– Oryantalist Faaliyetler mi, Muhalled Usuldeki Eğitim mi Tehlike?!-
Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Rektörlüğü’nün himayesinde 18-19 Nisan 2019 tarihleri arasında üç eski Diyanet İşleri Başkanının katılımıyla “Türkiye’de Yüksek Din Öğretimi Çalıştayı” düzenlendi. Yayımlanan sonuç raporuyla sorunlar ve çözüm önerileri 11 maddede özetlendi(http://www.omu.edu.tr/tr/icerik/turkiyede-yuksek-din-ogretimi-calistayi-sonuc-raporu-aciklandi).
Raporla alakalı mülahazalarımı maşeri vicdanla paylaşmak isterim:
- Pek çok sınavda başarı göstererek İmam-Hatip Lisesini bitiren, Üniversite sınavını kazanarak İlahiyat fakültesine yerleşen idealist bir öğrenci, fakülteden mezun olduktan sonra vaiz ya da müftü olmak istediğinde Diyanet tarafından Eğitim Merkezlerinde -Osmanlı’daki medrese sisteminin muhtasar hali diyebileceğimiz bir müfredat çerçevesinde- üç yıl eğitime tabi tutulmakta ardından vaiz olarak atanmaktadır. Eğitim Merkezlerine giriş sınavlarında Fakülte yıllarında ya da daha önce medresede okuyan, özel dersler alan öğrenciler -genelde- arkadaşlarına nisbetle daha başarılı olmaktadır. Manzara bundan ibaretken niçin raporda muşahhas olarak İlahiyatlardaki eğitimin mevcut haliyle yetersizliğinden ve yeniden inşasının nasıl olması gerektiğinden bahsedilmemekte; buna mukabil Raporun sekizinci maddesinde, İlahiyat talebesinin Tefsir, Hadis, Fıkıh gibi ilimlerde derinlik kazanmasına yardımcı olan muhalled usuldeki eğitim tehdit olarak algılanmaktadır. Diyanet’e ait Eğitim Merkezlerinde bu dersleri okutan hocalarla, İlahiyat fakültelerimizde Kur’an’a ve Sünnet’e vukufiyetiyle temayüz eden akademisyenlerin kahir ekseriyeti medresede okuyan kimselerdir. Buna rağmen raporda medresenin riskli alan ve baş sorun gibi gösterilmesi nasıl izah edilebilir?
2. Raporun sekizinci maddesinde Türkiye’deki vakıf ya da derneklerin medrese usulündeki çalışmalarının mahzurlu olduğuna işaret edilmektedir. Oysa bildiriye imza atan hocaların önemli bir bölümü farklı vakıf, dernek, enstitü, araştırma merkezi gibi müesses yapılarda öğrenci faaliyeti yürütmektedir. Bir vakıf ya da derneğin faaliyetinin meşruiyetini ilgili akademisyenler mi yoksa ülkede cari olan hukuk sistemi mi belirler? Bu raporu yayımlayan hocaların dernek ya da vakıflarında verilen dersler meşru, diğerleri gayr-ı meşru mudur? Hangi kriterler esas alınarak, muhalled usulde bir müfredat takip eden vakıflar riskli alan olarak addedilmekte, ilgili hocaların enstitü ya da dernekleri muteber kabul edilmektedir? İlim ve irfan yoluyla İslam’a hizmet etmek, raporu imzalayan akademisyenlerin tekelinde midir? Fıkıh, tefsir, hadis gibi dersleri okutan kişinin yeterliliği mi yoksa ilgili hocalarla fikir birliği içerisinde olması mı önemlidir?
3. Raporun beşinci maddedesinde İLİTAM bağlamında çeşitli dini yapıların ve cemaatlerin devlet kademelerine adam yerleştirmesinden bahsedilmektedir. İLİTAM’la alakalı -mevcut yapıyı koruyarak- bir düzenleme yapılmalıdır. Fakat İLİTAM üzerinden vakıfları hedef almak hangi vicdanla ifade edilebilir? Her şeyden önce bilinmelidir ki, vakıf ve cemaatler adam yerleştirme yeri değil, adam yetiştirme müesseseleridir. Kim aksi bir ameliye içerisinde olursa hakikate ihanet eder. Hal bu iken “a” ya da “b” kuruluşunun kadrolaşma istismarı nasıl olur da bütün ilim ve irfan merkezleri için bir bühtanına medar yapılır? Aynı mantıktan hareketle “a” üniversitesi, istediği bir öğrenciyi araştırma görevlisi olarak almak için ondan daha vasıflı olanları dışarda bırakacak şekilde şartlar belirlerse “Akademyada kadrolaşma var!” diye genellemeci bir yaklaşım içerisine girmek bütün bir akademyaya haksızlık olmaz mı?
4. Cemaat faaliyetlerinin zararlarına dikkat çekilen raporu hazırlayan akademisyenlerin önemli bir bölümü “a” ya da “b” vakfında kurucu veya yöneticidir. Onların vakıfları ya da dernekleri de belli gayeler etrafında toplanan fertlerden müteşekkil değil midir? Mesela “a” vakfını kuran akademisyenler, hedef gösterdiği “b” vakfındaki ilim adamlarına yönetimlerinde yer verir ya da ders okutma imkanı sunar mı?! İki yıldır Üniversite yönetimleri tarafından konferansları iptal edilen bir talib-i ilim olarak soruyorum: Devletin imkanlarını kullanarak kendileri dışındaki yapıları ötekileştirip hedef göstermek hangi ilmî ve fikrî kriterlerle izah edilebilir?
5. Üniversitelerin lisans programından mezun olan öğrenciler Tıpta, Hendesede, Fizikte doktora yapmak için Batılı ülkelere elbette gidebilir. İslam’a her türlü iftirayı meşru gören Oryantalist merkezlerine niçin İlahiyat öğrencisini gönderiyoruz? Vatikan, bir tane öğrencisini Hristiyanlığı daha iyi öğrensin diye Osmanlı Medreselerine göndermiş midir? -Endülüs’teki medreselerde ki talebeler, Müslüman alimlerden Hristiyanlık üzerine değil, Matematik, Hendese gibi ilimleri okumaktaydı.- Ehemmiyetine binaen tekrar sorayım: Vatikan tek bir öğrencisini Hrıstiyanlık üzerinde ihtisas yapması için medreseye göndermemişken, biz Emperyalist faaliyetlerin önünü açmak için kurulan Oryantalist merkezlerine İlahiyat talebelerini hangi saikle okumaya göndermeye devam ediyoruz? Osmanlı Devleti’nin bölünüp parçalanmasının en büyük amillerinden biri olan İngilizler’in kurduğu merkezlerde İlahiyat talebesinin doktora yapması aynı zaman bir güvenlik sorunu değil midir? İngilizler bu kürsüleri gayesiz bir ameliye ya da -haşa- Allah rızası için mi kurdu?!
– Bakıllani(r.a.) örneğinde olduğu gibi mutebahhir bir alim olduktan sonra Batılla hesaplaşmak ya da kütüphanelerinde araştırmak yapmak için Oryantalist merkezlerine benzer müesseselere elbette gidebilir. Maksadımız ilişkinin bütünüyle kesilmesi değil, talebe hocalık münasebetidir. Buna rağmen oryantalistlerden etkilenmeyen öğrenciler de vardır.-
6. Elbette klasik/muhalled usulün de çok eksikleri vardır. Mevcut haliyle asla yalnız başına kafi değildir. Fakat hiç mi maslahatı yoktur ki hedef gösterilmektedir?
7. Medrese, Oryantalist merkezlerden daha mı yıkıcıdır ki, raporda İlahiyat talebesinin klasik usulde ders okumasının tehlikesinden bahsedilirken, İngiliz aklının kontrölündeki Oryantalist Merkezlerinde doktora yapmanın mahzurlarından hiç söz edilmemektedir.
8. Raporda, İmam-Hatiplerin nicelik itibariyle artmasının öğrenci niteliğinde düşüşe sebep olduğu, çare olarak da “ilahiyat fakültelerine girişte asgari yüzdelik başarı dilimi belirlenmesi” önerilmektedir. Bilinmelidir ki, İlahiyatla İmam-Hatip arasında tohumla başak gibi bir münasebet vardır. Nasıl başağın kalitesi tohumda mündemiçse, İmam-Hatip talebesi de ilimde, sanatta, fikirde istikametini İlahiyat’tan mezun olan muallimden alır. Bu ülkenin imkanlarıyla okuyanların özelde bu toprakların insanına genelde ise topyekün Ümmet’e vefa borcu vardır. Çare, nitelikli öğrenciyi İlahiyata alıp, İmam-hatipleri kaderiyle baş başa bırakmak değil, yarınlara dair umudumuz olan İmam-Hatip öğrencisine ilimde, fikirde, sanatta en önde olma idealini aşılayacak, onları ilimle inşa edecek muallimler mezun edecek bir İlahiyat müfredatı hazırlayarak Türkiye’nin önünü açmaktır.
9. Abdulhakim Arvasi ve Mehmed Zahid Kotku fikir ve siyaset cephesinde İslam’a yol açan, hakikatin eşya ve hadiseye tatbikine öncülük eden Necip Fazıl’ı ve Necmeddin Erbakan’ı yetiştirdi. Cemaatleri tehdit olarak gösteren raporun müellifleri müşteki oldukları İmam-Hatipler’de Necip Fazıl gibi bir fikir ve sanat, Necmeddin Erbakan gibi bir siyaset ve dava adamı yetiştirecek kadroların talim ve terbiyesi için niçin bir öneride bulunmaz?
10. İlahiyatların adedinin(105), diyanet personelinin(150 bin) ve imam-hatip liselerinin sayısının 28 Şubat öncesine nisbetle bir kaç kat artmasına rağmen camilerde ki cemaat sayısının ve beş vakit namaz kılanların oranının düşmesi, tesettürün teberrüce dönüşmesi, boşanma oranlarının artması, kendi vakıfları dışındaki bütün müesseseleri riskli yapılar olarak gören akademisyenler için de mevcut din eğitiminin yetersizliği anlamına gelmez mi? Nasıl bir irşad dili aileyi ve gençliği bu savrulmadan kurtarabilir? Sekülarizmin etkisinin her geçen gün daha çok hissedildiği toplumumuzda imam, vaiz, müftü, akademisyen olarak görev yapacak ilahiyat öğrencilerinin davet ve tebliğdeki muvaffakiyeti nasıl bir dil ve diyalektikle temin edilebilir? Niçin raporda bu hususa değinilmemiştir?
11. İran ve Suud, üniversitelerinde yetiştirdiği öğrencilerle İslam Aleminde mezhep çatışmasını körüklerken bin yıl müslümanlara istikamet tayin eden bir medeni birikimin varisleri olarak, bizdeki İlahiyatlardan mezun olan yabancı uyruklu öğrenciler niçin -bir kaç resmi görev dışında- ülkelerinde ilmi manada bir inisiyatif alamamaktadır? Neden öteki kabul edilen medreseyi engelleme gayreti yerine, kurucu metinler yazacak kuşakların yetişmesi için i’mal fikr etmiyoruz?
12. İslam Medeniyeti’nin cihan hakimiyeti talebi herkesin malumudur. Din-i Mübîn’in siyasî, ictimaî ve fikrî manada bugünün insanına ne söylediği, neler vadettiği, yeni bir dünyayı nasıl kuracağıyla alakalı kaç tez hazırladık? Sezai Karokoç’un “İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü” kitabı çapında ki ön açıcı eserleri telif edecek İlahiyatçıların yetişmesi için tavsiyeleriniz nelerdir?
13. Osmanlı Medreselerinde yazılan kitaplardan bir kısmı Mısır’da ders kitabı olarak okutulurdu. Medrese fiilen kapatıldığı yılarda da, Mustafa Sabri Efendi, Muhammed Zahid Kevserî(r. aleyhim) gibi isimlerle İslam dünyasında çekim merkezi olmayı başarmıştı. İlahiyat fakülteleri her nev’i devlet desteğine sahip olmasına rağmen niçin İslam dünyasında tanınan, eserleri ders kitabı olarak okutulan alimler yetiştiremedi? Neden raporda bu sorunun izalesiyle alakalı bir madde yoktur?
14. Niçin raporda Kuramer vasıtasıyla Diyanet’in imkanlarını kullanarak cihad ayetlerinin Allah’a ait olmadığını iddia eden, bu iddiayla da Kur’an-ı Kerim’in -en azından bir kısmının- Allah Rasulü (s.a.v.) tarafından uydurulduğunu savunan tarihselci cemaatle alakalı bir ifade yer almamıştır?!
Not: Çalıştaya katılan bir akademisyenin hesabında paylaştığı raporu, bir hocamız mailime gönderince iligili zatın kim olduğuna baktım… Arkadaş Edinburgh’ta İngiliz Oryantalist Ian Keith Anderson Howard’ın elinde doktora yapmış. Bunun üzerine twitter hesabımdan şu ifadeleri paylaştım: “Ebussuudları yetiştiren medreseyi hedef gösteren bildiriyi hesabında yayınlayan ilahiyatçının kim olduğuna baktım doktorasını Edinburgh’ta yani Efendimiz’e(s.a.v.) söven Oryantalistlerin önünde diz çökerek yapmış. Anlaşılan o ki, moderniste göre kilise dost, medrese hasım! Vah memleketim!”. Bir anda akıllar kilitlendi ve ilgili arkadaşın ve adamlarının muhtevası tahkir, tezyif ve sebbiye olan tezviratına maruz kaldım. Şimdi tahkir işçilerine tekrar soruyorum, nerede yanlış bir ifade kullandım? Edinburgh’ta okuyan arkadaş, İngiliz Oryantalist’in önünde diz kırıp oturmadan, İngiliz hocasını amuda kalkarak mı dinledi? Muradım tahkir değil, mevcut hali yani hoca öğrenci münasebetini olduğu gibi tasvirdir. Neden rahatsız oldunuz? Edinburgh’tan doktoralı arkadaşın hocası İngiliz Oryantalist Ian Keith Anderson Howard, Kilise ideallerinin hizmetkarı, İslam’ın da hasmı değil midir? Bu durumda muhalled usuldeki eğitimi hedef gösteren lakin Bilad-ı İslam’daki her nev’i yıkıcı ameliyede payı olan Oryantalist faaliyetlerin zararından tek kelimeyle söz etmeyen raporu paylaşan Edinburgh’tan doktoralı İlahiyatçı arkadaşın neye dost, neye de hasım olduğunu anlamaya tek bir mani var dır, o da taassup, tarafgirlik ve idrak yolları hastalığıdır.
Edinburghlu! Fikir ahlakından nasibin varsa medreseyi nasıl istismar ettiğimle alakalı bir vesika göster?! Elbette, iftiradan başka sermayesi olmayanlarla Mahkeme-i Kübra’da hesaplaşacağız.
Allah’ın selamı üzerinize olsun.
İhsan Şenocak