Küfür cenahın yazar-çizer tayfası, İslam hangi istikameti gösterirse zıddına gitmeyi çağdaşlık kabul eden, İslam gündüz dediyse gece, nikah dediyse zina demeyi maharet zanneden, gazetecilik etiketiyle de “baldırbacak komisyonculuğu” yapan fuhşiyat tacirleridir. Dönme dedeleri Sabatay Sevi’den, ona da İbn Sebe’den tevarüs eden asıl meslekleri “ahlaksızlık komisyonculuğu” yaparak milletin mukaddesatına tacavüz etmektir. İslam korkusu idrak melekelerini öylesine iptal etmiştir ki, küçücük beyinlerini saran kocaman kafalarında fikir ve sanat istidadı kalmadığı gibi, seçme, zevk ve beğeni yetenekleri de yok olmuştur. Bu yüzden patlayan öfkeleri fikir ve sanat mecrasından değil, şehvet damarlarından akıyor.
Tam bir cinnet hali yaşıyorlar. Bunlara kızmak, tedavi esnasında elini ısıran hastayı darp eden ruh doktorunun ameliyesinden farksızdır. Doktor hastaya, ehl-i insaf da bunlara kızamaz. Zira İslam, istikamet olarak yolu gösterdi diye uçuruma koşan yolsuzlara, merhamet nazarıyla bakmak insanî bir ödevdir. Bunlara lanet okumak, Allah’ın bize ihsan ettiği akıl ve haya nimetine nankörlük olur.
İslam karşıtlığıyla sanat istidatları körelen bu zavallılar, hayli zamandır müptelası oldukları “irtica ile mücadele” marazının etkisiyle, sanki umumhaneleri dergi sayfalarına taşıdılar. Bu haliyle pravdalarını ne otobüste, ne trende, ne de umuma açık bir başka yerde elde saklamak mümkündür. Zira en mütesahil kadın bile, göz ucuyla bakması durumunda, tedirgin olacak, belki, “Ben nereye düştüm” diye çığlık atacak, ahlak polisi çağıracaktır.
Eski İstanbul sokaklarında müşteri arayan Rum aşuftelerinin kıyafetinden farksız sayfalarıyla okurun karşısına çıkan malum cenahın Leman’ını en son tugaydaki koğuş helasının kapısına asılan sayfalarıyla hatırlıyorum. Bu yüzden Leman ve müştemilatı yayınların çıktığından haberdar olmadığım gibi kapandıklarından da bilgim olmaz. Muhal farz bir gün seferberlik hali zuhur eder, tekrar askerlik vazifesi söz konusu olursa, yine görmek zorunda kalırım diye hayıflandığım bu “Pravda” için bir gün bu satırları karalayacağım hiç aklıma gelmezdi.
Küfür cenahı, İslam’ı en bayağı şeytandan daha bayağı görür. Bu yüzden içlerinde biriktirdikleri muzahrafatı İslam’a kusmak için fırsat ararlar. Fakat her defasında müslümanın istikamet rüzgarı, tükürüğü geri çevirip alınlarına yapıştırır. Menemen hadisesinden bu tarafa cereyan eden hadiseler, yüzlerini adeta muzahrafat lavabosuna çevirmiştir. Dünyanın hiçbir yerinde, mülevves ruhlarla, yüzlerdeki fuhşiyat çizgileri bu adamlarda olduğu gibi imtizaç etmemiştir. Ne var ki bunlarda soysuzluk, irsi bir maraz halini aldığından mide tiksindiren manzaraları, hâlâ “parlak espriler”miş gibi görüyorlar.
Taksim olayları da gösterdi ki, bunların dünyada tenezzül edemeyecekleri sefil bir iş, çizemeyecekleri ilkel ve iğrenç bir karikatür, uyduramayacakları bir yalan yoktur. Küfür, ruhlarını öyle kirletmiş, akıllarını o derece iğdiş etmiştir ki, en namuslu kadını iffetsiz, fahişeyi de “namus âbidesi” olarak gösterebilirler. Müslümanlarla alakalı yaptıkları haberlerin yalan çeşitliliği, Türkiye’deki her üniversiteye birkaç doktora malzemesi olacak yoğunluktadır.
Arslan Yeleli Kediler
Yiyor, içiyor, istediği semtte ayyaş oluyor, Taksim’de nara atıyor, dans ediyor, zurna çalıyor, tencere-tava dövüyor, ayartıcı, pespaye çıplak resimler çizerek genç kuşakları aptallaştırıyor, bütün bunlara rağmen rahatsız olduklarını söylüyorlar.
Beyler neden rahatsızsınız?
Ezanları susturamadığınızdan, müslüman kadınların başlarından örtülerini alamadığınızdan, camileri yıkıp, bütün Kur’an’ları yakamadığınızdan, İslâm’ın izini silemediğinizden ve Müslümanların kökünü kurutamadığınızdan mı rahatsızsınız?
Ne oldu size? Fuhşiyat albümü pravdalarınız mukaddesata hakaretten dolayı kapatıldı da bizim mi haberimiz olmadı? “Bu kadar da olmaz” diye Müslüman gençler barlarınızı basıp boynuzlarınızı mı arşınladı? Evlerinizin önünde ayyaş olup olmadığınız mı kontrol edildi; ayyaşlarınıza, “bu halde sokağa çıkamazsın” mı dendi? Domuz eti yemeniz ya da çıplaklar plajında pozisyon almanız mı yasaklandı? Bu panik niye? Yoksa Sabatay Sevi’nin ağzından Osmanlı hikayeleri mi dinlediniz? Bu yüzden mi fare tıkırtısını, Yavuz’un azametli ordusunun gelişi zannettiniz? Siz değil miydiniz, daha düne kadar askerin bacakları arasında mevzi alıp Müslümanlara naralar savuran? Ne oldu size? Arslan yeleli kedilerinizi kurtlar mı yedi?
Neden Yavuz Sultan?
Leman, fikir öfkesi, sanat istidadı ve tarih hassasiyetinden en küçük bir paya sahip olmadığına göre neden Yavuz Sultan’ı kapak yaptı? Baldırbacak komisyoncusu bir pravdanın, iman ve irade abidesi olan Yavuz’la ne alakası olur? Yoksa Yavuz Sultan’ın hesaba çektiği Şah İsmail’e bağlı katiller arasında bunların dedeleri mi var? Yavuz Sultan’dan, Şah İsmail’in Ehl-i Sünnet’i çökertme hareketine, İslam şehirlerini işgal etmesine, can ve mal korkusuyla masum halkın rafizileştirilmesine engel olduğundan dolayı mı rahatsızlar? Şah İsmail’e, Sünnî alim ve devlet adamlarına hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği şekilde işkence yapmasının, Şah Şirvan’ı canlı canlı büyük bir kazanda pişirip etini askerlere yedirmesinin, Trabzon’un nüfusunun on bin olduğu bir zamanda Anadolu’da elli bin Müslüman katletmesinin hesabını sorduğundan, Osmanlı-İslam ordusunu iaşesiz bırakmak için güzergah üzerindeki her şeyi yakıp-yıkıp harabeye çeviren Kızılbaşları muhakeme etmesinden, İslam aleminde ki Şia tehlikesine son verip, İslam birliğini yeniden tesis etmesinden dolayı mı Yavuz Sultan’a saldırıyorlar?
İslam’ı tezyif ve tahkir manivelası olma özelliğini diğer pravdalara kaptırmamak için muzahrafat üretim kapasitesini artıran bu dergi, ciddi bir sanat tetkik heyeti tarafından incelendiğinde, “Leman ve müştemilatına mizah dergisi demek, Anadolu insanın mizah zekasına hakarettir. Bütün nüsha ve müsveddeleriyle kağıt fabrikasına gönderilmesi millet zekasının muhafazası için zorunluluk arz etmektedir.” şeklinde bir hüküm giyecek olan bu pravdanın şenaatleri karşısında, “Bu bir maraz halidir.” deyip sukütü anıtlaştırmak gerekirdi. Aslında hususi dünyamda böyle de yaptım. Yavuz Sultan’ı tahkir eden sayıya bakarken yanıma gelen oğluma, “Evladım! Bundan uzak dur. Zira fare zehiri bundan daha az zararlıdır, bundaki zehir, insanda ne şahsiyet, ne haya, ne de irade bırakır. Dolayısıyla yakılarak imha edilmesi gereken bir pravdadan uzak durduğun oranda selamette olabilirsin.” Çocuk, “Peki neden bu kadar zararlı?” diye sorunca, bir dönmenin Üstad Necip Fazıl’a, bir başka dönme Ahmed Emin Yalman’la alakalı söylediği ifade hatırıma geldi, fakat çocuğun zihnini kirletmemek için söylemedim: “Başı hiçbir vincin kaldıramayacağı kadar boynuzla dolu meşhur ve müseccel d….”
Nerede güleceklerini ancak içlerinden biri gülünce fark edebilen, sonrasında ise neden güldüklerini bilmeden gülme krizine giren Leman okurları, bir gün keskin idrak sahibi bir müslümanın, “bu saçmalıklara gülene gülmek gerekir”, dediği anda sanat müsveddelerini gerçek kimliğiyle tanıyacak ve o zaman bu pravda tek bir adet satamaz hale gelecektir.
Bu durumu Leman da bildiğinden olsa gerek, İslam düşmanlığını varlık sebebi olarak görüyor, fuhşiyyatı elden bırakmıyor. Milletin küfür lügatını genişleten bu tugay helası kapı arkası derginin kilidi ise, Ekşi Sözlük’tür. Allah Resulü’ne (ﷺ) hakaret ederek itibar göreceğini zanneden bu sözlük de “Edeb Ya Hu!” ifadelerinden anlamaz.
Bunlara karşı esaslı yazılar yazmak, “cinsellik sömürücüleri”yle iffet üzerine konuşmaya benzer. Küfür cenahının anladığı tek bir hal vardır ki o da birkaç Müslümanın bir sabah yazıhanelerine gidip, “sizi ziyarete geldik” demesidir. Bunlarda ki soysuzluk marazının tek ilacı budur.