Allah Rasûlü’nün ﷺ dilinde oruç, emanettir; Ümmet’ini de o emanete sahip çıkmaya davet etmiştir.1 Emanet olan oruç, bütün âzâlar günahtan korunarak muhafaza edilir. Bu yüzden Rabbânî Âlimler, kişinin, orucu “sahurdan iftara kadar bir şey yememe”ye indirgemesini orucun en zayıf hali olarak görür. Ma’siyet arenalarında şehevî nağmeler dinleyen kulağın, haramdan korunmayan gözün sahibine Ramazan’dan sadece açlık ve susuzluk kalır.
Oruç; mümine, “Ramazan emanetini koru ki, o da seni Cehennem’den korusun.” der. Kadına da erkeğe de göz, kulak, el ve ayağın birer emanet olduğunu ve her birini korumakla mükellef olduğunu ihtar eder. Emanete ihanet edenlerse yalana kulak verir ve durmadan haram yer.2 İsyan meclislerinde oturmak; şarkı, türkü meclislerinde eğlenmek, ahlaksız yarışma programlarını ekranlara taşımak ya da onları izlemek de emanete ihânettir.
Ayak gibi el de insana emanettir, der oruç; kadının eli namahrem bir erkeğe, erkeğinki de kadına değmeyecek. Ramazan mektebinde orucun tezkiye ettiği müminler Hz. Âişe’den Peygamber-i Ekber’in emanet hassasiyetine dair şu esası dinler, ardından da “İşittik ve itaat ettik.”3 derler:
“Hayır! Allah’a yemin olsun ki, Allah Rasûlü’nün eli hiç bir kadının eline değmemiştir.”4
Müslüman, elini haramdan koruyarak Allah’ın ona emanet ettiği orucu muhafaza eder. Ramazan’da elini koruyanlar, sâir zamanlarda helali olmayan kadınlara ya da nâmahrem olanlara el uzat(a)maz, dönüp bak(a)maz. Bütün azalarıyla emanete sahip çıkar, “Ben buradayım, orucu tutmak için huzurundayım yâ Rabbi!’’ der.
Uzuvlarına en hassas şer’î ölçüleri hâkim kılan bir mümin, muhafaza ettiği orucu namazla, Kur’ân-ı Kerîm tilavetiyle te’yîd ve tahkîm eder/etmelidir.
Tilâvet ve İnfak Mevsimi
Ramazan-ı Şerîf hem Kur’ân-ı Hakîm’i okuma, hem de fukarayı yedirip doyurma ayıdır. Efendimiz ﷺ bu ayda başka aylarda olmadığı kadar Kur’ân-ı Kerîm okur ve sadaka verirdi. Çünkü bütün iyilikleri temin, bütün şerleri def etmenin esaslarını ihtiva eden Kur’ân’ın doğum gecesi olan “Kadir Gecesi” bu aydadır. Efendimiz bu ayda her gece Cibrîl’le bir araya gelir ve karşılıklı birbirlerine Kur’ân-ı Kerîm’i arz ederdi. Bu noktada İbn Abbâs (r.a.) der ki:
“Allah Rasûlü ﷺ insanların en cömertiydi. En cömert olduğu zaman da Cibrîl’in kendisiyle çokça buluştuğu Ramazan’daydı. Cibrîl (aleyhi’s-selâm) Ramazan’ın her gecesinde Allah Rasûlü’yle ﷺ buluşur ve onunla Kur’ân’ı karşılıklı okur, birbirlerine arz ederdi. İşte bu yüzden Allah Rasûlü ﷺ cömertlikte, esmesi engel tanımayan, faydası herkese ulaşan rüzgardan daha cömertti.”5
Her gece insanlar yataklarına çekildiğinde, karanlık bir yorgan gibi şehri örttüğünde, yeryüzünün en bereketli meclisi kurulur; Allah Rasûlü’yle ﷺ Cibrîl Kur’ân-ı Kerîm’i müzakere eder, yerle gök arasında rahmet kapıları açılırdı.
Gecelerin İhyası
Allah Rasûlü ﷺ Ramazan’ın gündüzlerinde oruç tutar, gecelerini ibadetle ihya eder, son on gecenin ihyasına ailesini de katar6, ezvâc-ı tâhirâtla kıyâmı uzun namazlar kılar, Allah Teâlâ’yı zikreder, Kur’ân-ı Kerîm tilavet ederdi.7
“Oruç Hak’tan bir emanettir.” buyuran Peygamber-i Ekber onu koruyabilme adına Ramazan’da Ümmet’i için -âdeta- seferberlik ilan etmişti: “Kim, inanarak ve sevabını sadece Allah Azze ve Celle’den umarak Ramazan gecelerini teravihle/tilavetle/zikirle/
Gece Namazlarının Huşûsu
Asr-ı Saadet’te oruç, gece ibadetleriyle tey’id edildi. Çünkü lisân ve kalp, geceleyin tam bir uyum içerisindedir. Bu uyuma mânî olacak, riyâ gibi marazları tetikleyecek herşey ve herkes de uykudadır. Sahâbeden mahfiyeti öğrenen selef-i sâlihînden öyleleri vardı ki, eşiyle aynı yastıkta yatar; gece boyu hanımı fark etmeden ağlardı. Bir kısmı da gece yarısı kalkar fecre kadar sessiz ibadet eder, fecir vakti girince sesli Kur’ân-ı Kerîm okumaya başlar, böylece -çevresine- yeni kalktığını ihsas ederdi.10
Gece vakti… Tilâveti, tilâvet esnasındaki iniltileri, Allah’tan ve meleklerden başka gören yok, duyan yok. Bir mümin sadece Rabbinin rızasını kazanabilmek için kalkar, abdest alır ve kıyâma durur, yorulur, oturur, Kur’ân-ı Kerîm okur, tekrar kalkar, namaza durur, yorulur, tekrar tilâvete başlar. Ta Fecr’e kadar geceyi ihyaya, kalbini inşaya devam eder. Huzeyfe (r.anh) der ki: “Allah Rasûlü’nün uzun gece namazları olur, Bakara, -Kur’ân-ı Kerîm o zaman bugün olduğu şekliyle tertip edilmemişti- Nisâ ve Âl-i İmrân sûrelerini okurdu.”
Bastonlara Dayanarak
Kılınan Namazlar
Efendimiz ﷺ Âhiret’e irtihal ettikten sonra Ashâb-ı Kirâm O’na olan hasretini Kur’ân-ı Kerîm okuyarak giderdi. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’i onunla tanımış, ondan öğrenmiş, açıklamasını ondan dinlemiş, nasıl yaşanması gerektiğini de onun hayatında görmüştü. Sahâbe, Temîm-i Dârî ve Ubeyy bin Ka’b’ın (r.anhuma) imâmetinde uzun teravihler kılar, namaz Bilâl-i Habeşî’nin ezan okumasına kadar devam eder; yaşlı olanlar, ayakta durmaya mecâli, dermanı kalmayanlar âsâlarına dayanır, namaza devam eder, asla usanmazlardı.
Gece ibadetiyle orucu himaye den Selef-i Sâlihîn namazda darılmaz, yorulmaz, “Bitse de dışarı çıksak…” demezdi. Bilakis, “Rabbimizin Kelâmı’na, O’nun âyetlerine muhatap oluyoruz.” diye sevinirdi. Teravihlerde bazı camilerde üç günde, bazılarında yedi, bazılarında on günde Kur’ân-ı Kerîm hatmedilirdi. Ramazan bir ganimet, irfan ve bereket ayı olarak görülür, müminler ondan azami istifade etme gayreti içerisinde olurlardı.
Kur’ân-ı Kerîm Onların
Uykularını Kaçırırdı
Geceleri az uyuyan Selef-i Sâlihîn’den birine bir âlim rastlar ve “Niçin uyumuyorsun?” diye sorar. O da, “Kur’ân’ın hârikulâdelikleri uykumu kaçırdı.” diye cevap verir; Kur’ân-ı Hakîm’i okuyan biri nasıl uyuyabilir ki, der.
Kur’ân-ı Kerîm’i okumak ibadettir. Eğer bu ibadeti edâ ederken daralıyor, yoruluyorsak, kendimize “Bu hâl nicedir?” diye sormalıyız.
Bir tarafta Kur’ân okurken uykuları kaçanlar, sabahlara kadar gözlerine uyku girmeyenler; diğer tarafta ise Kur’ân-ı Kerîm’i eline alınca esnemeye başlayan modern çağın insanları…
Sorgulanan Nefis
Oruç, himayeye muhtaçtır. Bu yüzden Müslümanlar onu Allah Azze ve Celle’nin yasaklarından uzak durarak, talimatlarını da yerine getirerek korur. Böyle bir hassasiyete sahip her mümin Kur’ân-ı Kerîm okurken, “Acaba bu âyeti hayatıma tatbik etme noktasında ne kadar muvaffak oldum?” diye derin bir muhasebe içerisinde olur. O muhasebeyi yapabilenler, âyet âyet nefislerini sorguya çeker, Âhiret’i düşünür ve uykusuz kalır.
İftar sofrasından kalkan ya da sahura hazırlanan bir mümin Kur’ân-ı Kerîm’den (وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّا وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَصِيرًا)11 âyetini okur, ardından da mazlum Ümmet coğrafyasından, “Yâ Rabbi! Bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diye yalvaran bîçârelerin feryatları yankılanır kulaklarında. Müslümanı titretir bu âyet… Çünkü o sesleri Mahşer günü de duyacak ve kendisine “Bunlar için neler yaptın?” diye sorulacak. Hânı, hânümânı yıkılan Müslüman da, çocuklarıyla ortada kalan dul kadın da Mahşer’e gelecek, “Bu Müslümanlardan davacıyım yâ Rabbi! Neden bize imdat etmediler? Niçin bizim yanımızda olmadılar?” diyecek. Ramazan’da annesi, babası, ninesi Kur’ân-ı Kerîm’i hatmederdi diye bu Ramazan’da da mukâbeleler okuyanlar ise, bu âyeti12 okurken geceleyin her zamanki gibi yine sayıklayacak. Çünkü o, bu âyetleri Allah’ın talimatları olarak değil, yalnızca teberrük olsun diye okuyacak.
Seninle Savaşmaktan
Sana Sığınırım Yâ Rab!
Müslüman, orucu helal rızıkla korur. İnsanları aldatmaktan da, faizden de uzak durur. Ne kadar cazip teklifler alsa da “Faizli işlemlere devam ederseniz, Allah’a ve Rasûlü’ne karşı savaş açtığınızı bilin.”13 âyetini okur, sarsılır, “Seninle savaşmaktan sana sığınırım yâ Rabbi!” der.
Orucun Kur’ân-ı Kerîm’in ahkâmıyla korunması gerektiği şuurundan mahrum olan Müslümanlar da Ramazan’da mukâbeleler okuyacak lakin daha sonra, “Faiz bir dünya gerçeği, onsuz olmaz ki!” diyecek. Kimi hocaların “dünya gerçeği masalı” ya da fasid tevillerle meşrulaştırdığı(!) faizin haramiyetiyle alakalı âyeti selef de okudu. Bir farkla ki; onlar okurken kendinden geçti. Çünkü selefe göre Allah’ın buyrukları kıyâmete kadar geçerlidir.
Kadınların Dünyasında Oruç Emaneti
Müslüman kadın da orucunu korur, onda da emanet hassasiyeti vardır. Kimse Huzur-u İlâhî’ye hain olarak çıkmak istemez. Sâliha bir kadın tesettür ve mahremiyetten bahseden âyetleri okurken, emirlerle oruç arasındaki manevi bağı keşfeder, uykusu kaçar. “Gizlemekte oldukları zinetleri ortaya çıksın diye (yürürken) ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler).”14 âyetini okur, sonra sokakların hâlini düşünür. İftar, sahur yapılan evlerden çıkan ümmetin kadınlarının tesettür cinayetlerini hayalinden geçirir; “Gizlemiş oldukları zinetleri ortaya çıksın diye (yürürken) ayaklarını yere vurmasınlar.” âyetine bakar, irkilir; ardından da tesettür zannedilen kıyafetle isyan eden milyonlar geçer gözü önünden, uykuları kaçar ve “Bizi içimizdeki âsîlerden dolayı helâk etme yâ Rabbi!” diye yalvarır.
Kur’ân-ı Kerîm okuyan, sonra da sokaktaki kıyafetiyle âdeta “Delikanlı! Bana bakar mısın?” diyen Müslüman kadınlar da, tesettürün “teberrüc” olmasına destek olan hocalar da Ahzâb Sûresi’ni okurken titreyebiliyorsa, ilâhî bir emanet olan orucu koruyorlardır. Yoksa Âhiret serap olabilir.
Ramazan’lı Hayatlar
Ramazan bir Kur’ân-ı Kerîm mektebidir. Orada her daim ilâhî talimatlar okunur ve Müminler, “İşittik ve itaat ettik.” derler. İtaat de hâllerinde zâhir olur. Bu yüzden onların Ramazan’lı hayatları, Ramazan’dan önceki yaşamlarından çok daha farklıdır. Namazdan önce, namazdan sonra; cumadan önce, cumadan sonra; Kur’ân-ı Kerîm okumadan önce, okuduktan sonra hayata bakışlar değişir. Emanet hassasiyeti güçlenir.
Müslüman, bir emanet olan orucu sadakayla da korur. Zekât verir, malını; fıtır sadakası verir, kendini temizler. Dünya’dan Âhiret’e uzanan “sarp yokuşu” aşmak için yetime tasadduk eder.
“Mallarını Allah’ın rızasını umarak infak edenler…”15 âyetini okuyunca; nâmını duyurmak, insanların takdirini kazanmak ya da alkış almak için dağıtılan paralar, yapılan binalar aklına gelir, Âhiret’i düşünür, uykusu kaçar.
Oruç, Allah Rasûlü’nde de ﷺ bir emanetti; O da infak âyetlerini okudu. Hiç kimsenin yapamayacağı kadar tasadduk etti. Efendimiz’e ﷺ bir gün bir cübbe hediye edilmişti, ihtiyacı da vardı. Kabul buyurup giydiğinde ona bakan bir sahâbi yanına geldi ve “Yâ Rasûlallah o cübbeyi bana hediye eder misin?” dedi. Orada bulunanlar kızdı; “Allah Rasûlü’nün ﷺ ihtiyacı var, neden istiyorsun? (Üstelik) Allah Rasûlü’nün ﷺ isteyeni geri çevirmeyeceğini de biliyorsun!” diye onu ayıpladı. Allah Rasûlü de ﷺ çıkarıp verdi. Sahâbi, “Giymek için değil, ölünce kefenim olsun diye istedim…” diye söyleniyordu.16 Yani demek istiyordu ki; uzun süre yanında olamadım, sana doyamadım, istedim ki vücuduna değen cübbe kefenim olsun, yerin altında onu koklayayım.”
En Zahid Ev
Allah Rasûlü ﷺ miskine, yetime, köleye dağıttı. Muhtaçları sofrasında ağırladı. Yarına bir şey saklamadan verdi. Devlet Başkanı’ydı; ancak mutfağını idare eden eşi Hz. Âişe (r.anha) şöyle buyurmuştu: “Medine’ye yerleşmesinden vefatına kadar geçen zaman içersinde Peygamber’in ailesi üç gün peş peşe buğday ekmeğinden karnını doyuramadı.”17 Yani Hz. Âişe, “Hicaz’a adalet dağıtan, fukarayı doyuran Peygamber’in böyle bir evi vardı.” diyor.
Efendimiz her isteyene verdi. Kimseye ‘’Hayır’’ demedi. Karnına taş bağladı, yine verdi. Sahâbe-i Kirâm, önünde böyle bir Peygamber gördü. İsteyenler yanına geldiğinde, sofralarında sadece kendilerine yetecek kadar ekmek bırakarak geri kalanı verdi. Çünkü onlar Allah Rasûlü’ne nostalji olsun diye değil, dünyalarını ve Âhiret’lerini Cennet yapsın diye inanmışlardı. Adımlarını O’nun ayak izlerine koydular, oradan Cennet’e yürüdüler.
İnfak Sancağı
İnfak bayrağı sahâbeden tâbiûna intikal etti. Onlardan da haleflerine geçti. Fakat hiçbir zaman infak sancağı bu Ümmet’in semasından düşmedi. Bir gün Ahmed b. Hanbel’e (rahimehullah) bir dilenci geldi; iftar için hazırladığı iki somunu ona verdi. Sonra da sofrayı kaldırdı. Bir şey yemeden oruçlu olarak sabahladı.18 Rabbanî âlimler Allah Rasûlü’nün ﷺ zühd yolundan hiç ayrılmadı. Sadece kendilerine yeteceği durumlarda bile ekmeklerini gurabâ ile paylaştı, bazen de îsâr yapıp kendileri aç kaldı, ekmeği onlara verdi.
Müslüman, Selef-i Sâlihîn’den emanet olan orucu günahlardan korudu; teravîh, tilâvet ve infak gibi sâlih amellerle de onu takviye etti. Bu yüzden Ramazan hem namaz, hem tilavet, hem infak ayıdır.
Varlıkta Yokluk Yaşamak
Rabbânî âlimler infak edecek bir şey bulamayınca Bişru’l-Hâfi gibi nimetten istifade etmeyi terkederek bir anlamda varlıkta yokluk yaşayarak fukarânın halini teneffüs ettiler. Bir kış günü Bişru’l-Hâfi’nin yanına gelen bir zat, paltosu askılıkta asılı olduğu halde soğuktan titrediğini görür ve “Efendim abanız askıda, sizse soğuktan titriyorsunuz. Niçin abayı giymiyorsunuz?!” diye sorar. Bunun üzerine Bişru’l-Hâfi der ki: “Kardeşim! Çok fakir var. Benimse onlara elbiseler vererek yardım etme gücüm de yok. Onlar gibi ben de soğuğa katlanarak hallerine ortak olmaya çalışıyorum.”19
Büyük Müslümanlar, fukarâ bir nimetten mahrumken, onlar da o nimeti onlara ulaştıramıyorsa, nimetten istifadeden imtina ettiler. Bişru’l-Hâfi soğuktan titredi, lakin abasını giymedi. Kıyamete hazırlık yaptı. Yarın Allah Azze ve Celle, “Ey Bişr Hafi! Ne yaptın üşüyenler için?” diye sorunca, o da, “Ya Rabbi! Onları giydirme imkanım yoktu. Sadece hâlleriyle hemhâl olabildim.” diyecek. Sorumluluk makamında olanlar varlıkta yokluk çekmeli ki, fukarânın ahvalinden anlayabilsin, onların derdine çare olabilsin.
Ört Beni Anne!
Bir tarafta çadır kentlerde soğuktan titreyen muhacir çocukları ve diğer tarafta sitelerde sıcaktan terleyen Müslümanlar… Verecek kıyafet bulamayınca abasını çıkartıp titreyen Bişru’l-Hâfi ile bizim aramızda ne kadar da derin fark var. Soğuk kış gecelerinde annesine “Beni ört!” diyen çocukları duymayan kulakların sahibinde oruç zayi olmuş bir emanettir.
Allah Rasûlü de ﷺ vahye ilk defa muhatap olup eve döndüğünde, Hz. Hatice’ye “زَمِّلُونِي زَمِّلُونِي/Örtün beni, örtün beni!”20 demişti. Yalnız başına Peygamber’i örten büyük İslâm Kadını, bu hâliyle yarına dair bir taahhüt de veriyor ve diyordu ki: “Ben varken üşümeyeceksin yâ Rasûlallah!”.
Mazlum coğrafyanın yetim çocukları, Müslümanların gözünün içine bakarak, “Kış gecelerinde üşüyoruz. Müminlerden, bizi Hz. Hatice gibi saracak kimseler kalmadı mı dünyada?” diyorlar.
Sen ne büyüksün yâ Rasûlallah! Hz. Ebû Bekir’i de, Ahmed b. Hanbel’i de, Bişru’l-Hâfi’yi de sen yetiştirdin. Onlar nostalji olsun diye oruç tutmadı. Onlar nostalji olsun diye “Lâ İlâhe İllallah Muhammed Rasûlüllah” demedi. Onlar birileri görsün diye de oruç tutmadı. Onlar bütün varlıklarıyla sana ittiba ettiler. Yemediler, yedirdiler. Giymediler, giydirdiler. Eğer giydirecek bir şeyler bulamadılarsa fukarayı anlamak için kış kıyafetlerini üzerlerine almadan soğuk odada beklediler. Ekmeği ağızlarına koyarken, ’’Göremediğimiz, duyamadığımız, bilemediğimiz yerlerde aç kalan yetimlerin hesabını bize sırat köprüsünde sorma yâ Rabbi!’’ diye iftar sofralarında gözyaşı döktüler.
Dünya’yı Kilise’nin çocukları soydu, çaldı, öldürdü, aç bıraktı. Bugün onların cinayetlerine karşı yüreklerde sessiz bir infial var. O infiali gölgeleyebilmek için küresel güçler İslâm dünyasında savaş oyunları oynamakta. Eğer biz Müminler Allah Rasûlü’nün ﷺ getirdiği Kitab’a Ashâb-ı Kirâm gibi ittiba edersek, kilisenin soyduğu ve aç bıraktığı insanları yeniden giydirip yeniden doyurma iradesine de, iktidarına da sahip olacağız.
Bütün mesele Allah’tan bir emanet olan oruca ne kadar sahip çıktığımızda. Kur’ân-ı Kerîm okurken uykumuz kaçıyorsa iyi haldeyiz…
——-
1 İbn Receb el-Hanbelî, Ebu’l-Ferec Abdurrahman, Letâifu’l-Meârif, Dâr-u İbn Kesîr, Beyrût, 2009; (اَلصَّوْمُ أَمَانَةٌ ، فَلْيَحْفَظْ أَحَدُكُمْ أَمَانَتَهُ).
2 Mâide, 5/42 (سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ أَكَّالُونَ لِلسُّحْتِ).
3 Bakara, 2/285; Mâide, 5/7; Nûr, 24/51.
4 Müslim, İmâret, 22, H. No: 1866: (وَلَا وَاللَّهِ، مَا مَسَّتْ يَدُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَدَ امْرَأَةٍ قَطُّ)
5 Buhârî, Bed’u’l-Vahy, 6.
6 Buhârî, Leyletü’l-Kadr, 5, H. No: 2024; Müslim, İtikâf, 3, H. No: 1174.
7 Allah Rasûlü’nün ﷺ geceleri ihyası için bkz. Aliyyu’l-Kârî, a.g.e., IV, 516.
8 Buhârî, Savm, 6, H. No: 1901; Kısmî tasarrufla tercüme edilen hadîs-i şerîfin şerhi için bkz. Aliyyu’l-Kârî, a.g.e., IV, 388.
9 Müzzemmil, 73/6.
10 İbn Receb el-Hanbelî, a.g.e., s.87.
11 Nisâ, 4/75.
12 Nisâ, 4/75.
13 Bakara, 2/279. (فَأْذَنُواْ بِحَرْبٍ مِنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ)
14 Nûr, 24/31. (وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ)
15 Bakara, 2/265.
16 Buhârî, Cenâiz, 28, H. No: 1277 .
17 Buhârî, Rikâk, 17, H. No: 6454: (مَا شَبِعَ آلُ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُنْذُ قَدِمَ المَدِينَةَ، مِنْ طَعَامِ بُرٍّ ثَلاَثَ لَيَالٍ تِبَاعًا، حَتَّى قُبِضَ)
18 İbn Receb el-Hanbelî, a.g.e., s.314.
19 Bkz. Aliyyu’l-Kârî, a.g.e., IV, s.385, (يَا أَخِي اَلْفُقَرَاءُ كَثِيرٌ وَلَيْسَ لِي طَاقَةُ مُوَاسَاتِهِمْ بِالثِّيَابِ فَاُوَاسِيهِمْ بِتَحَمُّلِ الْبَرْدِ كَمَا يَتَحَمَّلُونَ).
20 Buhârî, Bed’u’l-Vahy, 1.