Kur’ân-ı Kerîm’de yolculuk yapmak; sürekli yenilenmek, daimi bir iman, ilim ve hikmet ziyafetine nail olmak demektir. Mü’min, akan bir nehir gibi ter-ü taze olan ayetleri kendine inmişçesine okur.
Aynı güzergâhı kullanan yolcular her gün aynı manzarayı gördüklerinden daralır, işten fırsat bulduklarında daha başka mekânları müşahade etmek için farklı beldelere seyahat ederler. Kur’ân-ı Kerîm’de okuyarak yolculuk yaptığınızda sürekli size yeni manalar ilham olur. O her mevsimde yemiş veren bir ağaç gibi müsmirdir. Bu yüzden bir ayeti milyon defa dinleseniz de usanmazsınız. Cennet meyvesi gibi her dinleyişte ondan ayrı bir zevk alır, farklı bir mana çıkarırsınız. “Müfessirlerin İmamı” Fahruddin Razi Hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’in ayetlerini bugün okusaydı elimizde daha farklı bir “Mefâtihu’l-Gayb” olurdu. Mahiyeti sürekli değişen ve sayısı artan eşya ve hâdiseye değişmez hali ve mahdût sayıdaki ayetleriyle cevap verir Kur’ân-ı Kerîm. Her kim ona Sünnet-i Seniyye’nin izinden, müctehid imamların usûlüyle varırsa hiçbir mevzuyu cevapsız bırakmaz. Ne kadar çok usûl, hadis, tefsir okursanız ayetler üzerinde o kadar çok tefekkür eder, o kadar çok derinleşirsiniz.
FATİHA’DAN BAKARA’YA
Fatiha, Kur’ân-ı Kerîm’in büyük bir haritası, sûre ve ayetlerin anahtarıdır. Bakara Sûresi ise vahye muhatap olan insanın şu dört halinin tezahürüdür: Yaratılış gayesini anlayan Mü’min, inkâr eden kâfir, diliyle inkâra cesaret edemediğinden dolayı kalbiyle reddederken lisanıyla tasdik etmiş gözüken münafık, kendisi vahye uymaya memurken vahyi tahrif edip hevasına uyduran ehl-i kitab ve onun takipçileri.
Yahudiler dilleriyle Müslüman, yürekleriyle kâfir olan münafıkların hocaları/şeytanları olarak anlatılır.[1] Yahudi, İslâm’a karşı yürüttükleri muharebede en büyük cepheyi münafıklarla içerde açmıştır. Yahudinin tesir ettiği mahfiller bir anda münafık üreme çiftliğine döner. Münafıklar nimet anında İslâm cephesinin en ön safında, musibette ise kâfirlerin yanında yer alır. Uhud günü İslâm ordusundan yolda ayrılarak Mekkelilerden önce vurgun yapmış, Fetih günü ise herkesten önce koşmuştur. Gerçek kimlikleri “Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında” ortaya çıkan münafıklar, her meclise ayrı bir yüzle zuhûr ederler.
SÛRELERİN MÜNASEBETİ
Kur’ân-ı Kerîm’de ayetle ayet, sûreyle sûre arasında ancak derin bir tefekkürle idrak edilebilen bir muhteşem ilişki vardır. Racih olan görüşe göre de gerek ayetlerin gerek sûrelerin tertibi tevkîfîdir.[2] Fatiha, gazaba uğrayan ve dalalette yaşayan ehl-i kitabtan uzak bir halde Allah Teâlâ’dan hidayet talep etmeyi Mü’milere emreden iki ayetle son buluyor: اِهْدِنَااصَّرَاطَ الْمُسْتَقيم / Biz kendisinde hiçbir eğrilik olmayan yola ulaştır/ayaklarımızı hidayette sabit kıl.”[3]
Bakara Sûresi ise hidayetin kaynağının ve ona ulaşma vesilesinin Kur’ân-ı Kerîm olduğunu haber veriyor: ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ / Bu kitapta hiç şüphe yoktur. O sakınanlar için hidayet rehberidir.”[4]
Fatiha Sûresi herkesin anlayacağı kelimelerden müteşekkil bir ayetle “الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ” şeklinde başlarken Bakara Sûresi “Hurûf-u Mukattaa” denilen müteşabih harflerle başlar ki Fatiha’yı okuyan Mü’min ibret alsın, “الم” ile sûreye girip acziyetini anlasın.
SÛRENİN ADI
Ahirete imanı kaybeden bir cemiyetin fesadına hiçbir güç mani olamaz. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerîm öldükten sonra dirilişi pek çok yerde Allah Azze ve Celle’ye iman ile birlikte anlatır. Çünkü ahiretsiz bir Allah inancı sevapsız ve cezasız olduğundan insanı zulümden, ihanetten ve ifsattan alıkoymaz. Kur’ân’ın bu en uzun sûresine “Bakara Sûresi” denilmesinin hikmetine gelince; Hz. Musa (عليه السلام) zamanında öldürülen bir kişinin katili bulunamayınca cemiyette büyük bir fitne zuhûr etmişti. Hz. Musa (عليه السلام) da -Allah’ın emri doğrultusunda- katili bulabilmek için muhataplarına bir inek kesmelerini ve onun parçasıyla maktule vurmalarını söyledi.[5] Yahudilerin uzun uzun diretmelerine rağmen inek kesildi, parçasıyla da maktule vuruldu, dirilen adam “Katilim falan kişidir!” dedikten sonra tekrar öldü. Bir kişiyi dirilten Allah Azze ve Celle’nin bütün insanlığı öldükten sonra diriltmeye kadir olduğunu anlatan binlerce delil arasında yerini alması ve insanlara ahiret şuuru ve diriliş ruhu aşılaması için bu sûreye “Bakara” denildi. İslâm düşmanlarının sûreyle alay etmesinin önüne geçmek, sûrenin adının farklı dillere tercüme edilerek istihza edilmesine mani olmak için bazı müfessirler Bakara Sûresi denilmesini de mekruh kabul etmiştir. Bunlara göre “İçerisinde bakara da zikredilen sûre” denilmeli. Nitekim İbn Ömer’den () mevkuf olarak gelen rivayet şu şekildedir: “Bu sûreye Bakara Sûresi demeyiniz. İçerisinde bakara da zikredilen sûre deyiniz.”[6] Bakara Sûresi Medine’de, alırken farklı satarken farklı terazi kullanan, insanların alın terini sömüren emperyalizmaya başkaldırıyı emreden Mutaffıfîn Sûresi’nden sonra nazil oldu. “Allah’a döndürüleceğiniz, sonra da herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günü unutmayarak ondan sakının.”[7] mealindeki ayet-i kerime ise “Veda Haccı”nda Mina’da kurban bayramında nazil oldu. İlk nazil olan Alak Sûresi okumayı emretmiş, sonra gelen Muzzzemmil Sûresi namaz kılarak okunan Kur’ân’a göre yaşamayı, Müddessir Sûresi ise “Kalk ve uyar!” buyurarak İslâm’ı tebliğ etmeyi emretmiştir. En son nazil olan Bakara Sûresi’nin 281. ayet-i kerimesi ise Mü’minlere okumayı, yaşamayı ve inzar etmeyi emreden Kur’ân-ı Kerîm’e göre yaşayıp yaşamadıklarından hesaba çekileceklerini, bu yüzden o gün için hazırlanmalarını telkin etmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm bütün insanlığa imanı, Mü’minlere ise ameli emreder. Bu yüzden hüküm ayetleri Medine’de ya da Medine döneminde nazil olmuştur. İnsanların baş imtihanı para ile olduğundan -İmam Kurtubi’nin beyan ettiğine göre- Bakara Sûresi’ndeki faizle alakalı ayetler en son nazil olan ayetlerdendir.
SÛRENİN FAZİLETİ
İçerisinde çok sayıda hüküm ayeti de barındıran Bakara Sûresi’nin faziletiyle alakalı Allah Rasûlü (ﷺ) şöyle buyurmuştur: “Kur’ân’ı okuyunuz; çünkü o, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaat edecektir. (İçerisinde şer’i hükümlerden ve Esma-i Hüsna’dan mütevellit nurun ihtişamından dolayı) İki nur menbaı (olarak isimlendirilen bu iki sûreyi) yani Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini okuyunuz; çünkü onlar, kıyamet gününde (sıcaktan koruyan) iki bulut veya (insanı muhafaza eden) iki gölgelik ya da (semada saf saf kanatlarını açmış) iki kuş sürüsü gibi gelerek kendilerini okuyanları müdafaa edecektir.[8] Bakara Sûresi’ni okuyunuz; çünkü onu okumak (okuyan için) bereket, kıraatini terk etmek ise hasret ve pişmanlık sebebidir; ona sihirbazların güçleri yetmez.”[9] “Evlerinizi (içinde Kur’ân okumayı terk ederek) kabirlere çevirmeyiniz. Şeytan, içinde Bakara Sûresi okunan evden ürküp kaçar.”[10] “Bakara Sûresi’nin sonundaki iki ayeti her kim gece vakti okursa bu iki ayet -o gece- (olacak şerlere karşı) ona yeter.”[11]
HURÛF-U MUKATTAA
Bakara Sûresi terkibi الم olan “Hurûf-ı Mukattaa / الحروفالمقطّعة” ile başlar. Yirmi dokuz sûrenin başında yer alan ve isimleriyle telaffuz edilen harflerin ortak adı olan “Hurûf-u Mukattaa” terkibi, harf kelimesinin çoğulu olan hurûf ile “kesilmiş, ayrılmış” anlamındaki mukattaa kelimesinden meydana gelmiştir. Mezkûr harfler, kelime içindeki konumlarına göre değil kendi isimleriyle telaffuz edildiklerinden kesilmiş, ayrılmış harfler anlamında “Hurûf-u Mukattaa” diye maruftur. Bu harflere “Hurûf-u Teheccî” denildiği gibi sûrelerin ilk harflerini oluşturduklarından dolayı “Evâilü’s-Süver” ya da “Fevâtihu’sSüver” adı ile de zikredilmişlerdir. Bunlar iniş gayesi, manası, muhtevası tam olarak malum olmadığından “Hurûf-u Mübheme” olarak da tesmiye edilmişlerdir. Kur’ân alfabesinde yer alan on dört harften (ا، ح، ر، س، ص، ط، ع، ق، ك، ل، م، ن، هـ، ى) oluşan Hurûf-u Mukattaa’nın üçü tek, dördü iki, üçü üç, ikisi dört, ikisi de beş harflidir. Tekrarlarıyla birlikte yirmi dokuz olan Hurûf-u Mukattaa, ikisi medenî olmak üzere yirmi dokuz sûrenin başında yer alır. Arapça kelimelerin terkibinde en fazla kullanılan harflerden oluşan Hurûf-u Mukattaa’da en ziyade kullanılan harf ise elif ve lâm’dır. Tekrarlanan harflerden “hâ mîm”lere çoğul iseler “havâmîm”, “tâ sîn”lere “tavâsîn” denilir. Üç sûrenin (Meryem, Ankebût ve Rûm) dışında Hurûf-u Mukattaa’dan hemen sonra muhtevası Kur’ân ya da kitab olan ayetler gelmektedir. Müfessirler Hurûf-u Mukattaa’nın tefsiri noktasında farklı mütalaalarda bulunmuştur. Mütalaaların farklılığının temelinde Hurûf-u Mukattaa ile alakalı Allah Rasûlü’nden (ﷺ) gelen, manalarının neler olduğunu ifade eden bir açıklamanın olmaması vardır. Hadis mecmualarında mevzu sadece Kur’ân-ı Kerîm okumayı teşvik makamında, Allah’ın kelamını okuyana her harfi için on sevap verileceği “elif lâm mîm”in her birinin de ayrı ayrı harf olduğunu ifade etmek bağlamında zikredilmiştir.[12] Müfessirlerin bir kısmına göre Hurûf-u Mukattaa müteşabih ayetlerden kabul edildiğinden tevilini yalnızca Allah Azze ve Celle bilir. Hulefâ-i Râşidîn, İbn Mes‘ûd ve İbn Abbas gibi sahâbîlerin bu kanaatte olduğu nakledilmektedir. Hurûf-u Mukattaa’nın da tefsir edilmesi gerektiğini söyleyen ulema yirmiden daha fazla şekilde tevilde bulunmuştur. Bunların bir kısmı şu şekildedir:
MÜFESSİRLERİN MÜTALAALARI
A.Hurûf-u Mukattaa ile hece harflerinin kastedildiğini söyleyen müfessirlere göre bu harfler evvelinde bulundukları sûrelerin isimleridir. Zemahşerî ulemanın çoğunluğunun bu görüşte olduğunu ifade etmektedir.
Mücâhid’den rivayet edilen ve Ebu Ubeyde Ma‘mer b. Müsennâ ile Sa‘leb gibi âlimlerin tercih ettiği bu görüşe göre Hurûf-u Mukattaa iki sûreyi birbirinden ayırır. Nitekim Arap şiirinde kasidenin başına bazı edatlar (bel, lâ bel vb.) konarak bir kasidenin bitip diğerinin başladığına işaret edilirdi. İmam Taberî, Hurûf-u Mukattaa’nın yalnız bu amaçla kullanıldığının kabul edilmesi halinde Allah’ın insanlara faydasız ve anlamsız şeylerle hitap etmiş olacağını, ayrıca Arap şiirinde kasideleri birbirinden ayırmak için Kur’ân’daki Hurûf-ı Mukattaa’dan hiçbirinin kullanılmadığını söyleyerek bu görüşü reddeder.
B.Ebu Revk Atıyye b. Hâris el-Hemedânî’nin benimsediği görüşe göre Hurûf-u Mukattaa Kur’ân’a dikkat çekmek için zikredilmiştir. Fahreddin er-Râzî, Hurûf-u Mukattaa’nın sûrelerin başında yer almasının bu görüşü desteklediğini söyler. İbn Kesir’e göre bu görüş doğru olsaydı Hurûf-u Mukattaa’nın bütün mekkî sûrelerin hatta vahyin geliş seyrine göre bazı ayetlerin başında da yer alması gerekirdi. Ayrıca başında Hurûf-u Mukattaa bulunan Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri Mekke’de değil, Medine’de nazil olmalıydı diyerek bu görüşü reddeder.
C.Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, Kutrub ve Müberred gibi âlimlere nisbet edilen görüşe göre Hurûf-u Mukattaa Kur’ân’ın i‘câzını ortaya koymaya matuftur. Bu telakkiye göre Hurûf-u Mukattaa ile kullara şu mesaj verilmektedir: “Kur’ân sizin konuşmalarınızda ve yazılarınızda kullandığınız harfleri kullanmaktadır. Eğer onun beşer kelamı olduğunu iddia ediyorsanız siz de aynı harflerle benzer bir metin telif edin.” Hurûf-u Mukattaa ile başlayan sûrelerin büyük çoğunluğunda bu harflerden hemen sonra Kur’ân’ın i‘câzının dile getirilmiş olması bu görüşün doğruluğuna delil olarak gösterilir. Beydavî’nin de aralarında yer aldığı bazı âlimler de bu görüşü tercih etmiştir. Son dönem âlimleri arasında en çok taraftar bulan görüşlerden biri de budur.[13]
TEFSİR
Hz. Adem (عليه السلام) topraktan yaratıldı. “Biz Ay’a çıktık, Müslümanlar hala nelerden bahsediyor!” diyen kâfirler en gelişmiş laboratuvarlarda meşhur ve muteber bilim adamlarını toplasalar topraktan bir insan icad edebilirler mi?! Bakara Sûresi’nin Hurûf-u Mukattaa ile başlamasıyla Kur’ân-ı Kerîm bütün zındıklara sanki şöyle diyor: “İnkâr ettiğiniz bu ayetler ‘Elif Lâm Mim’ gibi harflerden mürekkebtir. Her ilim dalından bilim adamlarınızla bir heyet teşkil etseniz, bu harfleri kullanarak Kur’ân-ı Kerîm gibi bir kitap vücuda getirebilir misiniz?!” Kılıçlarını kuşanıp İslâm’ın üzerine yürüyen kâfirler 15 asırdır Kur’ân’ın bu meydan okumalarına cevap veremedi.
Söz planında bütün Kur’ân murızların âciz kalması, onu susturmak için Bedir’den bugüne kadar çok kan dökmeleri ve canlarında olmaları göstermektedir ki: “Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır.”[14] Çünkü o, topraktan insan çıkaran Allah Azze ve Celle’nin kelamıdır. Her yerde toprak olmasına rağmen mülhitlerin bir “Adem” icad etmeleri nasıl muhalse ‘Elif Lâm Mim’ gibi harflerle konuşan Arapların da kullandıkları harflerden Kur’ân’ın bir benzerini telif etmeleri aynı derecede muhaldir.
Yeryüzündeki bütün sömürü sistemlerinin ortak düşmanı “Bu kitaptır / ذلك الكتاب” . Onun şanı yüce, tesiri derindir. Bu duruma işaret etmesi için Allah Azze ve Celle mevcut olan bir şeye işaret için kullanılan, “haza/ bu” yerine, “bu kitap” terkibinde kitaba “zalike” ile işaret etmiştir. ”ذلك” deki lam harfi, ya azamet ya da bu’d/uzaklık içindir.[15] Uzaklıkta da bir azamet var. Buna göre Allah Azze ve Celle Kur’ân-ı Kerîm’i bazen yakına işarette kullanılan “haza” bazen de uzak için olan “zalike” ile insanın nazarına vererek Mü’minlere, “Hükümlerini yaşama cihetiyle her nerede iseniz orada size çözüm ve çare olacak kadar yakın, akılların bir benzerini telifte âciz kalmaları cihetiyle ise ötede, ötenin de ötesinde yer alan Allah kelamında şüphe yoktur.”-Allah-u A’lemBakara Sûresi’nin ilk ayetleri nazil olduğunda Kur’ân-ı Kerîm henüz tamamlanmamış, kitap haline getirilmemişti. “ذلك/ zalike”deki azamet, vahyin düşmanlarına şöyle sesleniyor: “Kur’ân’ın inişine nasıl mani olamadıysanız onun hükümlerinin yaşanmasına, cemiyete tatbik edilmesine, ondan ilham alanların fetihlerine de mani olamayacaksınız.”
KÜFRÜ DİZ ÇÖKERTEN “BU KİTAP”TIR
Müslümanlar aleyhine şartlar ihtiva eden Hudeybiye musalahası akdedildiğinde Sahâbe öfkelenmiş, Kâbe-i Muazzama’yı göremeden Medine’ye geri dönmüştü. Allah Rasûlü’ne (ﷺ) apaçık bir fetih verildiğini bildiren Fetih Sûresi böyle bir sürecin dönüş yolunda nazil oldu. Allah Rasûlü (ﷺ) bin dört yüz Sahâbeyle mahzun bir halde Mekke-i Mükerreme’den Medine’ye doğru yol alırken Kur’ân-ı Kerîm Fetih Sûresi ile Mekke’de küfrün iktidarının sona erdiğini ilan etti. Kur’ân, iblisin Mekke’deki saltanatına bir daha kaldırılmamak üzere nokta koydu, vakit tamam olduğunda Mekke’nin putperest idraki güneş doğduğunda eriyen kardan sûretler gibi eriyip yok oldu. Allah Azze ve Celle vaadettiği gibi kitabını korudu.[16] Ebu Cehil zihniyeti vahyin MİLLET yaptığı Mü’minler karşısında diz çöktü.
MERHAMETİN “AMENTÜ”SÜ “BU KİTAP”TIR
Kur’ân-ı Kerîm’in azametini ilan eden bu ayet (Bakara, 1-2) nazil olduğunda henüz vahyin nüzûlü tamamlanmamıştı. Buna rağmen vahiy için “الكتاب/el-Kitab ” kelimesinin kullanılması ve başına “ahd” ifade eden “el” takısının getirilmesi göstermektedir ki Hz. Musa’nın (عليه السلام) ve Hz. İsa’nın (عليه السلام) haber verdiği kitap, herkesin bildiği “Bu Kitap”tır. Bütün insanlık da bu kitaba talebe olmak için yaratılmıştır. Bu yüzden Allah Azze ve Celle Rahman Sûresi’nde “Kur’ân’ı rahmân öğretti.”[17] buyurduktan sonra “İnsanı O yarattı.”[18] mealindeki ayeti getirmektedir. İlk insan Hz. Adem’in (عليه السلام) yaratılması Kur’ân-ı Kerîm’in insana talim edilmesinden çok önce olmasına rağmen ayetlerin tertibinde “İnsanı O yarattı.”[19] mealindeki ayetin tehir edilmesi, insan için mühim olanın Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmek, ona göre yaşamak olduğunu nazara verir. Sûrenin “er-Rahman”[20] diye Allah Azze ve Celle’nin ismiyle başlaması, kullarına Kur’ân’ı indirmesi ve Peygamber (ﷺ) vasıtasıyla talim etmesi rahmetinin tecellisidir.
Merhametin “Amentü”sü, “Rahman”dan gelen “Bu Kitap”tır. Mazlum zalime, kadın iffet düşmanına karşı hukukunu “Bu Kitab”ın yaşandığı bir cemiyette koruyabilir. Genç bir kadın kurtlar gibi etrafında dolaşarak güzelliğini ekranda, sokakta, cemiyetin mahrem noktalarında sömürmek isteyen istismarcı güruha karşı iffetini, “Bu Kitab”ın tesettür ve mahremiyet ayetlerine iman edip onları hayatına taşıyarak koruyabilir.
SAADET ASRI “BU KİTAP”TIR
Babaları kendi nefisleri gibi ailelerine sahip çıkmaya çağıran Kur’ân-ı Kerîm kız çocukları için de rahmettir. Gençlere Hz. Yûsuf ’un (عليه السلام) iffetli duruşunu hatırlatan, iffet için gerektiğinde Hz. Yûsuf gibi bedel ödemeye çağıran ayetler delikanlılar için rahmettir. En büyük peygamber, sahâbe, veliler, sıddıklar Kur’ân-ı Kerîm muallimiydi. Yeryüzünün en âdil millet ve toplum yapısını inşa eden İslâm hukuku “Bu Kitap”tan neşet etti.
Bakara Sûresi’nin ayetleri gibi Rahman Sûresi de nazil olduğunda Kur’ân-ı Kerîm tamamlanmış, iki kapak arasında cem edilmemişti. Buna rağmen Allah Azze ve Celle, “Kur’ân’ı rahman öğretti.”[21] buyurdu. Çünkü güneşi getiren, kainatı yaratan, yöneten Allah Azze ve Celle tedrici olarak yarattığı eşya ve hâdiseyi nihaî manada nasıl kemale ulaştırdı, zigotla yumurtanın birleşmesinden insan çıkardıysa Kur’ân-ı Kerîm’in de nüzûlünü öyle tamamlayacak ve merhale merhale muhataplarını kurtarıp Arap Yarımadası’nda “Saadet Asrı” kuracaktır.
ذلك الكتاب/ ٰBu Kitap”taki tazim ifadesi Kur’ân-ı Kerîm’in hiçbir kitapta olmayan hususiyetleri ihtiva ettiğini göstermektedir. İnsanlar “saadet ve selamet” adına her ne arıyor ve kendilerine felaket adına isabet eden her neyden ictinab etmek istiyorsa ilkine nail olmanın ikincisinden de uzak durmanın esaslarını yalnız Kur’ân’da bulabilirler.
Dün küfür cephesi nasıl Kur’ân-ı Kerîm’in nüzûlüne ve hakimiyetine mani olamadıysa bugün de dünyayı yeniden tesir altına alıp idare etmesine mani olamayacaktır. Oğluna/kızına derdini, davasını anlatamayan, kendisi camiye giderken yavrusu bütün cehdine rağmen eğlence merkezinde gecelemekte ısrar eden Mü’min bir baba, teselliyi “Bu Kitap”ta bulur. 950 yıl yorulmadan, usanmadan İslâm’ı anlatan Hz. Nuh (عليه السلام), oğlunu inşa ettiği gemiye davet edince oğlu kendisine, “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.” diye cevap verdi.”[22] Nihayet Mü’minler gemiye binip oğul geride kalınca “Aralarına dalga giriverdi.”[23] Çocuk kayboldu. Her ne kadar inanmayan bir evlada sahip olsa da babalık yüreği tahammül edemez diye Allah (ﷻ) boğulduğu anı babasına göstermedi. Kıssalar farklı açılardan farklı şeyler söylüyor insana. Derdiniz neyse kıssalarda ona uygun bir ilaç bulabilirsiniz.
Evladının ahiretinden kendini sorumlu addeden bir baba ona karşı tebliğ vazifesini yapmanın çocuğunun hidayeti için yeterli olmadığını bilir. Hz. Nuh (عليه السلام) kim bilir kaç bin defa oğluna davasını anlattı. Lakin motorla irtibatı kopan araba kablolarının elektronik sistemi devre dışı bırakması gibi vahiyle irtibatı koparanlar da vahyin nurundan istifade edemez.
Mü’minlerin Nesebi “Bu Kitap”ta Fikirde ve hakikatte olmak üzere nesepler ikiye ayrılır. Asıl olan ise imanda ve fikirdeki neseptir. Bu yüzden Allah Azze ve Celle Hz. Nuh’un (عليه السلام) oğlu için “Ey Nuh! O senin ailenden değildir. Çünkü o, iyi olmayan bir amelin sahibidir.”[24] buyurmuştu. Mü’minlerin gerçek evlatları, hem soylarından hem de yollarından gelen çocuklarıdır. Gemiye binmek yerine dağa çekilen oğul, Hz. Nuh’un (عليه السلام) soyundan gelse de neslinden kabul edilmemiştir.
“Bu Kitap” üstünlüğün ırkta, cinsiyette değil; takvada olduğunu söyledi.[25] Kölenin oğlunu ne kadar zeki olsa da ölene kadar köle kabul eden kast sistemine son verdi. Kureyşli Ebu Bekir, İranlı Selman, Habeşli Bilal arasında imana dayalı bir kardeşlik akdetti.[26] “Bu Kitap”, Peygamber’in amcası Ebu Leheb’i ve yolunu tel’in ederek hakkı ve adaleti esas alan yeni dünyanın aralarında kan bağı olan bir kadro değil, iman bağı olan Mü’minler tarafından tesis edileceğini ilan etti. Allah Rasûlü (ﷺ) de kavmiyetçiliğe çağıran, onun için çarpışan, o uğurda ölenin kendisiyle de tebliğ ettiği dinle de alakasının olmadığını söyledi.
ESBABA TEVESSÜLÜN VE ALLAH’A TEVEKKÜLÜN ESASI “BU KİTAP”TA
Kardeşleri tarafından ihanete uğrayan, camisi-medresesi yağmalanan bir Mü’min, “Bu Kitap”ta kardeşleri tarafından kuyuya atılan Hz. Yûsuf ’u (عليه السلام) okuyarak teselli olur.[27] Kardeşleri tarafından ihanet kuyusuna atılan, köle pazarında değersiz bir paraya satılan, Züleyha’nın evinden zindana, zindandan devlet adamlığına yükselen Hz. Yûsuf ’un (عليه السلام) hayat hikayesi göstermektedir ki Müslümanın dayanağı yalnız Allah Azze ve Celle’ye olursa hayale gelmedik şekilde Allah (ﷻ) kulunun yolunu açar.[28] “Bu Kitap” Mü’minlere “Allah (ﷻ) seninle olunca, bütün dünya karşında olsa ne önemi var; Allah (ﷻ) sana gazab etse bütün dünya yanında dursa ne kıymeti var?” demektedir. Seçimin, sandığın olmadığı bir dönemde kuyuya atılan, köle pazarında satılan bir çocuğun Mısır’da devlet yönetmesi yalnız Allah’ın lütfuyla izah edilebilir. “Bu Kitap” Allah bir kuluna lütfedince nelere nail olabileceğini ona gösterir. “Bu Kitap” aşiretinden, ailesinden, aynı tabağa kaşık vurduğu kardeşinden darbe yiyen bir Mü’mine, teselliyi camide omuz omuza durduğu kardeşlerinin muhabbetinde aramayı telkin eder. “Bu Kitap” doğup büyüdüğü şehirde yabancı gibi görülen Müslüman bir gence, İslâm’ın kızına Hz. Yûsuf ’u (عليه السلام) hatırlatarak sabır aşılar. Onlara; “Allah’tan korkan ve sabreden”[29] Mü’minler için Allah Azze ve Celle takdir buyurduğu kurtuluş ve diriliş programlarını tatbik etmeye kadirdir, der. Tedbir kuldan, takdir Allah’tandır. Mısır’da yok pahasına satılan Hz. Yûsuf (عليه السلام)[30] Allah katında o kadar değerliydi ki gömleği babasının gözlerine konduğunda Hz. Yakub’un (عليه السلام) görmeyen gözleri açıldı.[31] İslâm’ın davacısı olan Mü’min, davası dünya olanlar nezdinde kıymetsiz olsa da Allah (ﷻ) katında büyük bir değere sahiptir.
BÜTÜN ZAMANLARIN EN ÇOK OKUNAN KİTAB’I
Hurûf-u Mukattaa’dan sonra gelen “الكتاب/ el-Kitab” kelimesindeki “el” takısı kemali de ifade eder.[32] Buna göre yeryüzünde kâmil olan tek bir kitap vardır ki o da Kur’ân-ı Kerîm’dir.
Beşere ait en popüler, en çok satan kitaplar da zamana direnemedi. Yeryüzünde her dönemde en çok okunan, dinlenen, üzerine tefsirler yazılan kitap “Bu Kitap”tır. Çünkü insanların her dönemde muhtaç olduğu ilkeler, hükümler “Bu Kitap”tadır. İnsanlığın saadetini temin eden hükümlerin yanında onlara ideal İslâm cemiyetini koruyabilecek stratejiler öğreten de “Bu Kitap”tır.
İNSANLIĞIN SAADETİ “BU KİTAP”TA
Kemal merdivenlerini hiçbir uygarlıkta görülmeyen bir şekilde çıkan Sahâbe, ilmini de itibarını da “Bu kitap”tan aldı. Deve çobanları arasından insanlık tarihinin en âdil devlet başkanlarını, en büyük kumandanları, en hamiyetli muallimleri “Bu Kitap” çıkardı. Bu yüzden onu; evinizi, okulunuzu, çarşınızı değiştireceğine inanarak okuyun. “Bu Kitab”a göre yaşamayan devlet başkanlarının siyasi nüfuzu arttıkça insanlığın ızdırabı, ona inananların devleti büyüdükçe saadet içinde yaşayan insanların sayısı arttı. Bu asrın buhran içindeki genci “Bu Kitab”a talebe olduğunda Hz. Ebu Bekir (ra) gibi sadakatli, Hz. Ömer (ra) gibi adaletli, Hz. Osman (ra)gibi hayalı, Hz. Ali (ra) gibi şecaatli olacak; ya da öyle olmak için “Bu Kitab”ı okuyacaktır. İnsanlığı sömüren ideolojiler sloganla, parti tüzükleriyle değil “Bu Kitap” ile çökertilir.
YENİ GÜN DOĞUMLARININ MUŞTUSU “BU KİTAP”TA
“Bu Kitap” her yürekte farklı doğan güneş gibidir. Her bir ayet çocuğa, kadına, evladını kaybeden babaya, muzaffer bir kumandana, yenilmiş bir ümmete farklı şeyler söyler. Bu yüzden gün de ideolocyalar da bir daha doğmamak üzere batarken “Bu Kitab”ın sayfaları her gecede, her gündüzde, her yürekte yeniden doğmak için açılır. Yeni gün doğumlarını “Bu Kitap” muştular, dostlara umudu, hasımlara korkuyu “Bu Kitap” aşılar.
“Bu Kitab”ın her bir ayeti, bin bir tecelliye namzettir. Muhatap; camide, mezarlıkta, çarşıda, mektepte, sarayda aynı ayeti birbirinden farklı anlar. Her okuyuşta her yüreğe ayrı bir mana dokunur; camide ubudiyete, mezarlıkta dirilişe, çarşıda dünyayı imara, mektepte okumaya, sarayda adalete çağırır “Bu Kitab”ın ayetleri. Açlık gününde sabra, mihrapta yönelişe, minberde teslimiyete, Kosova’da şehadete, Mohaç’ta tevekküle, cenazede vuslata, zaferde tevazuya, mektepte ilme çağırır ayetler…
Her yağmur, suyunu “Bu Kitap”tan alır, her yaprak onunla canlanır, her yiğit onunla doğrulur, her yara onunla onarılır, her acı onunla teselli bulur, her ana yitirdiği çocuğunu onunla kavuşur, her kız iffetin amentüsünü ondan öğrenir, her delikanlı hayâyı ondan dinler, her öğretmen ilim-irfan deryasına onunla dalar, her mazlum hakkını o hâkim olunca alır.
Buzdan adamları, taştan sütunları “Bu Kitap” eritir. “Bu Kitap” Yesrib’i Medine yapar. Hattab’ın kızı Fatıma “Bu Kitab”ı okuyunca Hattab’ın oğlu Ömer’in (ra) karşısında durur. Roma’ya ona inananlar kafa tutar. İnsanların ellerine, ayaklarına vurulan prangayı o kırar. Yığınları o millet yapar. Hubel’i, Menat’ı o yıkar; iman, irfan anıtlarını o diker. Şirkin kapattığı Allah yolunu o açar.
Cenneti “Bu Kitap” anlatır, tuzaklardan kurtulmanın çarelerini o sunar, yetimin hukukunu o korur, fakirin zenginin malında hakkı olduğunu o söyler, ebeveynine “öf ” demeyen çocukları o terbiye eder. Onu dinleyenler meyhanelerin, kumar bayilerinin, faiz müesseselerinin kapısına kilit vurur. Bu yüzden iblis bütün batıl yolları, insanlar ona gitmesin diye açtı; bütün ideolocyaları onun gölgesine sığınmasın diye kurguladı; bütün masalları, eşref-i mahlukat onu okuyup uyanmasın diye yazdı. İnsanlar ise iblisin ne yolunda ne masalında ne de gölgesinde huzur buldu. Yıllar sonra yanlıştan doğruya, çirkinden güzele, geceden gündüze gitmek için “Bu Kitap”tan başka buyruk olmadığını anladı insan. Fitne kopup sokaklar kan dolunca, insanlar evsiz-barksız kalıp umutlar solunca, “Bu Kitap okunup yaşansaydı böyle olmazdı.” dedi büyükler. Sonra anladılar ki iblis, Kur’ân-ı Kerîm diye onları başka buyruklara çağırmış. Yine iblisin adamları sahnede… Hubel’i korumak, Roma’nın yolunu açık tutmak için “Kur’ân Yolu” diye kendi ideolocyalarına çağırıyorlar; fakat küçük hafızlar, iffetli kızlar, izzetli delikanlılar, vakur babalar, imamlar, kumandanlar bu defa “Bu Kitab”ın izinden sapmazlarsa işte o zaman Doğu’yu ve Batı’yı yine “Bu Kitap” kurtaracak.
EN MESUD AİLENİN FORMULÜ “BU KİTAP”TA
Kim “Bu Kitab”ın bildirdiğine, duyurduğuna ve anlattığına Sahâbe gibi teslim olur sonra yaşayışta, idrak edişte ve hayata tatbik edişte ona iktida ederse hiçbir eserde, hiçbir muallimin ders halkasında ve hiçbir mektepte bulamayacağı, duyamayacağı esasları ondan öğrenir. En mesud aile kurmanın, en âdil millet yapısı oluşturmanın formülü “Bu Kitap”tadır.
KÂFİRİN TESELLİSİ DE “BU KİTAP”TA
Kifayetsiz bütçeler “Bu Kitab”ın ahkâmı uygulanınca bereketlenir, yürekler onunla rahatlar. İslâm’a hasım olanlar bu “Bu Kitab”ı dinleyerek Müslüman olur. “Bir gece Ebu Süfyan b. Harb, Ebu Cehl b. Hişam, Ahnes b. Şerîk b. Amr b. Vehb, hane-i saadette namaz kılan Allah Rasûlü’nü (ﷺ) dinlemek için evlerinden çıkmıştı. Her biri evin bir noktasından Allah Rasûlü’nü (ﷺ) dinlemeye koyuldu. Hiçbiri diğerinin varlığından haberdar değildi. Fecir vakti girip ayrılana kadar gece boyu onu dinlediler. Dönüş yolu onları birleştirdi. Evin bir köşesinde oturup Kur’ân-ı Kerîm dinlediklerinden dolayı birbirlerini kınayıp şöyle dediler: ‘Bir daha bu eve Kur’ân dinlemeye gelmeyiniz! Şayet avamdan biri sizi görürse içine şüphe düşürürsünüz.’ Daha sonra ayrılıp gittiler. İkinci gece yine birbirinden habersiz önceki geceki mekânlarına dönüp fecir vakti girip oradan ayrılana kadar gece boyu Allah Rasûlü’nün (ﷺ) kıraatini dinlediler. Yine dönüş yolu onları birleştirdiğinde ilk gecedeki karşılaşmada birbirlerine söyledikleri sözleri tekrar edip ayrıldılar. Nihayet üçüncü gece her biri önceki yerine gidip fecir vakti dağılana kadar gece boyu Allah Rasûlü’nü (ﷺ) dinledi. Nihayet dönüş yolu onları birleştirdi ve birbirlerine ‘Bir daha buraya dönüp gelmemek üzere ahitleşelim dediler.’ Ardından ahitleşip dağılıp gittiler.”[33]Müşrikler, kâfirler, zındıklar da “Bu Kitab”ı dinlemekten kendilerini alamadı. Kâfir olarak gelenler, Mü’min olarak ayrıldı.
ACEM DE “BU KİTAB”IN BEŞER KELAMI OLMADIĞINI ANLAR
Arapça’dan tek kelime bilmeyenler de “Bu Kitab”ın fesahatından etkilendi; onun insanlara ait metinlerden farklı olduğunu anladı, “Bu, beşer kelamı olamaz.” dedi. Nitekim Şehidü’l-İslâm Seyyid Kutub’un anlattığı şu hâdise bunun onlarca misalinden biridir: “Bir geminin güvertesinde Atlas Okyanusu’nda Newyork’a doğru yol alıyorduk. Bu sırada farklı Arap ülkelerinden Müslüman yolculardan altı kişi ve gemide çalışan çok sayıda Sudanlı’yla birlikte güvertede cuma namazı kıldık. Kur’ân-ı Kerîm’den ayetler de içeren cuma hutbesi îrad edildi. Bu esnada farklı ülkelerden diğer yolcular da etrafımızda halka olmuş hayretle bizi izliyordu.
Namazın sonunda İslâm’ın namazından duyduğu derin etkiyi ifade etmeye gelenler arasında Yugoslavya’daki komünist rejimden kaçıp Amerika’ya gitmekte olan bir kadın da vardı. Gözleri dolu doluydu, kendini tutamıyor, konuşurken sesi titriyordu. Zayıf bir İngilizce’yle bize ‘Kıldığınız namazda tezahür eden huşuya hayran olmaktan kendimi alamadım. Ancak ben bunun için gelmedim. Sizin dilinizden bir tek harf bile anlamıyorum; fakat -okunanlarda- başka hiçbir dilde bulamadığım muhteşem bir musiki tesiri hissediyorum. Sonra… (Hutbe esnasında okunan ayetlere işaret ederek) hatibin konuşmasında bazı bölümler vardı ki onların insan ruhuna tesiri daha fazlaydı. Bu bölümlerin ruhumda çok farklı bir nüfuzu oldu’ dedi.
Kadının ifadelerinden, onu fevkalade etkileyen bölümlerin hususi bir tesir gücüne sahip olmakla temayüz eden ayet-i kerimeler olduğunu anlamıştım.”[34]
HRİSTİYAN KADIN VE KUR’ÂN-I KERÎM
“Bu Kitap” Yugoslavya’dan Hristiyanlığa göre bir hayat yaşamak için ayrılan kadını dindaşları arasında yakalar, gözyaşları içinde ona beşer kelamından farklı olduğunu itiraf ettirir. İslâm’ın en büyük düşmanı Ebu Cehil’i yüreğinden kavrayan, iman rıhtımına kadar getirten Kur’ân-ı Kerîm, papazın yanından Hristiyan kadını çekip alır, gözyaşları içerisinde ona da insan sözüne benzemediğini söyletir.
BU KİTAB’IN MUSHAF OLMASI
“Bu Kitab”ın 23 yılda tamamlanıp “Mushaf-ı Şerif” olmasına ne Mekke’deki işkenceler ne Bedir ne Uhud’daki saldırılar ve ne de Hendek’teki kuşatma mani olabildi. Ebu Cehil’in fikir soyundan gelenlerin tarih boyu “Bu Kur’ân’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki (bu yolla onun sisteminizi çökerten buyruklarını) bastırırsınız.” [35] şeklindeki çağrılarına rağmen hiçbir güç onun iman, fikir, aşk ve vecd aşılayan çağrılarını tesirsiz hale getiremedi.
İNGİLİZ ŞARKICI VE BU KİTAP
İtalya’da bir İngiliz şarkıcı bir kitapçı dükkanına girip kitapları karıştırırken bir Kur’ân-ı Kerîm bulur, eline alır, yazı terkibi dikkatini celb eder ve kitapçıya dönüp “Bu kitabın müellifi kim?” diye sorar. Müslüman olan kitapçı elini semaya kaldırarak “Allah Azze ve Celle” der. Kitabın Kur’ân-ı Kerîm olduğunu öğrenen İngiliz hem alay eder hem de bir Kur’ân-ı Kerîm alır. Niyeti okuyup eleştirmek ve insanların zihinlerini karıştırmaktır. Bir müddet sonra Kur’ân-ı Kerîm okumayı öğrenir, okur, okudukça etkilenir, etkilendikçe bir âlemden başka bir âleme intikal eder ve neticede Müslüman olur. Sonra elinde avucundaki ile nerede Allah’a isyan eden şarkıları muhtevi plakları varsa onları satın alıp imha eder. “Benim gücüm bu kadara yetiyor, ulaşamadığım ne kadar plağım var ve her nerede onlar dinleniyorsa beni onlardan mesul eyleme Ya Rabbi!” diye dua eder.
AİLEDEKİ SORUNLARIN ÇARESİ “BU KİTAP”TA
Topyekün bütün bir beşeriyetin ne kadar sorunu varsa çözümü yalnızca “Bu Kitapta”dır. Çünkü “Bu Kitap” kullar tarafından telif edilmemiş, kulları yaratan Allah Azze ve Celle’nin katından onların fıtratına ve maslahatına münasip bir şekilde nazil olmuştur. İslâm’la şereflenmeden önce evlenen, aile olan bir Mü’min tevbeden sonraki hayatına ailesini uymaya davet edince bazen çok sert bir direnişle karşılaşabilir. Hanımına tesettürü, mahremiyeti, erkeklerin arasında çalışmasının caiz olmadığını anlatıp onu ikna etmede zorlanabilir. Bazıları da “Ben anlattıkça onların küfrü artıyor.” diyebilir. Kur’ân-ı Kerîm bunlara şahit olup yüreği daralan Mü’mine Hz. Nuh (عليه السلام) ve Hz. Lut’tan (عليه السلام)[36] bahsedip eşlerinin ihanetini anlatır, onlara bakıp teselli olmaya çağırır. Bir taraftan ailesinin küfürde ısrar edişine diğer taraftan “Bu benim eksikliğim” diyerek kendini helak eden Mü’mine “Sen vazifeni yaptın, şahsın adına ümitvar ol!” diyerek moral verir. Çevresi yangın yerine dönen itfaiyeci nasıl “Çok şey yandı yapacak bir şey yok.” deyip kenara çekilmezse Mü’min de “Bunlar İslâm’ı kabul etmiyor.” deyip daveti terk etmez.
ALLAH’A DAVET’İN ÖLÇÜLERİ “BU KİTAP”TA
Davet mesai kabul etmez. Hz. Nuh (عليه السلام) gece gündüz Allah yoluna davet etmişti. Saat 17.00’yi gösterdiğinde iş yerinden ayrılıp eve giden Müslüman için yoldan eve kadar her nokta Allah’a davet için münasip bir ortam ve muhataplar da hatırlatılmaya muhtaç Mü’minlerdir. İslâm’ın her yerde söyleyecek bir sözü, her şeye bir tesiri vardır.
Kulluk mevsimlik değil, ömürlüktür. Ne emekli olunca başlar ne de vazifeden ayrılınca son bulur. Namaz gibi, davet ve tebliğ ölüm gelinceye kadar devam eder.[37]
BU KİTAB’IN TALEBELERİ
Okulların cemiyette yüksek bir itibarı varsa insanlar okudukları okullara aidiyetle iftihar ederler. Mü’minler de bir erkeğin bir mahalleden diğerine soyguna maruz kalmadan gidemediği bir coğrafyayı, bir kadının Irak’tan/Hire’den Mekke’ye Allah’tan başka kimseden korkmadan gideceği şekilde eman yurduna çeviren, Fatihleri, Gazzalileri, Ebussuudları, Mimar Sinanları, Ali Kuşcuları yetiştiren Kur’ân-ı Kerîm’e talebe olmakla iftihar eder. “Bu Kitab”a talebe olan rahmette olduğu gibi belada da -sanki- acıkmadan, susamadan, yorulmadan, usanmadan yürür. Takatinin tükendiğini hissettiğinde Mekke sokaklarında yollarına serilen dikenler üzerinde, Medine’de münafıkların bakışları arasında Allah Rasûlü’nün (ﷺ) kararlılıkla yürüdüğünü hayal eder, ufuklarda onu seyreder.
BU KİTAB’IN DAVETÇİLERİ
İnsanları “Bu Kitab”a göre yaşamaya çağıran davetçiler yola çıkarken yanlarında bürokratlar, akademisyenler, paşalar değil; hamal, terzi, berber gibi halk vardı. Onlar halkla, memurinden olan hocaların yapamadıklarını başardı. Hocalar camide, davetçiler daha çok kahvehanede, sokakta, eğlence merkezlerinde tebliğ etti. Hasan el-Benna bir gecede beşer dakikadan 20 kahvehaneye gider İslâm’ı anlatırdı. “Niçin camilerde değil de kahvehanelerde konuşuyoruz?” diyenlere “Kardeşlerim! Camiye gelenler zaten davayı biliyorlar. Biz kahvelerdeki kardeşlerimize gidelim ki onlar bu davadan mahrum kalmasın.” diye cevap verirdi.
BU KİTAP HEM İMANI HEM AKSİYONU EMREDER
Aksiyon, olması muhal ya da zor olanı yapmaktır. İnsanlığın Efendisi Hz. Muhammed’in sünnetini “aksiyon” kelimesiyle ifade etmek ulvî bir hakikati süfli kalıplara dökmek gibidir. Lakin mevcut ıstılahlar üzerinden anlatmak gerekirse Allah Rasûlü’nün (ﷺ) hüzünle ayrıldığı Mekke’ye sekiz yıl sonra Fatih olarak girmesi aksiyonların en büyüğüdür. Bu yürüyüşten beslenen İslâm tarihi aksiyon tarihidir. “Bu Kitap” hem imanı hem aksiyonu emreder. Her Mü’minin marufu emredip münkerden nehyetmesi günlük aksiyonudur. Aksiyoner Mü’minlerin yaşadığı şehirde İslâm’ın ulaşmadığı tek bir kıraathane ve dükkan yoktur. Sahâbenin şirk yuvası Hicaz’ı tevhid karargahına çevirmesi gibi aksiyoner Mü’minler de küfrün saltanatına terk edilen dünyayı yeniden Allah’ın (ﷻ) hakimiyetine teslim edecekler. “Bu Kitap” bütün Mü’minlere onu emreder: “Yeryüzünde fitne ortadan kalkıncaya ve (bütün ideolocyalar izmihlale uğrayıp) dinin tamamı Allah için oluncaya kadar kâfirlere karşı cihad edin.”[38]
HZ. ASİYE “BU KİTAP”TA
“Bu Kitap” susayan Mü’minin suyu, soluksuz olanın havası, aç kalanın çorbası, hastanın ilacıdır. Mü’min “Bu Kitap”la ayakta durur, onunla şifa bulur. Kıssalarda tecelli eden kudret-i ilahi Mü’mine, “Bir kapının kapandığı yerde Allah Azze ve Celle’nin bin kapı açmaya kadir olduğunu tembih eder.” “Bu Kitap” tesettüre girdiğinden dolayı eşi tarafından dışlanan, çarşafıyla alay edilen İslâm kadınına, Firavun’la aynı yastığa baş koyan, iman edince ağır işkencelere maruz kalan, imanda sebat gösteren ve sonunda Rabbine ruhunu şehit olarak teslim eden Hz. Asiye’yi anlatarak moral verir.[39] “Bu Kitab”ı okuyan İslâm kadınları belalar mahşerinde de sabrı kuşanır, gerektiğinde Hz. Asiye gibi sarayı bırakıp cennete talip olur; “Rabbim! Yüce katında, cennette benim için bir ev yap!” niyazında bulunur.[40] Hz. Asiye mücadelesiyle konuşur ve bu çağın kadınlarına şunları söyler: “Dünya imtihan yeridir. Herkesin imtihanı ise farklıdır. Ben İslâm’ı yaşamak için sarayları bıraktım, işkencelere direndim. Sizler sözler, makamlar ve mevkiler karşısında yıkılacak mısınız?!” Hz. Asiye’nin cihadı yol arkadaşı olan İslâm kadınlarına, “Allah’a isyan olan yerde kula itaat yoktur!” nebevî buyruğunu hatırlatmakta;[41] “Ya tesettür ya aile” diyen kocalara “Sen de benim gibi insansın. Üzerimdeki çarşaf Allah’ın emrinin bir gereğidir. Bu elbise dünyaya gelmeme hükmeden, ölümüme de hükmettiği gün kefenim olacaktır.” demektedir. Tesettüründen dolayı tecrid edilen kadının yol haritası “Bu Kitap”tır. “Genç yaşında niçin karalara büründün, açıl da güzelliğini herkes görsün!” şeklinde tarize uğrayan İslâm’ın kızlarına moral aşılar.
GÖMLEĞİ ARKADAN YIRTILAN HZ. YÛSUF
“Bu Kitap”ta Cafelerde kızlarla senli-benli muhabbet meclisleri kuran gençlere, “Bu Kitap” bir iffet kalesine girmişçesine kendini koruyan,[42] zindanla tehdit edildiğinde “Rabbim! Zindan bana bu(kadınların) benden istediklerinden daha iyidir.”[43] diyen, “Eğer kadınların bana kurdukları tuzağı boşa çıkarmazsan onlara meyleder ve cahillerden olurum!”[44] şeklinde Rabbine iltica eden Hz. Yûsuf ’u (عليه السلام) anlatır. İşte, mektepte, sokakta kadınların kendilerini arz etmeyi özgürlük addettiği, resimlerin telefonlarda paylaşıldığı, kızlarla dolaşmayan gençlerin aşağılandığı bir çağda Yûsuf olmak, her şeye rağmen tek bir kızın iffetini yaralamadan yaşayabilmektir. Çevrenin, ekranların, sosyal medyanın kendisine “Sen de arkadaşların gibi zevk al bu dünyadan!” dediği gençler şehvet akan sokaklardan lekelenmeden geçip giderken önlerinde, Züleyha peşinden gelirken kapıya doğru koşan ve gömleği arkadan yırtılan Hz. Yûsuf (عليه السلام) yürür.[45] Gömleğin arkadan yırtılması Hz. Yûsuf ’un (عليه السلام) iffetinin şahididir. Züleyha bütün kapıları kapatıp Hz. Yûsuf ’un (عليه السلام) önünde bütün cazibesiyle yürüyerek “Hadi gel!” dediğinde “Hâşâ, Allah’a sığınırım!”[46] diyebilen gençlerin bedenlerinde bir uyanma hali olsa da ruhları bu çağrıdan iğrenir; “Kadın onu kesinlikle arzulamıştı. Eğer Rabbinin burhanını görmeseydi o da kadını arzulardı.”[47] Hz. Yûsuf ’un (عليه السلام) gördüğü burhan babasından aldığı İslâmî terbiyedir. Çocukken yüreğine İslâm ahlakı aşılanan gençler bir felaketle karşılaştıklarında imanları burhan olur ve onlara “Yapma! Rabbine asi olma!” der.
ÜSVE-İ HASENE “BU KİTAP”TA
Hz. Musa’nın (عليه السلام) vaadettiği, Hz. İsa’nın (عليه السلام) müjdelediği Allah kelamı “Bu Kitap”tır. Kim Rabbine ulaşmayı arzuluyorsa[48] “Bu Kitab”ın haber verdiği şekilde yaşamak zorundadır. Sınavdan iyi bir not almak muallimin anlattıklarına, bildirdiklerine ve duyurduklarına göre cevap vermeye bağlıdır. Allah Azze ve Celle’nin rızasına nail olmak da O’nun buyurduğu şekil ve sûrette amel-i salih yapmakla mümkündür.[49]
Bir amel ancak Allah’ın rızasına ve Rasûlü’nün sünnetine muvafık olursa amel-i salih olur.Namazda, oruçta, zekâtta, hacda, cihatta “üsve-i hasene”si[50] Allah Rasûlü (ﷺ) olmayanın ibadetleri âdet hükmündedir. “Bu Kitap…” Mü’minlere Allah’a (ﷻ) itaatin Peygambere itaat kapsamında değerlendirildiğini söyler. Allah’ın (ﷻ) rahmetine nailiyet de Allah Rasûlü’ne (ﷺ) itaate bağlıdır: “Rasûle itaat edin ki merhamete nail olasınız.”[51]
Komuta merkeziyle irtibatı kesilen hiçbir ordu zafer kazanamaz. Bu yüzden düşmanın öncelikli hedefi komuta merkezidir. Küfür cephesi de tarih boyu farklı şekillerde İslâm ümmetinin tabii baş kumandanı Hz. Muhammed’e (ﷺ) saldırmıştır. Biliyorlardı ki onu itibarsızlaştırınca paramparça olan Müslümanlar bir daha onlara mukavemet gösteremez. Müslümanların haline bakıp acı çekenlerin öncelikli olarak yapması gereken kayıtsız ve şartsız Allah Rasûlü’ne (ﷺ) itaat etmektir. Müslümanların hürriyeti Birleşmiş Milletler’den değil, Allah’tan gelecektir. Bunun için Mü’minler en zor zamanlarda da derdinin ve davasının Allah Rasûlü’ne (ﷺ) ittiba ve yolunu muhafaza etmek olduğunu unutmayacak. Uhud muharebesinde Abdullah b. Kamia adındaki müşrik Allah Rasûlü’nü (ﷺ) şehit etmek için ona birkaç defa saldırmış, yüzünü yaralamış ve attığı bir taşla da dişini kırmıştı. İbn Kamia’nin saldırılarına karşı Allah Rasûlü’nü (ﷺ) muhafaza eden Mus’ab b Umeyr (ra) önce sağ kolunu sonra sol kolunu kaybetmiş, nihayet sancağı başıyla boynu arasına almıştı. Her darbe alışında bir kolunu kaybetmesine rağmen “Muhammed yalnızca (Allah’ın) bir elçi(si)dir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. O ölür ya da öldürülürse gerisin geri dönecek misiniz? Kim geri dönerse bilsin ki Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez.”[52] mealindeki ayet-i kerimeyi okumaktaydı. Mu’sab’ın Allah Rasûlü’ne (ﷺ) olan benzerliğinden dolayı Abdullah b. Kamia, Efendimiz’i öldürdüğünü zannederek “Muhammed’i öldürdüm!” diye bağırmış, bunun üzerine Sahâbede bir moralsizlik hali oluşmuş, bir kısmı dağa doğru çekilirken bir kısmı da olduğuyere yığılıp kalmıştır. Enes b. Nadr böyle bir zamanda meydan yerine çıkıp ashaba: “Rasûlullah’tan sonra siz hayatta kalıp da ne yapacaksınız?! Kalkınız, Rasûlullah’ın çarpışarak canını feda ettiği şey üzerinde siz de canınızı feda ediniz!” dedi.[53] Mus’ab b. Umeyr (ra) Allah Rasûlü’ne (ﷺ) benzeyen haliyle hem hedef şaşırtıyor hem de kopan kollarına aldırmadan Âl-i İmrân 144’ü okuyarak sahâbeye “Bu dava Hay ve Lâ yemût olan Allah Azze ve Celle’nin davasıdır. Meydandan çekilmeyin!” diyordu. Müslümanlar Başkumandan Allah Rasûlü’nün (ﷺ) sancağı etrafında toparlanıp onun yaşanmasını ve yaşatılmasını emir buyurduğu esaslara ittiba ettiklerinde fetihlerin yolu yeniden açılacaktır. “Bu Kitap” Mü’minlere Allah Rasûlü’ne (ﷺ)Musab b. Umeyr (ra) gibi ittiba etmeyi emretmekte, bu olduğunda Uhud, Mekke’nin fethine mani olmayacak; bizzat yol açacaktır.
MÜSLÜMANLARIN ONURU “BU KİTAP”TA
Müslümanların onuru “Bu Kitap”tadır. “Bu Kitap” Müslümanları cihana hâkim, Hattaboğlu Ömer’i de onlara hem emir hem yalnız başına küfre meydan okuyan bir İslâm aslanı yapar:
Ali b. Ebu Talib (ra) diyor ki Medine’ye hicret eden muhacirler kadrosunda Ömer’den başkasının meydan okuyarak Mekke’den ayrıldığını görmedim. Hicret etmeye niyet ettiğinde kılıcını kuşandı, yayını omuzuna attı, eline de okları alıp mızrağına dayandı ve ardından Kâbe’ye doğru ilerledi. O an Kureyş’in lider kadrosu Kâbe’nin etrafındaydı. Kendinden emin bir halde Kâbe’yi yedi defa tavaf etti. Daha sonra Makam-ı İbrahim’e gidip namaz kıldı. Sonra teker teker her topluluğa uğrayıp onlara şöyle dedi:
“Ey yüzleri kararasıcalar! Allah burunlarınızı yere sürtsün. Kim annesini evlatsız, çocuğunu yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa bu vadinin arkasında benimle buluşsun.” Hz. Ali (ra) devamla şöyle dedi: “Mustazaflardan bir grubun dışında hiç kimse onun arkasından gidemedi.”[54] Hz. Ömer (ra) gibi Allah ve Rasûl düşmanlarına meydan okuyabiliyorsak “ترحمون واطيعوا الرسول لعلكم” ayetinde ifade buyrulduğu gibi Efendimiz’e (ﷺ) itaat ediyoruz ve neticesinde merhamet-i ilahiyeye nail olacağız, demektir.
MUZDARİPLERİN GELECEĞİ “BU KİTAP”TA
“Bu Kitap” der ki Hz. Muhammed (ﷺ) “üsve-i hasene”dir. Asgari ücretle çalışan bir baba akşam evine helva getiremiyor; zeytin, peynir alamıyorsa gözünün önünde Şi’b-i Ebî Talib’te[55] evine ekmek götüremeyen Medine’de “Allah Rasûlü’nün ruhu kabzedilene kadar ailesi iki gün peş peşe arpa ekmeğinden karnını doyurmayan”[56] Peygamber canlanacak. Mü’minler Şi’b-i Ebî Talib’te aç kaldı, Medine’de zor günler geçirdi. Lakin musibetleri sabırla aşmaktan ödün vermedi. Bugün çadırlarda, konteyner kentlerde imtihan olan babalar çocuklarının çikolata taleplerine cevap veremediklerinde Mekke’de ızdırarî, Medine ise ihtiyarî olarak fakirlik çeken Allah Rasûlü (ﷺ) ile teselli olur.
ÇARE “BU KİTAP”TA
Önünde Allah Rasûlü (ﷺ) olan Mü’minlerin hayatında mazeret cümleleri olmaz. Onlar bilirler ki Allah (ﷻ) kendileriyle olunca bütün dünya karşılarında, Allah karşılarında olunca da bütün dünya yanlarında olsa bir hükmü yoktur. Bütün kapılar yüzüne kapanan bir davetçiye Taif ’in sokakları insanlık tarihinin en merhametli, en onurlu yürüyüşünü hatırlatır. Mekke’ye döndükten sonra şartlar daha da ağırlaşınca Medine’ye hicret eden, Bedir’de kazanınca şımarmayan, Uhud’da kaybedince yıkılmayan, bulunca paylaşan, 23 yılda insanlık tarihinin en mesut millet ve devlet yapısını kuran Allah Rasûlü (ﷺ) askerden kumandana her Mü’minin değişmeyen müebbed önderidir. Onlarca yıldır cepheleri zafer yüzü görmeyen Mü’minlerin mağlubiyetleri onun iman, fikir, hareket, strateji cephesindeki talimatlarını esas aldıklarında zafere dönecektir.
“Bu Kitap” oturma odasının koltuklarını değiştirmek için kredi çeken, “faizsiz bir hayat yürümez” diyen gafile, Hendek muharebesinde karnına açlıktan taş bağlamasına rağmen haram yollara baş vurmayan Hz. Muhammed’e (ﷺ) ittibayı emreder.
BU KİTAP
“Elif Lam Mim”den sonra gelen “Bu Kitap” göstermektedir ki insanlar bu harflerden mürekkeb Kur’ân’ın benzerini vücuda getirmede nasıl acizse onun ördüğü millet örgüsünü örmede de acziyet içindedir.
ALLAH RASÛLÜ’NÜN EVİ “BU KİTAP”TA
“Bu Kitap”, kızlarına tesettürü anlatmakta zorluk çeken babalara, Allah Rasûlü’nün (ﷺ) eşlerinin Mü’minlerin anneleri olduğunu hatırlatır ve onların (ezvac-ı tahirât) model kabul edilerek kız çocuklarının terbiye edilmesini tavsiye eder. Bir kadın kendisine hayıza taalluk eden bir soru sorduğunda mahcubiyetten yüzünü kapatıp Hz Aişe’ye kadına cevap vermesini söyleyen Allah Rasûlü (ﷺ) ,kadınlarla alakalı mevzuları daha has dairede, evinde konuştu. Efendimiz (ﷺ) ikindiden sonra -akşam hangi annemizin evinde kalacaksa o- eve gider, annelerimiz de orada toplanır, onlarla ders yapardı. Bu durum ve Hz. Aişe dışındaki annelerimizin dul olması, Allah Rasûlü’nun (ﷺ) birden fazla evlilik yapmasının hikmetinin mahremiyetten dolayı özel mevzularda ders yapamadığı ümmetinin yarısını teşkil eden kadınlara Ahkâm-ı İslamiyye’yi talim etmek olduğunu gösterir.
İNSANLIĞIN GELECEĞİ “BU KİTAP”TA
“Bu Kitap”, Mü’minlere evlerinde eşleriyle dersler yapmayı, okuduklarını yaşamayı emreder. Kapitalizma evi tüketim merkezi, sosyalizma hücre olarak görür. İslâm ise üretimden tüketime, doğumdan ölüme, dünyadan ahirete insanın bütün evreleriyle ilgilenir, hepsine dair hükümler koyar. Bu yüzden “Bu Kitab”ın ayetleri tahrif edildiğinden dolayı insanlara hayat veremeyen Tevrat’a ve İncil’e benzemediği gibi Das Kapital gibi masala dönen ideolojik metinlere de benzemez. KUR’ÂN-I KERÎM on beş asırdır bütün sistemlere meydan okuyor. Sahâbe devri ve Osmanlı İslâm Devleti’nden sonra üçüncü büyük dirilişin arefesinde olduğumuz şu günlerde Allah Rasûlü’nün (ﷺ) “Ümmetimin en şereflileri Kelamullah’ın hadimleridir/hafızlardır.[57]/ اشراف امتي حملة القرآن” buyurdupu kadrolar İslâm’ın hakimiyet yolunu yeniden açacaktır. Çünkü “Kur’ân ehli, Allah ehli ve O’nun has kulları/özel kuvvetleridir!” [58]
HULÂSA
Allah Azze ve Celle’nin insanlığın bütün sorunlarını çözmek üzere indirdiği “Bu Kitab”ı öğrenmek insanlığın birinci vazifesidir. Bütün mektepler talebelerine önce Kur’ân-ı Kerîm’i öğretmeli. Dünya cenneti kurma vaadiyle ortaya çıkan lakin dünyayı yaşanmaz hale getiren ideolocyaların kan gölüne çevirdiği yeryüzünü ancak “Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibidir.”[59] diyen “Bu Kitap” huzurlu bir yaşam alanı haline getirebilir. Öğrenciler Fizik’ten, Kimya’dan, Matematik’ten önce “Bu Kitab”ı okumalı ki büyüyüp mühendis olduklarında atom bombası imal edip şehirleri yok etmesin. Bir ilmin şerefi muhtevasına göre belirlenir. Bu yüzden Allah Rasûlü (ﷺ) , “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir./ خيركم من تعلم القرآن وعلمه” buyurmuştur .[60] Bu ümmetin en hayırlıları Yunan aklını esas alan, Batı uygarlığının taşıyıcıları değil; Kur’ân-ı Kerîm’i ve Sünnet-i Seniyye’yi çağa hâkim kılma irade ve kararlılığındaki Mü’minlerdir.
[1] Bakara, 2/14.
[2] Muhammed el-Emin el-Hereri, Hedaiku’r-Ravhi ve’r-Rayhan, Dâru’l-Minhac, Beyrut, 2008, I, 98.
[3] Fatiha, 1/6.
[4] Bakara, 2/2
[5] Bakara, 2/67-73.
[6] Beyhakî, Şuabu’l-İman, 2/1005.
[7] Bakara, 2/181.
[8] Allah Rasûlü’nün (ﷺ) bu ifadeleri bu iki sûrenin şefaatlerinin büyük olmasından kinayedir
[9] Müslim, Sahih, H. No: 804.
[10] Müslim, Sahih, H. No: 780.
[11] Müslim, Sahih, H. No: 808.
[12] Dârimî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 1; Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 16.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr etTaberî, Camiu’l-Beyân, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2005, I, 118 vd; Şerefuddin Huseyn bin Abdillah et-Tîbî, Futûhu’l-Gayb,(Keşşâf ile birlikte), Câizet-u Dubai, II, 5 vd; Fahruddin er-Razî, Mefâtihu’l-Gayb, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1990, II, 3 vd; Ebu Abdillah Muhammed bin Ahmed el-Kurtubî, el-Camiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, er-Risâletu’l-Alemiyye, I, 2012, 236; Muhammed bin Yusuf Ebu Hayyân, el-Bahru’lMuhît, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993, I, 156 vd; Ebu’l-Berekât Abdullah bin Ahmed en-Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl, Dâr-u İbn Kesîr, Dımeşk, 2008, I, 35 vd; Ebu’lFidâ İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azîm, tah. Muhammed Ali es-Sabûni, Dâru’l-Kur’ani’lKerîm, Beyrut, 1399, I, vd 27 vd; Ebu’s-Suud Muhammed bin Muhammed, İrşadu’l-Akli’s-Selîm, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1999, I,31; Muhammed Tahir İbn Aşûr, etTahrîr-u ve’t-Tenvîr, Dâru’s-Sahnûn, Tunus, I, 206 vd.
[14] Bakara, 2/1-2.
[15] Fahreddin er-Râzi, a.g.e., II, 14.
[16] Hicr 15/9.
[17] Rahman, 55/1-2.
[18] Rahman, 55/3.
[19] Rahman, 55/3.
[20] Rahman, 55/1.
[21] Rahman, 55/1-2.
[22] Hûd, 11/43
[23] Hûd, 11/43.
[24] Hûd, 11/46.
[25] Bkz. Hucurât, 49/13.
[26] Bkz. Hucurât, 49/10.
[27] Bkz. Yûsuf, 12/15.
[28] Bkz. Yûsuf Sûresi.
[29] Yûsuf, 12/90.
[30] Yûsuf, 12/20.
[31] Yûsuf, 12/93.
[32] Ebu’l-Berakât en-Nesefî, Medârikû’tTenzîl ve Hakâikû’t-Te’vîl, Dâr-u İbn Kesîr, Beyrût, 2018, I, 38.
[33] İbn Hişam, es-Sîretu’n-Nebeviyye, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 2009, I, 295.
[34] Bkz. Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l Kur’an, Darû’ş-Şurûk, Kâhire, 1972, II, 821.
[35] Fussilet, 41/26.
[36] Tahrîm 66/10.
[37] Hicr 15/99.
[38] Enfâl, 8/39.
[39] Tahrîm, 66/11.
[40] Tahrîm, 66/11.
[41] Ahmed b. Hanbel, Müsned, H. No:1090.
[42] Yûsuf, 12/32.
[43] Yûsuf, 12/33.
[44] Yûsuf, 12/33.
[45] Bkz Yûsuf, 12/25.
[46] Yûsuf, 12/23.
[47] Yûsuf, 12/24.
[48] Kehf, 18/110.
[49] Kehf, 18/110.
[50] Bkz Ahzâb 33/21.
[51] Nûr, 24/56.
[52] Âl-i İmrân, 3/144.
[53] İbn Kesir, Üsdü’l-Gabe, 1:131-132.
[54] İbn Asâkir, Tarih-u Dimeşk, Darû’l Fikr, Beyrût, 1996, XIV, 52.
[55] Kureyş ve Kinane kabileleri Allah Rasûlü’nü ﷺم kendilerine teslim edene kadar Ben-u Haşim ve Ben-u Abdilmuttalib ya da Muttalib oğullarıyla alıp vermeme, alışveriş yapmama noktasında anlaşma yapmıştı. (Bkz Buharî, Hac, Hz No: 1590.) Bu anlaşma gereği Allah Rasûlü ﷺ ve çevresi Şi’b-i Ebi Talib’e hapsedilmişti.
[56] Müslim, H. No: 2970.
[57] Ahzâb, 33/6.
[58] İbn Mâce, Mukaddime, 16.
[59] Maide, 5/32.
[60] Buhari, Fezâilû’l-Kur’ân, 21.
(Hüküm Dergisi 87. Sayı / Mart 2020)