Akıl, kurallarını kendinin belirlediği bir dünya kurar. Orada saltanatını ilan eder. Mutlak hüküm sahibi olduğunu düşünen akıl, ona “mümin” olması gerektiğini söyleyen vahye ya asi ya da tâbi’ olur. Tâbi’ akıl vahyin nezaretinde olduğundan mesaisini ilahi muradı anlamaya teksif eder. Bir anlamda vahiyde fenâ olur. Asi akıl, modernizmin vahye karşı yürüttüğü iktidar mücadelesinin programcısıdır. Bu mücadelede akıl vahye karşı acziyetini keşfedince en yakınında hissettiği nesneleri aşırı derecede yüceltir, bazen insanları “buzağıya” bazen “taşa” bazen de “atalar dini”ne tapınmaya çağırır.
Vahiy her defasında akla galip gelmesine rağmen “akıl” inadına “münkir” olmaya devam etmiştir.
Kur’an ve Sünnet akla Allah, yaratılış, insan, kâinat gibi konuları ancak vahye tabi olursa anlayabileceğini söyler.
Hicri II. asrın başlarında İslam’ın bir taraftan Hindistan’dan Endülüs’e; diğer cihetten Yemen’den İran’a kadar yayılmasını fırsat bilen akıl, bu bölgelerdeki felsefi oluşumları harekete geçirip vahiy karşısında kaybettiği mevzileri geri alabilmek için yoğun bir mücadele içerisine girer. İç bünyede de faaliyet gösterecek kelami ve felsefi mekteplerin oluşumuna zemin hazırlar.
Hicri III. asırda Mâ’turîdilik ve Eş’ârîlik mektepleri stratejik yenilenmeye giden akla ağır darbeler indirir.
Akıl vahye karşı yürüttüğü mücadelede en güçlü desteği Yunan Felsefesinden alır. İslam’da ilk filozof olarak bilinen el-Kindî[ref]v. 873.[/ref] bir açıdan Mu’tezilî kelamcısı diğer noktadan ise orta derece zekaya sahip felsefe şakirdi olarak akla hizmet eder.
el-Kindî İslam coğrafyasında yaşanan vahiy-akıl mücadelesinde en keskin kırılma noktasını temsil eder. Ona gelinceye kadar iç bünyede gerek kelam gerekse de tasavvufta oluşan bidî’ hareketler başlangıçta Kur’an ve Sünnet kaynaklıydı. Fakat el-Kindî’den sonra harici mekteplerden gelen dış desteği esas kaynak kabul eden felsefi hareket Farsça, Süryanice ve özellikle de Yunanca’dan yaptığı tercümelerle güncellenir.
Bu dönemde Abbasi Halifesi Me’mun’un, Bağdat’ta kurduğu Beytu’l-Hikme (832) felsefi oluşumlara hayli malzeme temin eder.
Tercüme faaliyetlerinin hazırladığı ortam Meşşai felsefesini doğurdu. Bir anda İslam coğrafyasında Aristoteles ve Eflatun’un azad kabul etmez “fikir köleleri” oluştu.
Meşşailiğin inşa ve gelişim devrini de kapsayan IX ve XII yüzyıllar akılla vahiy mücadelesinin en yoğun yaşandığı yıllardır. Aklın iktidar kavgasında Farabî (v. 950) ve İbn Sina (v. 1037), Gazzalî gelinceye kadar düşünce bazında popüler bir hayat sürer.
Müslümanların Batı ile ilk buluşmalarında yaşanan kırılmanın bir uzantısı olan Meşşailiğin zıddına ulema da farklı kültürle münasebeti makul ölçüler çerçevesinde sürdürmüştür. Fethedilen bölgelerde papazlarla İslam âlimleri arasında akdedilen münazaralar bunun en kapsamlı yaşandığı meclislerdir.
Büyük âlimlerin kontrolünde yürütülen etkileşimde vahiy aklı saltanat hırsından arındırdı, ona vahye tabi olması gerektiğini kabul ettirdi. Müslümanların güçlü olduğu devirlerdeki bu tanışıklık, sağlıklı bir kültürasyon hareketiydi. Çünkü akıl, vahyin ideal konumuna göre şekillendi. Bu etkileşimde Mesşaîler ve Batınîler gibi asimile olanlar, harekete geçen iç savunma mekanizması ile etkisiz hale getirildi.
Müslümanların Batı ile ikinci kapsamlı karşılaşmaları birinciden farklı gelişti. İkincide vahiy, aklın değerlerine göre şekillenmeye zorlandı. Moderniteyi besleyen entelektüel düşüncenin kendi coğrafyasında, tarihsel birikiminde yaşadığını unutan yenilik taraftarı Müslümanlar, aklın sınır tanımaz saltanatına “evet” dediler.
Yapıştırma bir bıyık gibi monte ettiğimiz batılılaşma, ilmi ve fikri temellerden yoksun olduğu gibi mantıki gerekçelerden uzaktı. Kendini eleştiriye kapatan akıl işlediği cinayetlere rağmen dünyayı değiştirmede ısrar etti. Bu talepte bulunurken en büyük cesareti yenildiklerini kabul eden mustağrib Müslümanlardan aldı.
Müslümanlar için net bir görüntüsü alınmamış, farklılığı kavranamamış, kapsamlı bir şekilde tahlili yapılamamış modernizm hızlı bir şekilde korunmuş bölgeler inşa etti. Eğitimde Batı tipinde okullar, neşriyatla gazete ve dergiler, fikriyatta ise felsefi akımlarla, kimi müslüman yazarları tesir altına aldı.
Dine ve geleneğe savaş açan, tabiata egemen olma ve maddeden azami ölçüde faydalanmayı kendine hedef seçen modernizm “din” üzerinde yaptırıcı güce sahip olduğunu bu cihetle de dini değiştirme hakkının olduğunu düşündü.
“Modernite” ve onun ideolojisini oluşturan “modernizm”, Hristiyanlığın geleneksel öğretilerini, modern anlayışa göre yorumlayarak, dini Tanrı merkezli bir kavramsaldan, insan merkezli bir kavramsala dönüştürmüştür.
Varoluş nedeni ve varlık alanı itibarıyla aklı mutlak otorite kabul eden toplumlara özgü bir sekülarize hareketi olan modernizm, insanların gözünde maddeyi yüceltmiş, kiliseden kurtardığı biçareleri maddeye köle yapmıştır. Maddi ilmin yeterliliğine inandırılan insanlar vahyi onun önünde engel görünce bütün ilmi ve fikri çalışmalarını dini ya yıkmak ya da etkisiz hale getirmek üzerine bina etmiştir. Dindar ya da az dindar Hristiyanlar dini saldırılardan kurtarabilmek için kutsal gördükleri metinleri tarihsel okumaya tabi tutmuşlardır. Hristiyanlığın modernize edilmesi böylesine bir çaresizlik ortamında oluşup gelişmiştir.
Batı’nın kendi tarihi gelişiminin normal bir seyri olarak dini modernize etmesi hem normal hem de akıllıca (!) bir hareketti. Böylece tahrif edilerek beşerîlersen dini daha az bozulmuş hale getirmeyi hedeflemiştir. Batı, kilisenin dogmalarından kurtulmadan terakkinin kapısını aralamanın mümkün olmadığını gördüğünden bunu yapma zorunluluğunu hissetmiştir.
Farklı kabul ve tecrübelere sahip iki medeniyeti aynileştirip, birini özgürleştiren bir hareketin diğeri için de faydalı olacağını iddia etmek doğru değildir. Nitekim muharref kitaplar üzerinde yapılan ayıklama ameliyesi tashih iken saf halini koruyan İslam’a tatbik edilen çalışmalar ise tahriftir.
Tecrübeye dayanan ve sürekli değişen bilimle iman esasları başta olmak üzere değişmez hakikatler içeren Kur’an’ı yorumlamak da, hidayet kitabını asıl fonksiyonundan uzaklaştıracaktır.
Modernitenin ısrarla aklı esas alarak Kur’an yorumlama talebi mevcut haliyle bakıldığında Müslümanların önündeki engelleri kaldırmadan ziyade aklın hâkimiyet alanını genişletmeyi amaçlamaktadır.
“İlahi muradı anlamak için yalnız Kur’an’a dönmek gerekir.” şeklindeki çağrıda yukarıdaki hükmü desteklemek için üretilmiştir. Allah Resulü olmadan Kur’an’a dönmek, batıl tevillerin önünü açmaya hizmet edecektir. Ayrıca Efendimiz’i dışlayan hükmün zımnında O’nun –haşa- Kur’an’ı gereği gibi anlayamadığı kabulü de vardır. Bu hiçbir Müslümanın söyleyemeyeceği çirkin bir cümledir.
Tarihinin hiçbir devresinde -batıdaki gibi- din bilim çatışmasına şahit olmayan İslam’ın modernize edilmesi kuru bir taklit ve kahredici bir cehaletten başka türlü izah edilemez. Ne var ki İslam dünyası bu kahredici cehalete esir olmuştur.
Batı karşısındaki kompleksten kaynaklanan bu durum, farklı şekillerde değişik kurumlarda derinleşerek devam etmektedir. Eğitim, sinema, medya gibi kurum ve sektörler büyük ölçüde modernitenin tesiri altındadır. Bu durum öylesine garip bir hal almıştır ki Batı kendi varlığını tartışırken, bizde kusursuz bir uygarlık olarak görünmektedir.
“İslam modernizmi” adı altında uydurulan paradigmayı kendi zihinlerinde evrenselleştiren Fazlurrahman, Muhammet Arkoun, Hasan Hanefi, Nasr Hamid Ebû Zeyd gibi modernistlerin İslam’ı aklın hâkimiyeti altında yeniden yapılandırmak istedikleri açıktır. Fakat aklın mağduru olan modern zaman insanı artık her kavramın başına iliştirilen “Modern ve Çağdaş” kelimelerine eskisi kadar saygın bakmıyor. Bu durum İslam ulemasının Kur’an ve Sünnet merkezli ilmi ve fikri açılımıyla vahiyden yana değişecek ve sonuçta ilk olarak Batılılaşma adıyla tanıştığımız modernizm; her milletin kendi uygarlığına dönüş sürecinde ya asıl vatanına dönecek ya da ideolojiler makberindeki yerini alacaktır. Fikri temellerini modern kriterlere göre belirleyen çağdaş İslami hareketler de bu süreçten nasipsiz kalmayacaktır.
“… değişim ilkesi kabul edilirse, bu faaliet hiç bir şeyle sınırlandırılamaz; hatta Kur’an’ın kanun koyan ayetleri dahi bu yorumun kapsamı dışına itilemez…”
Modernistler düşencelerin içerisini birkaç ayet ve hadis serpiştirince ya da ev ve işyerlerinde, elbiselerinde İslami birkaç motif hak edince hadisenin İslami olabileceğini düşünüyorlar.
Müslüman modernitiye biraz değiştirerek kendi malı yapacağını düşündü. Fakat merkezi dünyayı alan modernite ile merkezinde ahiret olan İslam’ın aynı yerde bulaşmaları mümkün değildir. Çünkü modernite cenneti dinden kurtulmak olarak görüyor. Onun vaat ettiği sınırsız özgürlük “kul”u beşerin icat ettiği ilahlara köle yapmaktır.
Değişen Müslüman olmuştur.
Latince modernusta türeyen “modern” kelimesi tarihte ilk defa beşinci asrın sonlarında Hristiyanlığın hâkim olduğu dönemi, geçmişten yani putperest Romalılar döneminden ayırmak için kullanılmıştır. Daha sonra önemli bir şekilde anlam değişimi içerisine giren kelime kökleri geçmişe dayalı yeni dönemleri ifade etmiş fakat asıl büyük anlam kaymasını modern bilimin inkişafıyla yaşamıştır. Bu anlam değişikliğine, modern olan mazi değil aksine bilimin ortaya koyduğu, bilginin sağladığı sınırsız ilerleme ve gelişme sayesinde ulaşılan sosyal ve ahlaki tekâmüle nispetle tespit edilmiştir.
Modernite merkezinde Kilesinin/Tanrının olduğu bir dünyadan merkezinde aklın/insanın olduğu bir düşünme yaşama tarzına geçiştir.
Müslümanlar aslında ne olduğunu iyi bildikleri moderniteye dışardan baktılar. Onun üzerini örttüler. Gerçek kimliğiyle onu görmek istemediler. Yüzleşmeleri durumunda onu kaybetmekten korktular. Çünkü dünya cennetini yitireceklerdi. Modernite dünya cennettir. İslam da dünya fani iman- amel kurtarıcıdır.
Sanat ve teknoloji modern insana güç vermiş insan gerçeği fizik ve metafizik diye iki ayırıp cenneti en mükemmeli dünyada yaşayacağını düşünerek metafiziği efsanelerin dünyası olarak nitelemiştir.
Modern insan vahyin yerine aklı tanrının yerine kendini koyduğundan onun yolu doğru karşısındaki yanlıştır. İslam da ahir zaman tasavvuru var. İnsan her şeyi zaman içerisinde eskitmiştir. Fakat modernite şimdiyi yüceltir. Dolayısıyla ona göre problem bu günde değil geçmiştedir.
Modernite dini telkinleri ehlileştirilmeye muhtaç görür. Dini emirlerden rahatsızlık duyar. Mutlak aklın süzgecinden geçirilme modern dünyanın değer yargılarına göre din yorumlanmalıdır. Modernistler “çağdaş dünyayı” merkezi alır, dinin sabitelerini hayatı esas alarak yorumlar.
Modernite insana her şeye burada sahip olabileceğini anlatır. Onun cenneti bu dünyadadır. En güzel ev, araba, eş vesaire her şey burada. Bunun için ilahi emirler feda edilir. Vicdanlar Modern İslami söylemlerle teskin edilir. Modernite her ikisini yaşamak isteyen Müslüman için hayatı merkeze alarak geniş bir mübahlık alanı oluşturdu. Faiz alarak, tatil yerlerinde gayri İslami yaşam yerlerinde yer alarak da iyi bir Müslüman olabileceğini söyledi. İnsan tam cenneti kurduğunu ya da yakaladığını düşündüğü anda ya çocuğunu kaybetti ya da kıyameti koptu.
Modernistler kendilerine itibar eden kitleyi vicdanen rahatlatabilmek için onları tekzibe eden ulemayı da köylü olmak hayata uyum sağlayamamakla itham ettiler.
Çağın değerleri İslamla ne kadar uyum sağlar. Pozitivizm ve Materyalizm İslam’la nasıl yan yana durur. Sınırsız özgürlükle insanı maddeye köle yapan batı ile Allah’a kul yapan İslam yan yana olur mu?
Modernitenin kullandığı her kavramda dini ezme vardır.
Kalkınma İlerleme, Gelişme, Aydınlanma, Terakki
Modernite sürekli bir değişim içerisinde gayri iradi olarak insanı dinden uzaklaştırır. Moda veya modacılar yeni insanları değiştirir şekillendirir.
Her şeyi eskiten zaman moderniteyi de eskitti. Dini efsane gören modern insan dinsizlikte istediği dünya cennetini var edemeyince dinin önünü açtı, fakat geçmişindeki katı inkârdan dolayı dinin kurtuluş olduğunu da itiraf edemedi. Efsane olarak gördüğü dini bilimle birlikte anmaya başladı. Post modern açılımlaralar aslında modernitenin aczi dinin cılız sesleri hakkını teslim edilmesi çağrısıdır.
Modernizmi alın kiliseye ayaklanmasıdır. İhtilal mantığı hem aklı hem de tamir etmeyi düşündüğü dini tahrip etti. Aciz kaldığını görünce postmodern açılmalara yeşil ışık yaktı. Dne kendince müsmaha gösterdi.
Fakat Post Modern açılımlar aceleye geldiğinden batan gemiyi kurtarma çabalarına benzediğinden muvazene ve maslahattan mahrumdur.[ref]Fazlurrahman, İslami Çağdaşlaşma, İslami Araştırmalar Dergisi, IV, Ekim, 1990, 319.[/ref][ref]Adnan Aslan, Modernite Dine Alternatif Olabilir mi?, Rıhle Dergisi, y. 1, s. 3, 22.[/ref]