“Sırası gelmişken şunu da belirtelim ki dil, üslup ve ifade düzeyindeki mükemmelliğe atfen Kur’an’ın Arapça değil “Rabça” olduğuna ilişkin popüler söylem de gerçeğe tekabül etmemektedir. Çünkü Kur’an’da son derece beliğ ifadeler mevcut olduğu gibi lahn (hata) tartışmasına konu olan sorunlu ibareler de mevcuttur. Diğer bir deyişle, Kur’an’da îcâz olduğu kadar ıtnâb, itâle ve tatvîl de vardır. Azımsanamayacak ölçüde tekrarlar vardır. Keza ayetlerin hecelerinde ses uyumu (seci/nesir kafiyesi) sağlamak için, geçmiş zaman kalıbı yerine şimdiki zaman kalıbı kullanmak, tekil yerine çoğul, dişil yerine eril zamirler kullanmak, bazı özel isimlerin özgün şeklini değiştirmek, kelimelerin sonuna harf eklemek, harf düşürmek ve hatta “üzerine çıktıkları/çıkacakları merdivenler’ şeklinde tercüme edilen وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَ ibaresinde olduğu gibi, manaya katkısı bulunmadığı halde ayet sonuna “aleyhâ yazherûn /üzerine çıktıkları/çıkacakları” şeklinde bir ibare eklemek gibi hususiyetler de mevcuttur.”
Biz bu yazıda Öztürk’ün Kur’an’da -haşâ- lahn/hata olarak nitelediği yukarıdaki hususlara birer örnek vererek hem Müslümanların zihinlerinde oluşturulmaya çalışılan şüpheleri izâle edecek hem de iddiaların gerçeğe ne kadar aykırı olduğunu ortaya koyacağız:
Kur’an’da Gereksiz İfade Var mı?
“Kur’an’ın, bir faydadan dolayı anlamı lafız ziyadesiyle ifade etmesi” demek olan itnâb, Öztürk’ün iddia ettiği gibi bir hata değil, edebi bir özelliktir. Eğer fazladan bir lafız kullanmak bir amaca mebni değilse buna “tatvil/uzatma” denir. Faydanın çeşidine göre ise “ıtnâb” farklı kısımlara ayrılır. Bunlardan bir tanesi, “hâs” olan ifadenin üstünlüğünü ifade edebilmek için “âmm” olan bir lafızdan sonra “hâs” ifade tekrar edilir: تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ “Melekler ve Ruh yere iner” ayetinde, tanımları aynı olan fertlerin tamamını içine alan “amm” ifade olan الْمَلَائِكَة “el-Melâike”’den sonra yine bir melek olan Cebrail’in الرُّوحُ “er-Ruh”u şeklinde ayrı bir kelimeyle gelmesi, ذكر الخاص بعد العام/zikru’l-hâssı ba’de’l-âmm” nevinden bir “itnâbtır” ve Cebrail’in diğer meleklere rüchaniyetini belirtmeye matuftur. Ne var ki Öztürk, Kur’an’ın “i’câz’ının” bir hususiyeti olan “itnâb’ı” Kur’an’daki hata ve sorunlu ibarelerden biri olarak zikretmektedir.
Ashâb-ı Kehf Ayetinde Hata mı Var?!
Öztürk de oryantalistler gibi Kur’an’ı itibarsızlaştırmak için Onda, bir faydaya bağlı olmayan uzatmaların olduğunu iddia etmektedir. Nitekim oryantalistler Ashâb-ı Kehf’in mağarada kalış süresini kıymetlendiren وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِئَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعاً / “Onlar mağaralarında üç yüz yıl kalmışlar ve dokuz yıl da buna ilave etmişlerdir” mealindeki ayetin ثَلَاثَ مِئَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعا yerine ثَلَاثَ مِئَةٍ وتسع سِنِينَ şeklinde olması gerektiğini ileri sürdüler.
Güneş takvimine göre bir yıl 365, kamerî takvime göre ise 354 gündür. İkisi arasında 11 günlük bir zaman farkı vardır. 33 yıllık bir güneş takviminden, kameri takvime göre 1 tam yıllık fark ortaya çıkmakta, bu durum 300 üzerinden hesap edildiğinde ise iki takvim arasında 9 yıllık bir farka tekabül etmektedir. Buna göre Kur’an-ı Kerîm “üç yüz” ve “dokuz” sayılarını ayrı ayrı zikrederek birinci de şemsî takvime göre Ashâb-ı Kehf’in mağarada 300 kaldığını söyleyen Hristiyan kaynaklarına işaret etmekte, “dokuz” ilavesi ile de Arab’ın bildiği fakat Kur’an-ı Kerîm’in Nüzûl zamanında henüz yazılı olarak kullanılmayan kamerî takvimi esas almakta, buna göre de mağarada kalış 309 yıla denk düşmektedir.
Oryantalistlerin iftiralarını “hüccet” kabul eden Öztürk’ün, onların ağzıyla Kur’an’a yakıştırdığı hatalar; gerçekte ise okuma-yazma bilmeyen, ne Tevrat’ı, ne de İncil’i görmeyen bir Peygamber’e inen kitapta olması hasebiyle mucizedir.
İhsan Şenocak’ın Kur’ân-ı Kerîm Müdâfaası kitabının Kur’an Müdâfaası makalesinden alıntıdır.