İlimde, amelde, fikirde, harekette İslam’ın ilk muhatapları sahabedir. Tarihte hiçbir milletin gösteremediği bir sadakat ve cehdle İslam’ı Mağrib’ten Hind kıtasına kadar taşıdı, islam Devleti’nin sınırlarını bu gün üzerinde onlarca devlet olan bir çapa ulaştırdılar. Kimi Hz. Ebu Bekir(r.a) ve Ömer (r.a) gibi siyasette, kimi Hz. Ali gibi ilim ve hikmette, kimi Halid b. Velid gibi askeriyede, kimi de Ebu Hureyre gibi hadiste temayüz etti, öncü oldu, insanlığın yolunu açtı.
Ebû Hureyre, rivayet ettiği hadislerle hem kendi zamanında, hem de kendinden sonraki asırlarda kurulan devletlerin meselelerini İslam’a göre çözmeleri noktasında onlara büyük katkıda bulundu. Muhaddisler onun hadislerini rivayet etti; Müctehidler de rivayetlerine dayanarak ictihat yaptı, mesele çözdü. “İslam’a göre” telif edilen pek çok mevzu O’nun rivayet ettiği hadisler üzerine ibtina etti.
Farklı dinlere aidiyeti olan insanların fevc fevc İslam’a girmeleri ve beraberlerinde yeni sorunlar getirmeleri, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’nin bereketiyle müslümanlar için bir zaafiyete dönüşmeden hayra tebdil edildi. İslam’a göre çözülen her mesele diğer dinler ve onların müntesiplerinin nüfuzunu biraz daha kırdı. İslam, sorun çözdükçe insanlık rahatladı, Kilise ve Havra sessiz sedasız hayattan çekildi. Bu durum İslam’la küfrün mücadelesinin seyrini değiştirdi, gizli ittifakların oluşmasına, farklı anlayışlara sahip oluşumların aynı cephede toplanmasına yol açtı. Ebû Hureyre tarihi süreç içerisinde bu oluşumların en fazla hücum ettiği sahabiler kadrosundandır. Şia, Mutezile, Müsteşrikler ve onların yerli işbirlikçileri Mustagripler O’na adavette en ön safta yer aldı. Mevzu rivayetler ve tahrif edilen delillerle Hz. Ömer, Osman, Ali ve Aişe(r.anhüm) gibi büyük sahabilerin Ebû Hureyre’yi yalancılıkla itham ettiği, Hz. Ömer’in ise O’nu hadis rivayet ettiğinden dolayı bizzat dövdüğü söylendi.
Ebû Hureyre’ye(r.a) yöneltilen itham ve iftiraları onun şahsıyla sınırlı zanneden müslümanlar tehlikenin büyüklüğünü tam olarak göremediğinden mevzuyu bir sahabinin müdafaası çerçevesinde ele aldı ve bu yüzden sathı müdafaa yerine hattı müdafaa yaptı. Müslümanca düşünme ve yaşama adına yitirdiğimiz pek çok hakikat köklerimizle yani Saadet Asrıyla olan irtibatı kaybetmemizden mütevellittir. Ebû Hureyre (r.a) bizi köklerimize bağlamaya memur bir sahabidir. O çökertilince, rivayet ettiği hadislere dayanan fıkhî meseleler hurafe olacağı gibi köklerimizle olan rabıtamız da kopacaktır. Bu yüzden Ebû Hureyre müdafaası köklerin müdafaasıdır.
Hz. Ömer ve Ebû Hureyre(r.anhüma)
Hz. Ömer’in (r.a) Ebû Hureyre’yi (r.a) çok hadis rivayet etmesinden dolayı kamçıyla dövdüğü, İbn Kesîr’in gulat-ı Şia’dan olduğunu söylediği İbn Ebi’l-Hadîd’in Nehcu’l-Belağa üzerine yazdığı şerhte var. Ebû Ca‘fer el-İskâfî el-Mu’tezilî’nin (ö. 240/854) rivayetine göre Hz. Ömer(r.a), Ebû Hureyre’ye(r.a) kamçıyla vurdu ve O’nu, “Senin çok hadis rivayet ettiğini görüyorum ve Allah Rasûlü’ne ﷺ söylemediklerini isnad ederek yalan konuştuğunu sanıyorum.” diyerek uyardı.
Mahmud Ebû Reyye ve Şiî müellif Abdu’l-Huseyn’in de eserlerinde zikrettiği bu darb hadisesi kesinlikle vuku’ bulmamıştır. Çünkü ravi Ebu Cafer el-İskâfî “sika” değildir.
Hz. Ömer’in (r.a) Ebû Hureyre’yi (r.a) “Ya Allah Rasûlü’nden hadis rivayet etmeyi terk edersin ya da seni Devs diyarına sürerim.” şeklinde tehdit etmesi ise Saib b. Yezîd tarikiyle rivayet edilmektedir. Bu rivayette Hz. Ömer’in (r.a) Ebû Hureyre’yi (r.a) yalancılıkla tehdit ettiği ya da dövdüğü ile alakalı bir ifade yoktur. İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihaye’de sürgünle alakalı ibareyi naklettikten sonra, Hz. Ömer’in (r.a) çok hadis rivayet etmekten nehyetmesinin arka planına dair şunları söyler, “Hz. Ömer, insanların hadisleri murad-ı Rasûle göre anlayamayacağı, ruhsatlarla alakalı hadislere itimat ederek rehavete kapılacağı, çok hadis rivayet edenin zaman zaman rivayette bazı hatalara düşeceği, insanların da ondan bu rivayetleri hatalarıyla alıp nakledeceği gibi hususlardan endişe ettiğinden dolayı böyle bir ifade kullanmıştır.” Lakin Hz. Ömer’in (r.a) bu tavrı sadece Ebû Hureyre’ye has değil, bütün sahabe için geçerlidir. Nitekim Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’nin bir rivayetinde de Ebû Saîd el-Hudrî’yi şahit olarak dinleyene kadar O’na itibar etmemiştir.
Sahabenin hadis rivayeti noktasında gösterdiği hassasiyetin nasıl fevkalâde büyük bir önemi haiz olduğu, bugün hadisler etrafında oluşturulmak istenen fitne ortamında daha doğru anlaşılmaktadır.
Allah Rasûlü’ne ﷺ söylemediği bir sözü isnad edenin Cehennemdeki yerine hazırlanmasını bildiren hadisin mütevatir olması, sahabenin rivayet noktasındaki hassasiyetinden dolayı ilgili hadisi ilim meclislerinin mukaddimesi gibi tekrar edip hazirunu ikaz ettiklerini göstermektedir. Hz. Ömer’in(r.a) sahabi ravileri sorgulaması ve sorgulanan her sahabinin şahid getirmesi, hadislerin yazılması ve muhafazası noktasında ihdas edilen bütün şüpheleri izâle etmeye kadirdir. Hz. Ömer’in(r.a) Ebu Hureyre’ye(r.a) karşı olan duruşu ehl-i tahkike, ilmi bir mevzuda nasıl davranacaklarına dair bir usul vermektedir. Müslüman her bulduğunu alan ya da gece karanlığında odun toplayan “Hatıbu’l-Leyl” değildir. Zındıkların İslam’ı tahrif etmek için yoğun bir gayret içerisinde olduğu bir zamanda Hz. Ömer’in(r.a) Devlet başkanı olarak bu sorgulamayı yapması tabii bir durumdur. Zira İslam adına herkesin rahatça konuştuğu bir zamanda İslam’a karşı İslam’la mücadele eden pek çok fırka ve onları teyit eden “mevzu rivayet” ortaya çıktı.
Hz. Ömer (r.a) tahkiklerin nihayetinde Ebû Hureyre’nin(r.a) hadis rivayetindeki sadakatine şahit olunca O’nu rivayet noktasında bizzat teşvik etmiştir. Mevzu ile alakalı Ebû Hureyre(r.a) şunları söylemektedir, “Hadis rivayet ettiğimi duyan Ömer(r.a) bana haber gönderdi. Yanına gidince şöyle bir soru sordu:
– Falan gün, falan adamın evinde Allah Rasûlü ﷺ ile beraberken sen de yanımızda mıydın?
– Evet, bunu bana niçin sorduğunu biliyorum.
– Niçin sordum?
– O gün Allah Rasûlü ﷺ şöyle buyurmuştu: “Kim kasıtlı olarak bana yalan isnad ederse, ateşteki yerine hazırlansın.”
Madem Allah Rasûlü’ne ﷺ yanlış bir şey isnad etmiyorsun, o halde git, hadis rivayet et!
Hz. Ömer(r.a), bu muhavereden sonra Ebû Hureyre’nin(r.a) rivayetlerine itibar etmiştir. Ebû Hureyre’nin (r.a) şu rivayeti de bunun şahididir; “Hz. Ömer’in de içinde bulunduğu Hac kafilesi Mekke yolunda fırtınaya yakalanıp, fırtına tahammül edilemez bir noktaya ulaşınca Hz. Ömer(r.a) çevresindekilere, “Kim rüzgarla ilgili bize Allah Rasûlü’nden ﷺ bir hadis rivayet eder?” diye sorar, kimse hiçbir şekilde geri dönmeyince Hz. Ömer’in(r.a) sorusu bana ulaşır, ben de huzuruna varana kadar devemi hızlıca sürdüm ve O’na şöyle dedim, ‘Ey Müminlerin Emiri! Bana gelen habere göre, rüzgarla alakalı bir rivayet olup-olmadığından sormuşsunuz? Ben Allah Rasûlü’nü ﷺ şöyle buyururken işittim, Rüzgar Ruhullahtandır. Rahmet ve azab getirir. Rüzgarla karşılaştığınızda ona sövmeyin. Allah Teala’dan en hayırlısını isteyin, şerrinden de O’na sığının.’.
Hz. Ömer(r.a) fırtınaya yakalandığı bir anda Allah Rasûlü ﷺ ne yaptıysa onu yapmayı, O’nun Sünnetine iktida etmeyi arzu eder, etrafındakilere sorar, onlardan cevap alamayınca Ebu Hureyre(r.a) gelir, hadisi rivayet eder, Hz. Ömer de, O’nu dinler. Ebu Hureyre’nin(r.a) hadis ezberleme kabiliyetini, rivayetteki isabetini görünce O’na huzurunda hadis rivayet ettirerek meşru ve makbul bir iş yaptığını sukutuyla ikrar eder.
Aşağıdaki rivayetler de Hz. Ömer’in(r.a) Ebû Hureyre’nin(r.a) hadis rivayet etmesine müdahale etmediğine bilakis rivayetine itimat ettiğine delalet etmektedir:
Hz. Ömer(r.a), Mescitte şiir okumayı hoş karşılamadığından hariçte etrafı çevrili bir mekan hazırlar ve kim bir şeyler söylemek ve şiir inşad etmek isterse oraya çıksın, orada okusun.” der. Bir gün Mescid-i Nebevî’de şiir okurken Hassân b. Sâbit’in yanına gelir ve ona “sus” diye imada bulunur. Bunun üzerine Hassân, ‘Ben orada senden daha hayırlısı (Allah Rasûlü) varken de şiir okurdum.’ der, ardından da Ebû Hureyre’ye dönerek, “Allah hakkı için söyle! Allah Rasûlü’nü ﷺ, ‘Benim adıma cevap ver (ey Hassân!). Allah’ım O’nu Rûhu’l-Kuds’le te’yid eyle!’ derken duydun mu?” diye sordu. Ebû Hureyre de: ‘Allah şahittir ki, evet (duydum)’ diye cevap verir.
Bir gün Hz. Ömer’e, dövme yapan bir kadın getirildi. Bunun üzerine Ömer ayağa kalktı ve orada hazır bulunan sahâbîlere:
Allah adıyla size soruyorum, dövme yapmak hakkında Allah Rasûlü’nden ﷺ kim bir şey duydu?
Ebû Hureyre(r.a) dedi ki, bunun üzerine ayağa kalktım ve şöyle dedim, “Ey Mü’minlerin Emîri! Ben bunun hakkında Peygamber’den bir hadis işittim.”
Hz. Ömer(r.a) de bana:
“Ne işittin?” diye sordu. Ben de, Allah Rasûlün’den ﷺ, “Ey kadınlar! Sizler dövme yapmayın ve dövme yaptırmak da istemeyin.” buyurduğunu işittim. dedim.
Hz. Ömer(r.a) dövmeyle alakalı hadisi ya unuttu ya tam olarak hatırlayamadı ya da Allah Rasûlü ﷺ dövmeden bahsederken O’nun meclisinde bulunmamıştı. Ebû Hureyre dövmeye dair Allah Rasûlü’nün ﷺ hadisini rivayet edince itiraz etmedi, kabul etti.
İddia edildiği gibi Hz. Ömer (r.a) Ebu Hureyre’yi (r.a) yalancılıkla itham edip dövse ve O’nun hadis rivayetini yasaklasa, ne Ebû Hureyre (r.a) Hz. Ömer’in (r.a) huzuruna çıkıp hadis okuyabilir, ne de Hz. Ömer (r.a) O’nu dinlerdi? Yalancılıkla itham edilen biri, “O, benim hadis uydurduğuma kanaat getirdi, rivayetimi kabul etmez ya da yine yalancılıkla itham eder.” deyip kenara çekilirdi.
Hz. Ömer’in (r.a) Ebû Hureyre (r.a) ile alakalı tek tasarrufu O’nu çok fazla hadis rivayet etme noktasında uyarmasıdır. Lakin Hz. Ömer’in (r.a) ve arkadaşlarının unuttuğu bir rivayeti Ebû Hureyre’nin (r.a) hatırlaması ya da bir hadisi cemaat içinde yalnız O’nun işittiğine şahit olması, buna rağmen rivayetini kabul etmesi göstermektedir ki, Ebû Hureyre’yi (r.a) tekzib ya da tehdit etmesi söz konusu olamaz.
Hz. Aişe ve Ebû Hureyre
Ebû Hureyre ve Hz. Aişe’nin(r.anha) Allah Rasûlü’nden ﷺ sonra uzun bir zaman yaşamasının insanların bu ikisinden sair ashaba göre daha fazla hadis rivayet etmesinde rolü büyüktür. Birinin olduğu mekanda diğerinin olmaması, birinin mescitte, diğerinin evde Allah Rasûlü’ne ﷺ daha yakın olması, her birinin farklı idrak melekesine sahip olması gibi hususiyetlerden dolayı her iki sahabi zaman zaman ihtilaf etmiştir. Hz. Aişe’nin (r.anha) bazı sahabilerin rivayetlerine yönelttiği tenkitleri ve tashihleri “el-İcâbe li îrâdi me’s-tedrakethü Aişe ale’s-sahabe” adlı eserinde bir araya getiren ez-Zerkeşî’nin (v. 794/1391) belirttiğine göre Hz. Aişe (r.anha), Ebû Hureyre’nin 5374 rivayetinden sadece on birini tenkid etmiş, ondan çok daha az hadis rivayet eden Abdullah b. Abbâs’ın sekiz, Abdullah b. Ömer’in ise on bir hadisini eleştirmiştir. Bu da göstermektedir ki Hz. Aişe’nin (r.anha) hadis tenkidi Ebu Hureyre’ye has değildir. Bilakis rivayet ettiği hadislere oranla O’nu daha az tenkit etmiştir. Bu noktada şu rivayetleri tahlil edelim:
Ebu Hureyre bir gün Hz. Aişe’nin (r.anha) yanına girince, Aişe (r.anha) ona, “Ebû Hureyre Allah Rasûlü’nden ﷺ çokça hadis rivayet ettin.” dedi. Ebû Hureyre de şöyle cevap verdi, “Evet hakikaten Anacığım! Ayna, sürmedan ve güzel koku gibi şeyler beni oyalayıp da bu rivayetleri Allah Rasûlü’nden ﷺ duymama mani olmadı” deyince, Âişe, “Belki de öyledir.” buyurdu. Hz. Aişe (r.anha) “Belki de öyledir.” ifadesiyle Ebu Hureyre’nin niçin kendisinden daha fazla hadis rivayet ettiğini de izhar etmiş oldu.
Hz. Âişe’nin Ebû Hüreyre’yi çok hadis rivayet ettiğinden dolayı ikaz etmesi O’nun adaletine bir zarar vermez. Ne Hz. Aişe (r.anha), ne başka bir sahabi diğerini yalanlamıştır. Sadece kendi zaviyelerinden eksik gördükleri rivayetleri sorgulamışlardır. Fakat bütün bunlar ilmi mübahase çerçevesinde olmuş, sahabe ya anlama ya bir hadisle alakalı suale cevap verme ya da fetvaya delil olan bir hadisi tahlil bağlamında ihtilaf etmiştir. Ancak İslam’ı ideolojik okuyup Sünnet’i zan altında bırakmak isteyenler sahabe arasındaki ilmi münakaşayı kendi anlayışları çerçevesinde istismar etmiş, sahabeyi birbirine düşmanmış gibi göstermiştir.
Ebu Hureyre (r.a) ile Hz. Aişe (r.anha) arasındaki hadis tahlil cehdini, ulema, taraflar için bir nakısa ya da kemal vesilesi görmemiş, onları anlamaya çalışmıştır. Ne Hz. Aişe (r.anha), ne de ondan gelen değerlendirmeleri okuyan ulema Ebû Hureyre’ye (r.a), ne de Ebû Hureyre’yi (r.a) okuyanlar Hz. Aişe’ye (r.anha) hücum etmiştir.
Kendi de Tenkide Muhatap
Ne var ki Hz. Aişe (r.anha), “O hadisinin sonunu işitti lakin başını duymadı; O, yalan söylemedi lakin hata etti ya da unuttu; Hadisi muhafaza edemedi, aslında Allah Rasûlü ﷺ şöyle buyurdu.” şeklinde ravilere yönelttiği tenkidlere kendisi de muhatap olmuştur. Allah Rasûlü’nün ﷺ asla ayakta bevl etmediğini bildiren Hz. Aişe (r.anha) rivayeti bu bağlamda mülahaza edilir. Huzeyfe’den gelen bir rivayete göre, “Allah Rasûlü ﷺ bir kavmin çöplüğüne geldi, ayakta bevletti ve su istedi. (Daha sonra o su ile abdest aldı. Sıra ayaklarına gelince) mestlerinin üzerine mesh yaptı.” Hz. Aişe (r.anha), “Allah Rasûlü ﷺ Kur’ân kendisine nazil olduktan sonra hiç ayakta bevletmedi.” ; “Kim size Allah Rasûlü ﷺ ayakta bevletti derse, inanmayın, o ancak oturarak bevlederdi.” diyerek Huzeyfe’nin rivayetine muhalefet etmiştir.
Hz. Aişe (r.anha), sürekli Allah Rasûlü ﷺ ile birlikte olmadığından dışardaki hallerinin de evdeki gibi olduğu kanaatine varmış ve bu çerçevede ayakta bevletmeyle alakalı rivayeti reddetmiştir. Lakin sahabe kanaate göre değil bizzat gördüğünü rivayet etmiştir.
Ulema, Allah Rasûlü’nün ﷺ Huzeyfe hadisinde ayakta bevletmesiyle alakalı farklı mütaalalar serdetmiş, bu bağlamda Efendimiz’in bevl ettiği mekanın çöplük olması hasebiyle, orada oturursa üzerine necaset bulaşırdı, demiştir..
Sahabenin hadis tenkidi babında söyledikleri kendi gördüğü ve duyduğu hususlarla alakalıdır. Bir sahabi Allah Rasûlü’nden ﷺ duyduğu ya da gördüğü bir rivayete aykırı bir şey duyduğunda tereddüt etmiş fakat birbirlerini yalanla da itham etmemişlerdir. Sahabenin neyi, niçin dediğini araştırmadan taraf olmak, zamanla onlara dair büyük bir nefretin ya da ezbere bir teslimiyetin tetikleyicisi olur.
Hz. Aişe (r.anha), Ebû Hureyre’yi Allah Rasûlü’nün ﷺ “Ölüye ağlamak, ona azap edilmesine sebep olur.” anlamındaki hadisini yanlış anlamakla tenkit etmiştir. Ne var ki aynı metni Hz. Ömer, İmrân b. Husayn ve Abdullah b. Ömer de rivayet etmektedir. Bu durumda tenkid Ebû Hureyre’ye değil akideyle alakalı bir hassasiyete matuftur.
Ebû Hureyre’nin, Hz. Aişe (r.anha) tarafından tenkit edilen önemli rivayetlerinden biri de Allah Rasûlü’nden ﷺ naklettiği “Uğursuzluk, evde, kadında ve attadır.” anlamındaki hadistir. O’nun bu rivayeti Hz. Aişe’ye (r.anha) nakledilince müdahalede bulunarak, Ebu Hureyre’nin (r.a) bu hadisi iyi anlayamadığını söylemiş ve mevzuyu şu şekilde hülasa etmiştir, “Allah Yahudileri kahretsin. Onlar, ‘Uğursuzluk evde, kadında ve attadır.’ derlerdi.” . Başka bir rivayete göre ise, “Câhiliye devri insanları uğursuzluk, kadında, hayvanda ve evdedir.” buyurduğunu bildirerek Ebû Hureyre’yi (r.a) tebrie etmiştir.
Muhtemeldir ki Ebû Hureyre (r.a) Allah Rasûlü’nün ﷺ meclisine Efendimiz, sözün son kısmını söylerken yetişebilmiş ve sözün o kadar olduğunu zannetmiş, Hz. Aişe de (r.anha) hadisi bu şekilde rivayet etmesine müdahale ederek hatasını tashih etmiş; “Ebû Hüreyre, hadisi güzel ezberleyemedi. Allah Rasûlü ﷺ hadisi söylerken içeri girdi, sözünün sonunu duydu, baş tarafını ise işitemedi.” buyurmuştur.
Hz. Aişe (r.anha) Ebu Hureyre’yi tekzib etmemiş, tashih etmiştir, aynı tenkitlere kendisi de muhatap olmuştur. Bu yüzden O’nun bu ameliyesinden hareketle Ebû Hureyre’yi (r.a) cerh etmek mümkün değildir. Ayrıca Hz. Aişe (r.anha) Ebû Hureyre’nin (r.a) rivayetini tashih ederken, “Allah Ebû Hureyre’ye (r.a) merhamet etsin!” demesi de O’nun Ebû Hureyre’ye (r.a) dair tekzipçi bir üslup içerisinde olmadığını göstermektedir.
Şia’nın Tenkidi
Çağdaş Ebû Hureyre münekkitlerinin iddiaları, çağdaşı İbn Kuteybe tarafından sabah akşam içki içmek, fuhuş dahil her nevi kötülüğe irtikap etmekle tarif edilen Mu’tezilî Nazzâm’a (ö. 231/845) ve Şia ile aynı dili kullanan Şarkiyatçılara dayanmaktadır. Hz. Ömer’in (r.a) Ebû Hureyre’nin (r.a) başına kamçıyla vurduğu, O’nu Devs diyarına sürmekle tehdit ettiği yönündeki rivayetler ise -daha önce de belirttiğimiz gibi- sika olmayan Mutezilî-Şiî Ebu Ca’fer el-İskâfî’ye(v. 240/854) aittir. Ebû Hureyre’nin Medine’de iken Hz. Ali’ye (r.a) lânet ettiğini, O’nun da bir konuşmasında, “Zamanımızda Resûlullah’a karşı en fazla yalan söyleyen Ebû Hureyre ed-Devsî’dir.” dediği iddiadan öte bir anlam ifade etmez. Güvenilir hiçbir kaynakta ne Hz. Ömer’in (r.a), ne de Hz. Ali’nin (r.a) Ebû Hureyre’yi (r.a) tekzib ettiğine ya da hadis rivayet etmesine mani olduğuna dair bir ibare yoktur. Ebu Hureyre muarızlarının bu konudaki tek dayanakları Ebu Ca’fer el-İskâfî’nin, Hz. Ali’ye (r.a) Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadis ulaştığında, “Dikkat edin! Allah Rasûlü’ne ﷺ hadis isnat etme noktasında insanların(yaşayanların) en yalancısı Ebû Hureyre ed-Devsî’dir.” dediği şeklindeki iddiadır ki bu da zayıf, merdut bir rivayettir. Çünkü bu rivayet yalnızca, “sika” olmayan el-İskâfî tarikiyle rivayet edilmektedir.
Hz. Ali’nin (r.a) Hayber’in fethindeki yerine , Allah Rasûlü’nün ﷺ Hasan ve Hüseyin’e olan muhabbetinin büyüklüğüne dair hadis rivayet eden Hz. Hasan’ın (r.a) Allah Rasûlü’nün ﷺ kabrinin yanına defnedilmesini reddeden Medine Valisi Mervân’a ağır sözler söyleyen, çarşıda yürürken, devlet yönetiminin babadan oğula (Muaviye’den Yezid’e) geçeceği hicri 60 yılına ermemesi için, “Allah’ım! Beni hicri 60 yılına ulaştırma ve çoluk çocuğun emirliklerini bana gösterme!” diye dua eden, Emevi soyundan gelecek bazı devlet başkanlarını kasten Allah Rasûlü’nün ﷺ îrad buyurduğu, “Ümmetimin helaki, Kureyş’ten bazı oğlanların eliyle olacaktır.” hadisini rivayet eden Ebû Hureyre’nin (r.a) Emevi taraftarı ve Hz. Ali (r.a) muhalifi olması ideolojik bir iddiadır. Bütün bunlara rağmen Humeynî’nin, Ebû Hureyre’nin (r.a) Muâviye (r.a) gibi zalimlerin teşkilâtına girdiğini, onların yararına hadisler uydurmak suretiyle İslâm’a büyük zarar verdiğini ileri sürmesi mezheb taassubundan başka bir şekilde ifade edilemez.
Şarkiyatçılar ve Taraftarlarının Tenkitleri
Şarkiyatçılar ve onların iddialarına sözcülük yapanlar Ebû Hureyre’yi itibarsızlaştırmak için pek çok iddiada bulunmuşlardır. Bunların bir kısmı, tarihte Ebû Hureyre diye birinin yaşamadığını, hadislerin daha sonra “Ebû Hureyre” adıyla icad edilen meçhul bir isme isnad edildiğini savunmakta, bir başka grup ise O’nu, karnını doyurmak için Allah Rasûlü’nün ﷺ yanına gelen, uydurduğu hadisler vasıtasıyla itibar kazanan biri olarak nitelemektedir.
Sprenger (ö. 1893) Ebû Hureyre’nin (r.a) İslam’a hizmet etmek gayesiyle hadis uydurduğunu iddia ederken , Onun halefi olan Ignaz Goldziher (ö. 1921) şunları söylemektedir, “Gevezelik yapmakla itham edenlere karşı kendisini bazen müdafaaya mecbur kalmıştır. Bu haller münekkitleri büsbütün kuşkulandırmış ve şüpheciliğe götürmüştür. Fakat şunu da hesaba katmamız lazımdır ki kendisine isnad edilmiş olan hadislerin çoğu, sonraları uydurularak O’na izafe edilmiştir.”
“Kat’i olarak bilinen bir hususun şüphe ile zâil olmayacağı”, kaide-i külliyedir. Asırlar boyu müslüman, kafir herkesin icma ettiği hususlardan biri de Ebû Hureyre künyesiyle maruf olan zat, bir sahabidir. Hayatı da tabakât ve tarih kitaplarında mevcuttur. Çocukluğunda Ebû Hureyre adıyla tekniye edildiğinden adı, künyesi kadar meşhur olmamıştır. Adının Abdullah mı ya da Abdurrahman mı olmasında ihtilaf edilmesi adaletine zarar vermez. Zira isim, künye ya da lakaptan amaç bir şahsın bilinmesidir. Ebû Hureyre, künyesiyle maruf olduğuna göre tekniyeyle gaye hasıl olmuştur. Nitekim Ebû Ubeyde, Ebu’d-Derda, Ebû Dücane gibi pek çok sahabi de künyeleriyle maruf ve meşhur olmuştur. Lakin hiç bir muhaddis bunlar künyeleriyle maruf oldu diye onların rivayet ettiği hadisleri reddetmemiştir.
Ebû Hureyre’nin çok hadis rivayet etmesini O’nun oburluğuna bağlayan, karnını doyurmak için Peygamberin yanına geldiğini savunanlar, ilim tahsilinin bir karın doyurma ameliyesi, ulemanın da karın doyurma uğraşısı içerisinde olduğunu iddia etmektedirler.
Ebû Hureyre’nin karın tokluğuna Allah Rasûlü’nün ﷺ yanında durup, Ondan ayrılmamasını, ulema mal biriktirme kaygısı taşımaması ve karnını doyuracak kadar bir azığa kanaat etmesi şeklinde anlarken Oryantalistler ve dini onlardan öğrenenler, Ebû Hureyre karnını doyurmak için müslüman oldu, şeklinde anlamıştır.
Hiçbir sahabi Ebû Hureyre’yi “gevezelik yapmakla” itham etmemiş yalnızca çok hadis rivayet etme noktasında ikaz edip dikkatli olmaya davet etmiştir. O’nun rivayet ettiği hadislerden ulema değil, şarkiyatçılar ve onların yöntemiyle hadis okumaları yapanlar şüphe etmiştir.
Mahmûd Ebû Reyye
Tarihî süreç içerisinde Ebû Hureyre’ye en ağır ithamlarda bulunanlardan biri de, “Edva ala Sünneti’l-Muhammediyye” kitabının yazarı Mahmûd Ebû Reyye’dir(ö. 1970). Muhammed Tahir Hakîm, onun ilmi ve fikri manada yerini kıymetlendirirken şöyle der, “Mısırlı bir yazar… Özgür düşünce ve ilmî araştırma adı altında sünneti tenkid etmesi ve aşırı derecede sapmasıyla maruftur.”.
Ebu Reyye, Ebû Hureyre’yi yalan söylemekten ve dinlemediği sözleri Allah Rasûlü’ne ﷺ isnat etmekten sakınmayan, büyük sahâbiler tarafından rivayetleri kabul görmeyen, fıkıh bilmeyen, hayatı çok da maruf olmayan bir sahâbî olarak tanımlar. Ebû Hureyre’nin Allah Rasûlü ﷺ ile sadece bir yıl dokuz ay kaldığını Mahmûd Ebû Reyye’den başka söyleyen muteber kimse yoktur. Ebu Reyye’nin, Asr-ı Saadet’e kitaplardan başka bir şekilde ulaşma imkanı olmadığına, O’nun Allah Rasûlü ﷺ ile bir yıl dokuz ay kaldığı muteber hiç bir kitapta yer almadığına göre iddiaları ilmi bir arkaplana değil, ideolojik arzulara dayanmaktadır.
Mahmûd Ebû Reyye, Ebû Hureyre aleyhinde yazdığı kitabına, “Şeyhu’l-madîre Ebû Hureyre” adını vermiştir. Ekşimiş sütle yapılan çorbaya “madîre” dendiği, bu çorbayı çok sevdiği için Ebû Hureyre’nin “Şeyhü’l-madîre” diye anıldığı iddiası Ebû Mansûr es-Seâlibî’ye (v. 429/1038) dayandırılmaktadır. Seâlibî’nin bu rivayetinde Ebû Hureyre’nin madîreyi çok sevdiği, yemeği Muâviye’nin sofrasında yiyip namazı Hz. Ali’nin arkasında kıldığı, bunun sebebini soranlara Muâviye’nin madîresinin daha yağlı, Ali’nin arkasında namaz kılmanın ise daha faziletli olduğunu söylediği hikaye kitaplarında yer alan bir hurafedir. Vasat derecede tarihî malumata sahip olanlar bu haberin uydurma olduğunu anlar. Zira Hz. Ali Irak’ta, Hz. Muaviye Şam’da, Ebû Hureyre ise Hicaz’da yaşamaktaydı. Ebû Hureyre Bahreyn Valiliği dışında ömrünü Medine’de geçirdi, orada vefat etti. Bu durumda Ebû Hureyre’nin, Muâviye’nin sofrasında Madîre yedikten sonra namazı Hz. Ali’nin arkasında kılması nasıl mümkün olabilir?! Hz. Ali ile Muaviye’nin birbirine yakın oldukları tek nokta var ki o da Sıffîn’dir. Ebû Hureyre’nin Sıffîn’e katılmadığı bilindiğine göre Ebû Reyye ya Ebu Hureyre’nin Hz. Süleyman gibi bir tasarrufa sahip olduğu ya tayy-ı mekan yaptığı ya da Burak’la mesafeleri kat edip yemeği Şam’da yiyip, namazı Irak’ta kıldığını söylemektedir. Bütün bunlar Sünnet-i Seniyye düşmanlığının yenilikçileri ne kadar derin bir akıl tutulmasına mahkum ettiğinin hazin bir tezahürüdür. Onlara göre İslam’a ya da sahabeye saldırı söz konusu olduğunda her nevi senaryonun hakikat diye pazarlanması meşrudur.
Ebû Hureyre’nin Madîre’yi sevdiği kabul edilse, bu O’nun ne dinine, ne de adaletine zarar verir. Zira ne Kur’an-ı Kerim, ne de Sünnet-i Seniyye insanın helal olan bir yemeği sevmesini yasaklamıştır. Nitekim insanların en zahidi olan Allah Rasûlü de ﷺ tirit yemeğini severdi.
Ebû Reyye’nin şarkiyatçıların iddialarına İslam kütüphanesinden delil arama cehdi, Ebu Hureyre’yi değil, kendisini itibarsızlaştırmış, eserine çok sayıda reddiye yazılmıştır. Muasır ulemanın onun hakkındaki kıymet ölçüsü ise, Ebû Reyye sened ilmini bilmek şöyle dursun İslam’ın temel mevzularını dahi bilmekten mahrumdur, şeklindedir.
HÜLASA
Hz. Ömer’in çok hadis rivayet etmesinden dolayı Ebû Hureyre’ye vurduğu iddiası hakikat değil, mücerred bir yalandır. İstismar edilebileceği ya da insanların yanlış anlayabileceği gibi hususları dikkate alan Hz. Ömer az hadis rivayet etmeyi tercih etmiştir. Ebû Hureyre çok hadis rivayet edenlerin başında geldiğinden Hz. Ömer diğer sahabileri uyardığı gibi O’nu da uyarmıştır. Ebû Hureyre’nin güvenilir ve hadis rivayetine ehil olduğuna delalet eden hafıza gücü, dikkati, hatadan uzak oluşu gibi hususiyetlerine şahit olan Hz. Ömer daha sonra O’na izin vermiş, “Git, hadis rivayet et!/ فاذهب فحدث “ ifadesiyle de O’nu teşvik etmiştir. Hz. Ömer Ebû Hureyre’yi, yaptığı bir usulsüzlükten dolayı değil, “bir vali uzun süre görev yaparsa yaralanır.” şeklindeki siyasetinin bir gereği olarak valilik görevinden almıştır.
Hz. Aişe’nin (r.anha) Allah Rasûlü’yle ﷺ daha çok evde, Ebû Hureyre’nin de hariçte birlikte olmasının etkisiyle bazı hadislerde ihtilaf etmişler fakat ne Hz. Aişe (r.anha), O’nu yalancılıkla itham etmiş, ne de Ebû Hureyre O’na karşı hürmetsizlik yapmıştır. Ebû Hureyre, Hz. Aişe’ye (r.anha) karşı rivayet ettiği hadisi müdafaa ederken de bu ihtiramı muhafaza etmiş ve O’na “Anneciğim” diye hitap etmiştir.
Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadisler Kur’an-ı Kerîm’in ideolojik bir zaviyeden okunup anlaşılmasına mani olduğundan Şia ve Mutezile, pek çoğu senedsiz nakil, geri kalanı da tahrif edilen delilden çıkarılan hükümle O’na hücum etmiş, itibarsızlaştırmayı amaçlamıştır.
Ebû Hureyre’nin rızık peşine düşmediği, Muhacir gibi pazarda ticaret yapmadığı, Ensar gibi bağ, bahçe ile uğraşmadığı bütün zamanını Allah Rasûlü’ne ﷺ talebe olmaya hasrettiğini ifade etme noktasında söylediği “karın tokluğuna” ibaresini çarpıtıp, “Aç karnını doyurmak için müslüman oldu.” diye anlamak, karnını doyuran herkesi, “Bunların bütün meselesi karınlarını doyurmak.” diye itham etmekten farksızdır.
Dipnotlar
1- Üçüncü bölüm, tenkitlerin sahabe sözleriyle ilişkilendirilmesi bağlamında telif edildiğinden çarpıtmanın derinliğini izhar edebilmesi için müstakil olarak ele alınmıştır.
2- İbn Ebî’l-Hadîd, Şerh-u Nehci’l-Belağa, Dâr-u İhya-i Kutubi’l-Arabiyye, Kahire, IV, 67.
3- Mahmud Ebû Reyye, Advâ ala’s-Sunneti’l-Muhammediyye, 163.
4- Abdulhuseyn, Ebû Hureyre, 268.
5- Muhammed Accâc el-Hatib, es-Sunne Kable’t-Tedvîn, Dâru’l-Fikr, 2001, 298.
6- İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, VIII, 106.
7- İbn Ebî’l-Hadîd, Şerh-u Nehci’l-Belağa, Dâr-u İhya-i Kutubi’l-Arabiyye, Kahire, IV, 67.
8- Mahmud Ebû Reyye, Advâ ala’s-Sunneti’l-Muhammediyye, 163.
9- Abdulhuseyn, Ebû Hureyre, 268.
10- Muhammed Accâc el-Hatib, es-Sunne Kable’t-Tedvîn, Dâru’l-Fikr, 2001, 298.
11- İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, VIII, 106.
12- Bedruddin ez-Zerkeşî, el-İcâbe li îrâdi me’s-tedrakethü Aişe ale’s-sahabe-İcabe, s. 112 vd.
13- ez-Zerkeşî, el-İcabe, s. 87, 102.
14- Zehebî, Siyer-u A’alami’n-Nubela, Müessesetu’-Risale, Beyrut, 1998, II, 604.
15- Buhârî,Vudû’ 66; Müslim, Tahâre 22.
16- Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 136, 213
17- İbn Mâce, Tahâre 14; Tirmizî, Tahâre 8; Nesâî, Tahâre 24.
18- Bkz. İbn Kuteybe, a.g.e., 104.
19- Buhârî, Cenâiz, 32, 33.
20- Müslim, Cenâiz, 25.
21- Buhârî, Cenâiz, 32; Neseî, Cenâiz, 14, 15.
22- Kenzü’l-Ummâl, V, 196.
23- Tayâlisî, Müsned, s. 215.
24- Müslim, Selâm, 119.
25- Tayâlisî, Müsned, s. 215.
26- ez-Zerkeşî, s. 107.
27- İbn Ebî’l-Hadîd, a.g.e., I, 468.
28- el-Hatîb, a.g.e., 299.
29- İbn Ebî’l-Hadîd, a.g.e. I, 468.
30- Müslim, Fedâil 50.
31- Müslim, Fedâil 54.
32- İbn Kesîr, VIII, 108.
33- İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, xııı, 12.
34- Buharî, Fiten 13.
35- İslâm Fıkhında Devlet, s. 179-180.
36- DMİ, I, 418.
37- I. Goldziher,”Ebû Hureyre”, MEB İslam Ansiklopedisi (İA), IV, 32.
38- İbnü’l-Esîr, Usdu’l-Gabe, V, 319.
39- Nevevî, Minhac, VIII, 3631; İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, IV, 339.
40- Mahmud Ebu Reyye, Şeyhu’l-Madîre Ebû Hureyre, Müessetu’l-A’lemî li’l-Matbuat, Beyrut, 1993, s. 63.
41- Bkz. Heyet, Mevsûat-u Beyani’l-İslam, Tesmiyet-i Ebî Hureyre bi Şayhı’l-Madîra, 77-80; DİA, Ebû Hureyre.