğünde yakınları onu alıp camiye getirdi; fakat ne namazını kıldıracak bir imam bulabildiler, ne de kendileri dışında bir cemaat. Diğeri ise satıp, Kudüs’ü terk etti. Çünkü hainler, namuslu insanlar içinde yaşayamaz.”
Kudüs’e Sahip Olan, Dünyaya Hakim Olur
Allah Rasulü Miraç’ta Mescid-i Aksa’da enbiyaya namaz kıldırarak, emir ve komutanın bu ümmette olduğunu ilan etti. Semavî dinlerin iki kıblesini cem etti. Bu imametiyle de, dünya hakimiyetinin Kudüs’e hakim olmakla mümkün olacağına işaret etti. Sahabe Kudüs’ün fethi için akınlar düzenledi. Şehir Hz. Ömer zamanında fethedildi. İslam’la Kudüs’e eman, yüreklere ise iman geldi. Yahudi kaybetti, Müslümanlar kazandı. Bu durum bir iki fetretin dışında asırlarca böyle devam etti. Müslümanlar Kudüs’e hakim olduklarında dünyaya da “hakim” oldu. Bu yüzden Ümmet tarih boyu onu elde tutmak için nasıl bir mücadele yürüttüyse, küfür cephesi de düşürmek için en az o kadar çalıştı.
Her Yer Osmanlı
Aksa’nın avlusundaki müze Osmanlı’nın Kudüs’teki hizmetlerine delalet eden eserlerle dolu. Müslümanların kurduğu pek çok devlet tarafından idare edilen Mescid-i Aksa o kadar çok Osmanlı ki, müze sanki bir Devlet-i Aliyye müzesi. Eserlerin çokluğundan dolayı bir kaçına birden ‘Osmanlı dönemine ait mushaflar, şamdanlar, tüfekler, kazanlar’ vb. bilgi notu düşmüşler.
Osmanlı’da sultanlar, paşalar Kudüs’e hediyeler bağışlamayı Ahiret azığı olarak görmüş, en değerli eşyaları yanında, yüksek meblağda paralar da göndermiştir. Bu yüzden sarayda demirden makas kullanan Hükümdar, Aksa’nın mumunu kesmek için altın kaplamalı makaslar göndermiştir. Yazım tarihi belirlenemeyen kadim mushaflar yanında Osmanlı sultanlarına ait Mushaflar da önemli bir yekün tutmakta müzede. Sultan Bayezid’e ait mushafta İsra Suresi açık. Bununla Yahudi’ye hezimet mesajı veriyor olmalılar.
Batı’nın kentlerinde Afrika ve Asya’dan çaldığı eserler, Osmanlı’nın çekildiği şehirlerin müzelerinde ise dev aş kazanları var. Biri Batı adına hırsızlığın, diğeri ise Osmanlı namına hizmetin belgesi.
Osmanlı Kudüs’ten çıkarken geride aş dağıttığı kazanlar; İngilizler ayrılırken ise kölelere vurulan zincirler kaldı.
Osmanlı’nın Kudüs’te yemek dağıttığı müzedeki dev kazanlar, yeniden fukaraya aş pişirmek için Osmanlı torunlarını bekliyor.
İngiliz Sömürdü; Osmanlı ise buğdayı Anadolu’dan Kudüs’e gönderdi. Bu yüzden Kudüs’te İngiliz’e nefret, Osmanlı’ya özlem var.
Türk Filimleri
Bizi Havaalanına götüren Kudüslü bir taksi şöförü “Tevekkülümüz Allah’a, umudumuz Türkiye’ye; lakin şu Türk dizileri aile hayatımızı sarstı. Gençlerimizi gayri meşru hayata özendirdi. Kadınların giyim tarzını ifsad etti. Başımıza gelen en büyük musibet Türk dizileridir, desek mübalağa olmaz.” dedi. Küresel ifsad sistemi kendi iletişim ağıyla yapamadığı tahribatı Türkiye’nin adını kullanarak yaptı. Her nevi ahlaksızlığı “sanat” kılıfıyla Müslümanların evlerine taşıdı. Küçük İsrail karşısında mevzilerini koruyan Kudüslüler, sanat emperyalizmasına yenik düştü.
Râbiatu’l-Adeviyye
Esma Biltaci’nin Sisi’ye karşı direnirken şehid düştüğü Adeviye meydanı, adını Kudüs’te birkaç metre karelik yerde yaşayan büyük İslam kadını Râbiatu’l-Adeviyye’den aldı. Râbiatu’l-Adeviyye (r.a.), hayatında olduğu gibi mematında da İslam’ın kızlarına zühdü ve takvayı anlatmaya devam ediyor. Daracık evi ve makberi, “Sonu ölüm olan bir dünya için saraylar yapmaya değer mi?” diyor.
Hulâsa
Hadise tahterevallinin iki ucu gibi; Âlem-i İslam’ı karıştıran ABD karışmadan bizdeki karışıklıklar bitmez. Ne Kudüs İslam’ın olur; ne Bağdat, ne Şam özgürleşir; ne de İstanbul’da yeni kalkışma senaryoları bütünüyle tarih olur.
Lakin direncimiz bir filiz gibi karla, yağmurla; geceyle, gündüzle; şehidle, yetimle Şam’da, Kudüs’te, Doğu Türkistan’da her gün biraz daha büyüyor. 15 Temmuz Destanı o naif gövdenin küfre mukavemet noktasında granitten daha sert olduğunu gösterdi. Türkiye direndi, topyekün Âlem-i İslam kazandı.
Bir asırdır ruhunun derinliklerine çekilip Medine’de yaşayan, Ravza’da ashabla namaza duran, muhacirle ekmeğini paylaşan bir millet, 15 Temmuz’da fetihlere hasret kalan Ümmet’e direniş ve dirilişin nasıl olacağını gösterdi. Kudüs’e, Şam’a, Doğu Türkistan’a umut; Tahran’a, Tel-Aviv’e, Londra’ya da hüzün düştü.
Yenilen Arap Devletleri ve direnen Arap gençlerinin Ümmet’e mesajı açık: “Sen Anne ol, Ahmed Yasinler doğur! Sen de baba ol, Kudüs için yüreğine Selahaddin-i Eyyubi cesareti yağsın. Tam bir tevekkülle esbaba tevessül et, gerisini ise Allah Azze ve Celle’ye bırak.”
Kalbinde hardal tanesi kadar iman olan herkes Kudüs için bir şeyler yapmalı. Aksa’nın avlusunda çocuklara, “İçinizde İsrail askerine taş atan var mı?” diye sordum; içlerinden biri “Abi! ‘Taş atmayan var mı?’ diye sor.” dedi. Sözümün tashih edilmesine hiç o kadar sevinmemiştim. “Elhamdülillah” dedim. İsrail’in, Mescidi Aksa’nın avlusunda ‘Yürü Hamas!’ diye haykıran bu gençlerin ayakları altında çiğnenmesi yakındır.
“Dün, Abdülhamid’in, ‘Bir karış yere bir avuç altın verse de Yahudilere toprak satılmayacak’ emrine uyulsaydı, bugün İsrail olmayacaktı.” diyen Kudüslü gençler, İsrail’e mülk satmayı mukaddesatı satmakla aynı görüyor. Üstad’ın “Abdulhamid’i anlayınca her şeyi anlamış olacağız.” sözünün Kudüs’te tahakkuk etmesi Yahudi’nin manevra alanını kapattı.
Âlem-i İslam’ın koruyamadığı Kudüs’ü yüreklerindeki iman, dillerindeki tekbir ve ellerindeki taşlarla koruyan çocuklar Sultan Abdülhamid’i en iyi anlayan bahtiyarlardır. Kudüs’ün fethi için mühim hazırlıklar yapıldı. En önemlisi ise namaz ve ittihad-ı İslam şuuru. Eğer mîracımız olan Namazı Hz. Ömer(r.a) gibi kılabilirsek Kudüs’e Yürüyüş başlayacaktır.
Telaviv Havaalanında İsrail’in bir saatlik terörüne maruz kaldım. Üzülmedim, bilakis hamdettim, “Yahudi’yi rahatsız eden bir duruşu bu kuluna nasip eden Allah’a hamd olsun.” dedim.
Örtülü çıplaklık Ümmet’in evrensel bir sorunudur. Kudüs’te de kot pantolonlu hanımlar var. Bize düşense, “Âişelere, Âişe anamızın kıyafetini sevdir Ya Rabbi!” diye niyazda bulunmak.
Müslümanlar Kudüs’e gidip İsrail’e, Aksa’nın arkasında bütün Ümmet olduğunu göstermeli; 8 yaşında çocukların Mescd-i Aksa ile İsrail askerleri arasında etten duvar ördüğü direniş hattını yerinde görmeli. Zekatlarının bir kısmını Kudüs’te dağıtmalı. Her şeye rağmen Kudüs’te nöbete devam edenler himaye edilmeli.
İsrailli askerlerin önünde ‘Muhammed’in ordusu yakında dönecek Ey Yahudi!’ diyerek yerleri, gökleri inleten gençlerden müjdeli haberler bekleyin.
Allah Azze ve Celle, Mescid-i Aksa’da, “Gazze’yi muhasaradan kurtar, Türkiye’nin düşmanlarını zelil eyle, Ümmet’e bir baş gönder!” şeklindeki dualara icabet edecektir.
Elveda ey tutsak şehir Kudüs! Ve merhaba, birgün ordularına “İlk hedefiniz Kudüs’tür!” emrini verecek İstanbul!