Yaratan ve yöneten Allah Azze ve Celle’nin kudretine nisbetle insanı “oldurmakla”, “öldürmek” arasında fark yoktur. Kur’an-ı Kerîm’e muhatap kadrolar “tamam” olunca, sebepleri var edip o kadroların eliyle beşere ait sistemleri ortadan kaldırmak Onun kudreti dairesindedir.
Öfkesiz Bir İnkılaptan İnkilap Doğar
Kırılır da bir gün bütün dişliler,
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim.
Gökten bir el yaşlı gözleri siler,
Şenlenir evimiz barkımız bizim.
İslam’ın karşısında duran bütün sistemler dün nasıl çöktüyse yarın Kapitalizma da öyle çökecek. Küresel sistemin Müslümanları öğüten dişlileri parçalanacak ve yeniden İslam’ın çarkı dönecek. Bu muhâl ya da hayal değil, beşere ait sistemlerin ilanihaye var olacaklarına inanmak hayaldir. Bunun için önce küfre “öfke” duymalı, vakti gelince de Hz. İbrahim gibi baltayı dişlilere vuracak iradeyi göstermeli.
Silahı olmayandan asker, “öfkesi” olmayandan “inkılapçı” olmaz. Mikroba öfke duymayan bir tabip, yaraya neşter vuramaz. Bu yüzden İslam’ın hakimiyet davasına gönül veren müminler çocuklarına önce kendilerini öğüten dişlileri anlatacak ki vakit tamam olduğunda dişlilerin muhibbi ya da muhafızı değil, Allah Nizamı’nın müessisi olsunlar.
Kul kesbeder, Allah Azze ve Celle “halk” eder; Kul tohumu eker, Allah onda hayatı var eder. Allah Azze ve Celle’nin peygamberlerine yardım etmesi, her daraldıklarında onlara imdat etmesi ya da adım atmadan zafer vermesi demek değil, Hak-Batıl mücadelesinin nihayetinde davalarını zafere ulaştırması ya da ekilen tohumlarına hayat vermesidir. Bedir’e gitmeden “zafer”, Mekke için yola çıkmadan “fetih” olmaz.
Bedel
Firavun’un tesis ettiği dişlileri kırıp, yerine Allah nizamını hakim kılmak bir bedel ister. Peygamberler o bedeli öderken gözlerini kırpmadı; Sahabe, ulema, ümera, suleha bu yolda acı çekti lakin geri adım atmadı, yürekler şu ayetle teselli oldu, “Eğer siz acı duyuyorsanız, muhakkak ki onlar da sizin acı duyduğunuz gibi acı duyuyorlar. Lakin siz Allah’tan onların ümit edemeyecekleri şeyleri(Cenneti) umuyorsunuz.”[1]
Korkulması gereken husus, küfrün dişlilerinin muhkem olması değil, Kur’an-ı Kerim’in tayin ettiği şu esasa riayet edip-edilmediğidir; “Ey İslam’dan başka bir nizam kabul etmeyenler! Allah’ı ve Rasulü’nü tasdik eder, İslam’ın hakimiyeti için bütün gücünüzü sarfederseniz, Allah size zafer ihsan eder, küffara karşı size dayanma azmi verir; küfrün sayısı ne kadar çok, sizinki ne kadar az olursa olsun ayaklarınızı sabit kılar.” [2]
Tarih boyu küfrün dişlilerini parçalama azmi içerisinde olan muzdaripler büyük mazhariyetlere nâil olmuştur. Bu yol mucizeler yoludur. Yüreğiyle İbrahim olanların çevresinde ateş “selamet” olur, Musaların elinde “asa” deniz yarar.
Gökten Bir El İnecek ve Evler Şenlenecek
Beşerin takatinin bittiği yerde devreye giren ve eşyanın kanunlarını değiştiren bir “kudret eli” vardır. “Belki Musa odur.” diye bütün çocukların boğazlandığı bir zamanda bir anneye, çocuğunu sandukanın içerisine koymayı ve nehre bırakmayı emreder. Kendisinden dolayı erkek çocukların boğazlandığı bir ülkede Hz. Musa’yı, ölüm emrinin verildiği sarayda korur. Müminler daraldığında, “Gökten bir el” iner, yüreklere sekînet verir, “yaşlı gözleri siler.”.
Müslümanlar şarktan garpa kadar aynı ele tutan bir el olabilir ya da bütün başlar Şeriat’a bağlı bir başa bağlanırsa, “Allah’ın kudret eli onların elleri üzerindedir.”[3] ayet-i kerimesi umumi manada yeniden tecelli edecektir. Huneyn, hezimetten zafere o kudretin tasarrufuyla dönüşmüş, Hudeybiye’den Hayber’e giden bin dört yüz sahabinin yürüyüşüne “fethi” o armağan etmiştir. Eğer biz de Kur’an-ı Hakim’in talimatlarına inanır ve mucibince amel edersek cehdimize, gayretimize kudret eli değecek ve hezimet “zafer”e, tefrika “vahdet”e dönecektir. İşte o zaman Doğu Türkistan’da, Arakan’da, Mısır’da, Filistin’de evlerimiz yeniden şenlenecektir.
Küfür Gece, İslam Gündüzdür
Yokuşlar kaybolur, çıkarız düze,
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze,
Sapan taşlarının yanında füze,
Başka âlemlerle farkımız bizim.
Küfür yokuş, İslam düz; küfür gece, İslam gündüzdür. Yokuşun kaderi iniş, küfrün ki, izmihlaldir.
Her peygamber aynı şeyi söyler, hepsi İslam’a davet eder. Fakat küfrün çöken hiçbir ideolojisi seleflerinin ilkeleriyle ortaya çıkmaz. İslam’da vahdet, ideolojilerde tefrika asıldır. Nitekim Komunizma ile Kapitalizmana’nın tek müşterekliği İslam’a hasım olmalarıdır.
Allah Rasulü ﷺ “gündüz”, Cahiliyye “geceydi”. Bu yüzden Cahiliyye’nin Mekke’sine girince onlarca yıldır Kabe-i Muazzama’nın etrafında duran putlar yıkıldı. Hak geldi batıl zail oldu. İslam yüreklere değdi, Allah Rasulü ﷺ ilahlara(!) asa ile sadece dokundu, Mekke-i Mükerreme’de bütün putlar enkaz oldu.
Işık Yoksa Göz, Nur Yoksa Kalp Göremez
“Küfür gece, İslam gündüzdür.” Çünkü, “Allah göklerin ve yerin nurudur.”[4] Kur’an-ı Kerîm’in yaşandığı asırlarda o nur fikirde, sanatta, siyasette, ictimaiyatta, iktisatta tecelli etmiş, insanlar O nurla bakmış, o nurla görmüş, yalandan, tuğyandan, inkardan şirkten o nurun bereketiyle uzak durmuştur. Işığın olmadığı gecelerde göz, eşyayı; nurun olmadığı dünyada da kalp hakikati göremez.
Madem insanlar o nur tecelli edince eşyayı gerçek suretiyle görecek ve o nur zahir olunca gündüz geceye, yokuşlar düze erecek, ne, niçin ve nasıl olmalı ki yüreklerimiz yeniden o nura muhatap olsun?
Nasıl Bir Seferberlik?
Ümmet bir asırdır madde planında mağlub, mana planında paramparça. Savaş bizim topraklarımızda, acı bizde, kan bizde, bütün şekliyle ızdırap bizim şehirlerimizde, bizim evlere şehadet haberleri geliyor, bizim annelerimiz ağlıyor. Küffarda ise madde planında istediğini çoğu defa istediği gibi yapabilecek bir güce malik. Bu izmihlali zafere çevirmek için sadece mana planında mı yoksa madde planında mı ya da her iki cephede mi seferberlik ilan etmeli? Birinden diğerine pay vermeden her ikisinde de toparlanmalı ve ayağa kalkmalıyız. Lakin Allah Azze ve Celle hükmedince “Sapan taşlarının yanında füze.” ile bir muharebenin taş atanlar lehine zafere döneceğini unutmamalı. Bu Ümmet’in sapan taşları ve bir de onları tutacak iradeleri, atacak elleri varsa Hz. Musa’nın elindeki bir asayla sihirbazları mağlub eden, Kızıldeniz’i yaran Allah Azze ve Celle taşlarla da füzeleri durdurmaya kadirdir.
Taş Atacak Bir Yürek
Maddeye mananın gücü tecelli edince sapan taşları füzelere galip olur. Bu yüzden 1948 ve 1967 savaşlarında Dokuz Arap Devleti’ni hezimete uğratan İsrail’e krallar değil de ayakları bedenini taşımayan felçli Şeyh Ahmet Yasin meydan okur. İsrail ordusu, Onun yolundan giden Kassam Tugayları’nın karşısına cesaret hapı vermeden asker çıkaramaz. Ahmet Yasin hal diliyle bir milyar sekizyüz milyonluk Alem-i İslam’a bir çağrıda bulunmuş ve şöyle demişti, “Sapan taşını tutacak bir eliniz ve onu atacak bir yüreğiniz varsa Allah Azze ve Celle size de büyük fetihler ihsan edecek.”
Füzeye de onu yapacak ya da ona taş atacak yüreğe de muhtacız. Filistin’de çiğneneceğini bildiği halde taşıyla tankın önüne çıkan yedi yaşındaki çocuklar bize diyor ki, “Ben yaşadığım müddetçe Mescid-i Aksa’yı ve Hz. Muhammed’in ﷺ ayağının basmış olduğu bu muazzez toprakları Yahudi’ye bırakmayacağım.”. Ümmet de çocuktaki bu iradeyi gösterdiğinde gemiler karadan yürüyecek, sapan taşları ile füzeler vurulacaktır. Üstad’ın, “Başka alemlerle farkımız bizim.” dediği manada üstünlüktür.
İslam’ı Fas’tan, Pakistan’a kadar taşıyan sahabenin tersaneleri, uçak filoları, modern silahlarla mücehhez orduları yoktu. Sair dünya milletlerinden farkımız sahabeye ittibadan gelir. Yürüdüğümüz zaman denizler yarılır, ateşler soğuk ve selamet olur Allah’ın inayetiyle. Tarih, Allah’a inanan nice azların çoklara karşı kazandığı zaferlerle doludur. Yine azlar Rabbimin inayetiyle, çoklara galip gelecek, İslamın, imanın, hakikatin yolunu açacaktır.
Dine, Dile, Tarihe ve Ahlaka Hürriyet
Sapan taşları füzeleri vurduğunda gecelerden sonra gündüz gelecek ve mukaddesat adına tutsak olan her ne varsa özgür olacak,
Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman
Görürler, nasılmış, neymiş kahraman!
İslam’a hasım olanlar dilimize de operasyon yaptılar, dil üzerinde büyük bir cinayet işlediler. Onda, imana, İslam’a, Kur’an-ı Kerim’e, Sünnet-i Seniyye’ye taalluk eden ne kadar kelime varsa çıkardılar. Bu millet yeniden “Sonu gelmez gündüze” kavuşunca lisan muharref kelimelerden, tarih de masallardan ayıklanacak. Sultan Abdülhamid’in “Kızıl Sultan”, Sultan Vahidüddin’in “Vatan Haini” olmadığını her yaştan insan anlayacak.
Balığın Tırmandığı Kavak
Müslüman Gençlik tepetaklak olmuş ehramı ayakları üzerine oturtacak ve “yeni kurbağa dilini” sahiplerine iade edecektir. Bülbüle “buyur” deyip, balığı kavağa tırmandıracak türden masalları, “hakikat” olarak değil, bir tarihin nasıl tahrif edilebileceğinin misalleri olarak anlatacaktır;
Bülbüllere emir var: lisan öğren vakvaktan;
Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!
Osmanlı’yı durduranlar Fatih’i, Yavuz’u mektep kitaplarından çıkaranlar, milleti tatmin edebilmek için masal kahramanlarını “büyük adam” olarak ilan etti. Okul kitapları “haine” dost, dosta “hain” dedi;
İnanmıyorum, bana öğretilen tarihe!
Sebeb ne, mezardansa bu hayatı tercihe?
Üstad, büyük adamlar kadrosunun öncülerindendir. “Hakikatin ihyası uğruna ölürüm” lakin masallara “tarih” diye inanmam, dedi. Kalemi, kelamı ve aksiyonuyla da yüzbinlerin inanmasına mani oldu. Küfür yobazlarına karşı sözü kılıç, kalemi yumruk gibiydi. Küfrün ördüğü duvarları “ciğerinden kalemine kan çekerek” parçaladı. 1934’ten 1983’e kadar bedel ödedi. Son mahkumiyeti Sultan Vahiduddin’le alakalı eseri sebebiyleydi. Beraatini Rabbimizden almak üzere ayrıldı dünyadan.
On yaşındaki kız çocuklarını daha fazla reyting yapabilmek, daha çok reklam alabilmek ve daha fazla para kazanmak için soyup ekranlarda dans ettiren ve onlara seyirci kalan zihniyet, elbetteki Onu ve mücadelesini anlamaktan mahrumdur.
İslam Bereketi
Üstad, yokuşların kaybolacağına ve yeniden düze çıkacağımıza dair umudunu yitirip ye’se düşen müminlere şöyle der;
Yer ve gök su vermem dediği zaman,
Her tarlayı sular arkımız bizim.
İslam o kadar bereketli bir nizamdır ki, yer ve gök kuruduğunda da onun arkı dünyayı sulamak için kâfidir. Hilafeti 29 ay kadar devam eden Ömer bin Abdülaziz (r.aleyh) Emevi Devleti’nin başına geçince valilerine, “Daha fazla haraç almak için, Gayr-i Müslimler’in Müslüman olmalarının önüne konulan bütün manileri kaldırın, ‘Allah Azze ve Celle Efendimiz’i zekat memuru olarak değil, hidayet rehberi olarak göndermiştir.’” diye bir talimat gönderir. Maniler kalkar, binlerce insan müslüman olur. Bir yıl sonra “Devlet çöker.” diyen valilerden biri Mısır’dan Şam’a bir yazı gönderir ve der ki, “Afrika’da zekat verecek kimse bulamıyoruz. Zekât paralarını ne yapalım?”.
İslam’ın hakimiyeti, mahkumların hürriyetidir. Çünkü onun hakim olduğu çağlarda -bugün çocukların açlıktan öldüğü Afrika’da- zenginler zekat vermek için fakir bulamazdı.
Son Söz
Gideriz nur yolu izde gideriz,
Taş bağırda, sular dizde gideriz.
Bir gün akşam olur, bizde gideriz,
Kalır dudaklarda şarkımız bizim…
Dünya iki kapılı bir han gibidir bir taraftan gelir, diğer taraftan gideriz. Uğruna savaşılan dünya, iki kapı arası kadardır. Bir gün herkesin ayakları birbirine dolanacak ve handan ayrılacak. Ölüm meleğinin vazifesini yapmasına kimse mani olamaz. Bütün mesele giderken hangi halde olacağımızdır.
Gündüz olunca yolumuzu Kur’an-ı Kerim ve Allah Rasulu’nün ﷺ Sünnet’i aydınlatır. Nurdan izlerde gideriz. Sonra fetihler başlar. Yeniden Londra’ya, Paris’e, New York’a doğru gideriz.; “Taş bağırda sular dizde gideriz. Bir gün akşam olur bizde gideriz.”
Ölüm meleği geldiğinde insanlar geride ya isyana dair ya da itaate dair öyküler veya destanlar bırakır. Üstad tutsak İslam şehirlerine bakıp öfkelenen müslümanlara 1964’te demişti ki, “Sapan taşlarının yanında füze / Başka âlemlerle farkımız bizim.”
Cehd kuldan, fetih Allah Azze ve Celle’dendir.
Allah’ın selamı üzerinize olsun.
[1] Nisa, 104.
[2] Bkz. Muhammed, 7.
[3] Fetih, 10.
[4] Nûr, 35.