Search
Close this search box.

Emperyalizmden İran’a: “Düşman Görünelim Sen Müslüman Dostlar Kazan!”

İhsan Şenocak hocamızın 12 yıl önce kaleme aldığı İran yazısı bugün güncelliğini korumaktadır. İstifadenize sunulur:      

Ümmetin siyasî, ve ictimaî manada yek vücut olduğunun muşahhas sûreti olan Osmanlı’nın mirasına sahip çıkan bir Türkiye ile İran’ın karşı karşıya geleceği malumdu. Bu malumiyet belli çevrelerin hakikati tahrif ameliyelerine rağmen, bugün o derece zahir olmuştur ki en basit nazarla dahi iki devlet arasındaki derin ihtilafı görmek mümkündür.

    Aynı idealleri taşıdığımızı zannettiğimiz, bütün olanlara rağmen kucakladığımız İran gördük ki bir yüzüyle ümmet coğrafyasında, diğeriyle ise şer cephesinde yer almakta. Yani sahnede farklı, mahfilde farklı bir İran var. Surette ABD ve İsrail’le derin bir anlaşmazlık içerisinde olan fakat ABD’nin işgal ettiği yerlerde her nasılsa sürekli kazanan, kendisine atiyyeler verilen bir İran…

Emperyalizma, kendi menfaatleri çerçevesinde kurduğu dengeyi koruyabilmek için elini sahnede Ehl-i Sünnet Müslümanların yaşadığı devletlere, mahfilde ise İran’a uzatmakta. Fakat zaman zaman da iki yüzlülüğünü örtememekte. Emperyalizma, geçen asırda Anadolu’yu, Mısır’ı, Şam’ı, Hindistan’ı işgal etti fakat Şii nüfusun yoğun olduğu yerlere neredeyse hiç müdahil olmadı. (Ehl-i Sünnet tarafından ehl-i kıble olarak görülen ve İslam dairesi içerisinde kabul edilen Şiilere emperyalizmanın müdahil olmaması her Müslüman için sevindirici bir durumdur.) Çünkü Batı için asıl tehlike İslam coğrafyasındaki büyük çoğunluğu temsil eden Ehl-i Sünnet’tir. Bu yüzden emperyalizma planlarını azınlık olan Şiilere yeni yayılma alanları hazırlamak ve Ehl-i Sünnet Müslümanlarını farklı değerleri öne çıkararak yeni parçalara ayırabilmek esası üzerine tasarlamaktadır. Bunun için hemen her kesimden müslümanın nefretini kazanan ABD ve İsrail, İran’la düşman görünerek İran’ın Ehl-i Sünnet Müslümanları nezdinde itibar kazanmasını temin etmektedir. Yani emperyalizma icraatlarıyla İran’a, “Sürekli düşman görünelim ki sen yeni dostlar kazan.” demektedir.

İran ve Şia ile alakalı bu değerlendirme Müslümanların mevcut algılarına aykırı olduğundan bazı zihinlerde idrak sıkıntısına yol açabilir. Bu yüzden hadiseyi örnekler bağlamında muşahhaslaştıralım:

ABD, zahirde İran’a nisbetle Ehl-i Sünnet Müslümanların çoğunlukta olduğu devletlere daha yakın duruyor. Ne var ki aynı ABD işgal ettiği Irak’tan çekilirken yönetimi İran’la her nevi birlikteliği olan Şiilere bıraktı. Nuri el-Malikî’nin hukuksuz uygulamalarından bunalan halk Saddam’ı arar hale geldi. İhvan-ı Müslimin’e yakınlığı ile bilinen Tarık el-Haşimî idama mahkum edildi. Sunnilerin yaşadığı bölgelerden sürekli katliam haberleri geliyor.

Lübnan, İran devrimini desteklemek için kurulan Hizbullah’ın kontrolünde. Suriye’de iktidar onlarca yıl önce azınlık olan Nusayriler’e teslim edilmişti. En zalim idarecilerin dahi yapmaya cüret edemeyeceği katliamları Batı, Nusayriler eliyle yaptı. Dün Hama, Hıms yerle bir edildi. Bugün aynı azınlık kendisini iş başına getiren emperyalizmanın gizli, İran’ın ise açık desteğiyle Müslüman katliamına devam ediyor.

Ehl-i kıble nazarıyla baktığımız Şia hakkında böyle bir mütalaa, “Ümmet bilincine ne kadar uygun?” diye sorabilirsiniz. Aslında bu soruyu yazıyı yazmadan önce ben de kendime sordum; fakat bina çökerken çatlayan duvarlara mücamele yapmanın büyük kayıplara yol açacak olması beni bu satırları yazmaya icbar etti. İsterseniz hadiseye Şam’da, Halep’te ya da Hama’da “Özgür Suriye Ordusu” saflarında savaşan mücahitler zaviyesinden bakalım. Geçen yıla kadar onların araba, ev ve işyerlerinin camlarında Hizbullah lideri Nasrallah’ın posterleri asılıydı. Şii olduğuna bakmadan onun zaferiyle iftihar ederlerdi. Hatta Bûtî’nin duasından etkilenip “Ya Rab! beni Nasrallah’ın bedeninde bir parça yap” diye dua edenler de vardı; fakat aynı Nasrallah, aynı Müslümanları Lübnan’da mülteci, kendi topraklarında ise mukim olarak hunharca katletti. Şimdi onlar muzaffer olması için dua ettikleri “Hizbullah”a “Hizbuşşeytan”, Nasralllah’a “Nasrallât” diyorlar.

Ehl-i Sünnet, Şia’yı her şeye rağmen tarihin hemen her döneminde defalarca kucakladı. Yakın dönemde Ehl-i Sünnet’e mensup bazı alimler “Mukaren Fıkıh” kapsamında Şia fıkhını da okuttu. Son dönemde telif edilen İslam fıkhı kitaplarının bir kısmında Şia fıkhı’na yer verildi. Mustafa es-Sibaî (rahimehullah) akademik hayatı boyunca gerek dersleriyle gerekse de eserleriyle rıza-i ilahi için bu oluşumu destekledi; fakat merhum, Şii alimlerin gerçek hayatta, ittihad-i İslam gündemli meclislerdeki konuşmalarının zıddına davrandıklarına şahit olunca yine ilah-i rıza için desteğini çekti. Hoca, Şia’nın söz-amel farklılığına müşahhas bir örnek olarak 1953 yılında Sur şehrindeki evinde ziyaret ettiği Şii alim Abdulhüseyin Şerefuddin’den bahseder. Evde ittihad-ı İslam için neler yapılabileceği konuşulur. Belli esaslarda anlaşma da sağlanır. Her iki taraftan alimlerin birbirlerini ziyaret etmeleri ve bu yakınlaşmayı temin edecek eserlerin telif edilmesi öncelikle yapılması gerekenler olarak not edilir. Sibaî bu çerçevede bir takım girişimlerde bulunur, Beyrut’ta Şia’nın önde gelen isimlerini ziyaret eder. Ne var ki bir zaman sonra ittifakın müessisi kabul edilebilecek Abdulhüseyin’in, Ebu Hureyre (radiyallahu anh) hakkında sövgülerle dolu bir kitap neşrettiğini görür. Sıbaî’nin başlattığı, Şia ile Ehl-i Sünnet’in ittihad-ı İslam ameliyesi öncekilerde olduğu gibi yine Şiilerin sözlerine muhalif amelleriyle inkıraza uğrar. (Sibaî, es-Sünne ve Mekânetuha fi’şŞeriati’l-İslamiyye, Beyrut, 1985, s. 8-10)

Şia amel planında muahede esaslarını değil, gizli ajandasını esas aldı. Muhammed Takî el-Kummi adındaki Şii bir alim 1945 yılında Kahire’de “Dâru’t-Takrib beyne’l Mezahibi’l-İslami”yi kurdu. Kurumun amacını Ehl-i Kıble’yi tevhit etmek olarak açıkladı. Sünni alimlerin bir kısmı da zahirde iyi niyet taşıyan bu kurum içerisinde görev alarak katkı sağladı. Dâru’t-Takrib’in yayın organı olan “Risaletü’l-İslam” mecmuası Ezher Rektörü Mahmud Şeltut’un verdiği bir fetva ile kurumun gizli ajandasını deşifre etti. Sahabeye sövmekten vazgeçmeyen Şia, Ezher Rektörü olan Şeltut’a; “Ehl-i Sünnet mezhepleri gibi İmamiyye ya da İsna Aşeriyye Şiası olarak anılan Caferiyye mezhebinin hükümleriyle de amel etmek caizdir. Müslümanlar bunu bilmeli ve bazı mezhepler hakkında taassuptan kurtulmalıdırlar.” (Mahmud Şeltut, Fetva Tarihiyye, Risaletü’lİslam, XI, 1378/1959 s. 227) şeklinde fetva verdirmeyi başardı. Pek çok Şii, bu fetvayı kitaplarının ilk sayfalarına aldı. Fetvanın etkisiyle bazı sunni gençler şiî oldu.

İran devriminden sonra İslam gençliği, şiileri “Ne Sünniler ne Şiiler yaşasın İslam ümmetinin birliği” ifadesiyle kucakladı.

Hadiseye dair hükmü, realite yerine, sadece emperyalizmanın surette İran’la kesintisiz bir krizi tercih etmesine bakarak tayin edenler, ray değiştirdi. Şia’nın gizli ajandası çerçevesinde yaptığı ihanetlere bakmadan onu desteklemeyi tercih etti. Filozofların Yunan Felsefesi’ne ait metinleri Arapçaya aktarırken “felsefe” kelimesini “hikmet” olarak tercüme etmeleri gibi, onlar da, Şia’yı, Ehl-i Beyt olarak isimlendirdi. İran’dan etkilenen yazar-çizer taifesi Suriye’deki katliama ya sessiz kalarak ya da bizzat İran’ın dolayısıyla da katil Esad’ın yanında yer alarak destek oldu. Hama,’da, Hımıs’ta, Şam’da her gün yüzlerce Müslüman şehit olurken, Suriye davası Filistin, Arakan ya da Somali için oluşan komuoyu desteğinin çok gerilerinde kaldı. Mazlumlarla dayanışma için düzenlenen mitinglerde Suriye gündeme bile alınmadı. Bütün bunların arkasında Türkiye’deki İran sever yazar-çizer taifesinin önemli bir rolü vardır. “Ehl-i Sünnet sabır ve temekkün okuludur. İhtilali benimsemez. Dolayısıyla meşru otoriteye başkaldıranlar desteklenemez.” diyen Müslümanlara gelince, onlar, emperyalizmanın Müslümanları katletme karşılığında kendisine iktidar verdiği Esad rejimini hangi esaslara dayanarak meşru addediyorlar ki ona başkaldırıyı gayr-ı meşru görüyorlar.

(Hüküm Dergisi 1. Sayı / Ocak 2013)

بيان حول الفتن في قيصري والشمال السوري

د. إحسان شان أوجاق   مؤسِّس مركز الدراسات العلمية والفكرية بسم الله الرحمن الرحيم الحمدُ لله رب العالمين، الحمدُ لله الذي جعل المسلمين إخواناً وحرّمَ الظُّلم على نفسِه وعلى...

Bu Kiri Büyük Doğu Mecrası Temizler

Okulda, hayatta Allah’tan bahsetmenin yasaklandığı gün; Anadolu, Büyük Doğu Mimarı’nın öncülüğünde muazzam bir fikir ve hareket hamlesine şahit oluyordu. Yalnız başına bir Müslüman bütün küfür yobazlarına meydan okuyor, İslam...

LİSAN ÜZERİNE ALLAH BOYASI’NIN DÖKÜLMESİ: OSMANLICA 

Beş yaşında ilk tahsile İslam harfleriyle başlayan, icazet aldığında ise ibareyi Kahire’deki öğrenciler gibi okuyup-anlayan, İstanbul’da kaleme aldığı tefsiri, Şam’da, Mekke’de ders kitabı olarak okunan bir milletin yüz yıllık...

Şeddeli Yalan Yobazları

CHP Milletvekilinin “Külliyat Kız Okullarında öğrencilere Takdir yerine İslam’ın Kızına belgesi veriliyor.” şeklindeki iddiasının YALAN olduğunu Cumartesi günü mezkür okulda okuyan Kızımın TAKDİR BELGESİNİ yayımlayarak resmetmiştim. Ne var ki...

ANNE

ANNE I. İpekten daha narindi kalbin, Evladın üşürse sen titrerdin. Çocuklarını yüreğinde taşır Biri ah etse sen inlerdin. Hastayım deyince Sanki sen iyi olur, unuturdun bütün dertlerini. Kadın yıkılsa...

Kurban Sünnet mi Vacip mi?

Hanefi mezhebine göre Kurban Bayramı günlerinde kurban kesmek vacip,[1][2] diğer üç mezhepte ise sünnettir.[3] Hanefi mezhebi bu hususta aşağıdaki delillerle istidlal etmektedir: Allah Teala, “Rabbin için namaz kıl ve...

İhsan ŞENOCAK YouTube Kanalına Abone Ol