Büyük Yürüyüş
Allah Rasulü “kuruluş”, sahabe ise “yükseliş” dönemidir. Risaletin bereketi ve sahabe olmanın feyziyle onlarca yıl, yıllara sığdı. Hicaz ve çevresi insanlığın diriliş havzası oldu. İslam önü alınamayan bir hızla yayıldı, şehirler, ülkeler İslam Devleti’ne katıldı. O günleri tahayyül edin. Sürekli yeni fetihler var. Mısır, İran ve Bizans sadece olanları seyretmek ve yok oluşlarını biraz daha geciktirmekle meşgul. Ölecekler, bunu biliyorlar fakat ölüm biraz daha nasıl geç olur diye çabalıyorlar. İslam’ın intişarına engel olamıyorlar, durduramıyorlar Allah Rasulü’nün öğrencilerini. Bizans, Mısır ve İran sadece birer ruhsuz ceset… Sadece suretleri var. Her zaman olduğu gibi merkezde ise Yahudi var. Bozmaya memur millet… Yahudi, İslam’ın önünü kesebilmek için sürekli strateji geliştiriyor. Medine’nin, Hayber’in intikamını almak için fırsat kolluyor, hamle imkanı arıyor. İslam’ın yolunu kesecekler. يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ [1] Kalemleri, ağızları, silahları dahil neleri varsa onlarla saldırıyor, Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Fakat hüküm zahir, nur sönmeyecek. Ayaklarda çarık, sırtlarda yamalı cübbe, başlarda nurdesen sarıklarla sahabe ilerliyor. Şehirler düşüyor, yürekler İslam’la hürriyete eriyor. Küfür cephesinin her stratejisi akamete uğruyor. Kocaman devletler yükseliyor, sahabe ilerliyor. Hz. Ömer zamanında İran bütünüyle İslam’ın oluyor. Persler aynı kimlikle bir daha dönmemek üzere siyasete veda ediyor. Küfür cephesinde mağlubiyetten öte bir durum, bir hezimet var. Damarlarında uluhiyet kanı dolaşıyor dedikleri efsane komutanları Hürmüzan Medine’ye geliyor. Sarayda görüşeceğini zannettiği Hz. Ömer’le Mescid’de karşılaşıyor ve Onun, “benimle konuşmak istiyorsan çıkar tacını başından” şeklindeki emriyle sarsılıyor. İmparatorluklarını kaybediyorlar. Bu yüzden Farisilerde Hz. Ömer’e (r.a) karşı büyük bir kin oluşuyor. Ortamı yakından izleyen Yahudi Hz. Ömer’in şahadetinden sonra büyük bir gizlilikle her şehirde mayalanıyor.
Şia’nın Müessisi Olarak İbn Sebe
Bu süreçte İbn Sebe adında bir Yemen Yahudisi San’a’da ortaya çıkar. Bu zat, İbnu’s-Sevdâ diye de bilinir. Hz. Osman zamanında Müslüman olduğunu ilan eder. İslam şehirlerini dolaşır. Sırasıyla Hicaz, Basra, Küfe ve Şam’a gider. Şam’da tutunamaz. Bizzat halk tarafından şehir dışı edilir. Mısır’da Hz. Osman’a muhalifler olduğunu duyunca oraya gider. Müslümanlara, “Size hayret ediyorum. Hz. İsa’nın tekrar bu dünyaya döneceğini tasdik ediyor fakat, ‘Kur’an okumayı, tebliğ etmeyi ve içindekilerle amel etmeyi sana farz kılan Allah, muhakkak ki seni dönülecek bir yere ulaştıracaktır.’[2] ayetine rağmen Hz. Muhammed’in dünyaya geri döneceğini yalanlıyorsunuz.” der. Allah Rasulü’nün hicretten sonra Mekke’ye dönüşünü anlatan ayette ki “me’ad” kelimesinin manasını tahrif ederek ona “dünya” anlamı verir İbn Sebe.
İntikam Duygusunun Dinselleşmesi
Mısır’da “rec’at” fikrinin temellerini İbn Sebe atar. Her nebinin vasîsi var, Hz. Ali de, Hz. Muhammed’in vasisidir diyerek Şia’daki “vesayet” fikrini ilk o telaffuz eder ve Müslümanları vesayet hakkı gasp edilen Hz. Ali adına kıyam ediniz diye tahrik eder.[3] Bir şehirden diğerine valilerin hatalarını içeren mektuplar yazar, Müslümanları Hz. Osman’a karşı tahrik eder. Hz. Osman’ı katleden güruhla Medine’ye gider. Nerede bir rahatsızlık varsa orada İbn Sebe ve adamları en ön saftadır. İslam kisvesi altında İslam’la savaşır. Hz. Ali’yi de aynı şekilde tahrik edebileceğini düşünür ve bir defasında ona, “Ente ente/Sen ilahsın” der. Şia kaynaklarına göre Hz. Ali onu yaktırır, Ehl-i Sünnet’e göre sürer.[4]
Her ne kadar bazı Şiiler tarihte böyle biri yaşamadı dese de erken dönem Şia kaynakları da İbn Sebe’ye ve Hz. Ali ile görüşmesine yer verir. Şia’nın önemli rical ulemasından Keşşi رِجَالُ الْكَشِّي diye meşhur olan eserinde İbn Sebe’den bahseder. İşte Şia’ya velayet, vesayet ve rec’at fikrini sokan ve bu ameliyesiyle de onu “büyük bütün”den koparan bu adamdır. Allah Rasulü için “Hatemu’l-Enbiya/Nebilerin sonu”, Hz. Ali için ise “Hatemu’l-Evsiyâ/Vasilerin sonu” diyerek başladığı yolu Hz. Ali’nin ilahlığını iddia etmeye kadar taşır.
İslam Çağrısı Adı Altında Tefrika
İbn Sebe, Hz. Osman zamanında Müslüman olduğunu söyler ya da Müslüman olarak insanlar arasında dolaşır. İslam çağrısı adı altında tefrikaya, hak arama görünümlü mektuplarıyla da Hz. Osman’a karşı isyana çağırır. Fesat otağını Mısır’da kurar. Zehrini oradan kusar, mektupları oradan gönderir. Oradan yaptığı tahrik ve tahriflerle isyan birlikleri oluşturur. Hz. Osman’ın şehadetinin arka planında o vardır. Muharrik de odur, organizatör de o. Bu, suçu birisine havale ederek mevzuyu basitleştirmek değil; bilakis vakıayı olduğu gibi anlamaktır. İslam’a nelerin, nasıl ve kimler tarafından sokulduğunu anlamalıyız ki, onların İslam’a ait olmadığı ve onların olduğu yerde İslam’ın olmayacağını da idrak etmiş olalım. İbn Sebe, Hz. Osman’ın şehadetiyle ilk adımı atar ve yıkar, kendi ideolocyasına göre kurabilmek için Hz. Ali’ye yakın olmak ister. Fakat Allah Rasulü’nün bilge öğrencisi, bir gün huzurunda Hz. Ebubekir’i, Ömer’i eleştiren bu Yahudi için “öldürün bunu” buyurur, etrafındakiler seni bu kadar seven adamı neden öldürüyorsun deyip engel olurlar. Şehirden sürülür. İbn Sebe, Hz. Ali (r.a.) efendimiz üzerinden Hz. Ebubekir, Ömer düşmanlığı yapmaktan vazgeçmez. Yeni hamleler için, yeni fırsatlar gözetir. Çocuklarına Ebubekir, Ömer adını koyarak bu iki sahabiye olan muhabbetini izhar eden Hz. Ali üzerinden Hz. Ebubekir ve Ömer düşmanlığına devam eder. “Eğer Hz. Ali ‘nin bunlara bir düşmanlığı olsaydı, çocuklarına Ebubekir, Ömer ismini vermezdi.” derecesinde bir nazardan dahi mahrum olanları Ümmet’in bütününden kopararak sahabe düşmanı yapar.
Şia’nın İki Safhası
Şia’da iki safha var. Birinci safhada, İslam’a sadakat, Hz. Ali’ye muhabbet var. Daha çok siyasi bir tercih Şia bu dönemde. Fakat Hz. Ali’nin yanında yer alanlar, onu ne kadar seviyorsa Hz. Ebu Bekir ve Ömer’i de en az o kadar seviyorlar.
Hz. Ali’den sonra İbn Sebe’yle Şia’nın ikinci safhası başlar. Bu ikinci safha/yol sahabeye, Kur’an’ı Hakim’e ta’n yoludur. İbn Sebe, hurafe ve kinle İslam’ın ana bünyesinden kopardığı yığınlara “cemaat” yerine “tefrikayı”, muhabbet yerine “nefreti” aşılar. Hz. Ali taraftarlığı üzerinden Hz. Muhammed ve sahabe düşmanlığı yapar.
İbn Sebe ve İran
İslam’ı tahrif ve tahribe ayarlı fikirleri Mısır’da mayalayan İbni Sebe’nin İran’la irtibatı nasıl ve niçindir? Malum… Farisilerde nâmütenahi bir Hz. Ömer düşmanlığı var… Müslümanlar Hz. Ömer’i ne kadar seviyorsa, onlar da o kadar ondan nefret ediyor. Hiçbir Türk ya da Kürd ataları sahabeyle savaşıp, kaybetti diye sahabeye hasım olamaz. Bilakis atalarının hidayetine vesile oldular diye onlara dua eder. Çünkü, ilerleyen yaşlarına rağmen insanlığın selameti için Medine’den yola çıkan, durdurulan, savaşmak zorunda kaldığından dolayı savaşan sahabeye kim düşmanlık ederse onun iman problemi vardır.
Neden En Büyük Hasım Hz. Ömer?!
Hz. Osman zamanında da fetihler devam eder. Fakat Farisilerin en büyük hasmı Hz. Ömer… Bu yüzden Hz. Ömer suikastını iki Farisi tertip eder; Ebu Lü’lüe ve Hürmüzan.
Yemen Yahudisi İbni Sebe, İran’daki öfke ateşini Hz. Ömer özelinde bütün sahabeye karşı harlatır. Gayesi ise İslam’ın içinde bir İslam uydurarak İslam’ı bölmek, Müslümanları birbirleriyle mücadele eder hale getirip, dış dünyayı rahatlatmak, fetihleri durdurmak. Dün vazifesini Bihakkın ifa eden Iran bu gün de, aynı işlevi yerine getiriyor. Onun Suriye, Yemen ve Irak’taki katliamlarıyla alakadar olan ümmet, elini savaştan çekip İslam’ı tebliğ edemiyor.
Büyük Kafire, Büyük Müslüman Demek
Farisiler, Hz. Ali muhabbetini kullanıyor fakat gerçek gündemleri Hz. Ömer düşmanlığı… Neden Ömer düşmanlığı? Çünkü Hz. Ömer (r.a) onların siyasi hayatlarına son verdi, devletlerini ortadan kaldırdı. Mağlubiyetin intikamını alma mücadelesini Hz. Ali muhabbeti ile örterek hem Müslüman gözüküyor hem de İslam devletinin nimetlerinden istifade ediyorlardı. Nihai hedefleri ise Pers Imparatorluğunu yeniden kurmak. Bunun için en büyük İslam düşmanlarına, en büyük Müslümanlardan biri demekten çekinmezler. Nitekim bir Ayetullah شَهَادَةُ الْاَثَرِ عَلَى إيمَانِ قَاتِلِ عُمَرَ başlıklı bir risale kaleme alır. Risalenin mevzusu ise Hz. Ömer’i şehid eden büyük kafir Ebu Lu’lue’nin nasıl büyük bir Müslüman olduğunu isbat etmek(!). Bir Müslüman, Allah Rasulü’nün, “Eğer benden sonra Peygamber olsaydı, o da Hattaboğlu olurdu.”[5] dediği Hz. Ömer’i şehid eden kafirin velayetinden, kerametinden bahsedebilir mi? Hz. Ömer’i şehid etti diye Ebu Lü’lüe’ye manevi makamlar verme yarışına girebilir mi? Ayetullah malum eserinde Ebu Lülüe’nin Hz. Ömer suikastiyle ne kadar önemli bir iş yaptığını uzun uzun anlatır. Farisiler, o güne يَوْمُ الْعِيدِ يَوْمُ السُّرُورِ bayram günü, surur günü diyorlar. Hz. Ömer’in şehadet günü, bunlara göre bayram günüdür. Müslümanların hüzün günü, onların gurur günüdür. Bu gün de öyle değil mi? Müslümanlar Esed’in düşmesi, İran ise kalması için uğraşıyor.
Şia kaynaklarında hurafe, hakikatten daha fazladır. Ebu Lü’lüe kitabı da onlardan biridir. Ayetullah, Meleklerin Ebu Lü’lüe’yi İran’a kaçırdığını, orada öldüğünü daha sonra orada ona kabir yapıldığını, deprem olunca her şeyin yıkıldığını fakat sadece onun kabrinin ayakta kaldığını söyler. Şia’nın masalları bitmez.
İbn Sebe ve adamları Farisileri İslam’ı bölüp-parçalama davasının erleri olarak kullanır. Onlar üzerinden hedefine ulaşır. Onlarla ümmeti parçalar.
Farisilerin tamamı aynı bağlamda değildir şüphesiz. Bir kısmı hakikaten müslüman olur. Fakat bir kısmı da, “nasıl olur da sahabe ayağında ki çarıkla ve yamalı cübbesiyle gelir bizim devletimize son verir.” diye düşmanlığa devam eder. Düşmanlık var fakat güçleri olmadığından uzun yıllar hesaplaşamazlar İslam’la. Bu yüzden İbn Sebe’nin fikirleri üzerinden ümmeti bölerek, intikam almaya çalışırlar.
Samerra’da Kaybolan Bir İmam
Şia’da ki “Rec’at”a göre ise on ikinci imam tekrar dönecek ve Şia Hz. Ali’nin hakkını gasp eden(!) Hz. Ebubekir’den, Ömer’den, Osman’dan (r.a.), ashab-ı kiram efendilerimizden, ulemadan intikam alacak. Bu gün İran’ın her müslümanı “Yezid” gibi görüp, saldırmasının arka planında bu intikam duygusu vardır. Onlara göre on ikinci imam Samerra şehrinde kayboldu. Bu yüzden kaybolduğuna inandıkları yerde hala bir eşek bekletiyorlar, kaybolduğu dehlizden çıkacak, eşeğe binecek, gelecek ve bütün bunları kurtaracak.[6] Peki Rec’at’la ne olacak? Bu esnada Hz. Ebubekir, Ömer, Osman (r.anhum) başta olmak üzere sahabede dirilecek ve bunların on ikinci imamı sahabeyi yargılayacak, idam edecek böylece yeryüzüne adalet gelecek. Adaletiyle temayüz eden Hz. Ömer’i yargılayarak adaleti getirecekler ve sonra kıyamet kopacak. İşte Şia, kendi adamlarını inandırabilmek, tabanlarını dağıtmamak için bu masallara sığınıyor. On iki imama öyle güç veriyorlar ki! Onlara göre bunlar gaybı bilir. Yeryüzündeki bütün tasarruflar bunların eliyle olur. Allah Teala bunlara sormadan, bunların canını almaz. Onlar da ne zaman isterlerse o zaman canlarını verirler. Ne var ki bu kadar yetki verdikleri imamlarını asırlardır bekliyorlar, gelmesi için kaybolduğu yere eşeği de bağladılar. Fakat on ikinci imam çıkıp da gelmiyor.
Neden imamlarına bu derece olağanüstü güç veriyorlar? Avam, madem bunlar bu kadar muktedirdir, neden Şia’yı dünyaya hakim kılmıyorlar? diye sorunca, “Onun vakti var. Rec’at olacak, dönecek, gelecek ve bizi buradan kurtaracaklar” diyorlar.
ŞİA’NIN KUR’AN’LA HESAPLAŞMASI
Yemen Yahudisi İbn Sebe’nin kurduğu Şia, Kur’an tasavvuru dahil daha pek çok mevzuda Ümmet’ten farklı düşünür. Kur’an-ı Kerime ta’n eder. Nitekim Şiiler, her dönemde Kur’an-ı Hakim’in tahrif edildiği iddiasıyla kitaplar yazmıştır. فَصْلُ الْخِطَابِ فِي إثْبَاتِ تَحْرِيفِ كِتَابِ رَبِّ الْأَرْبَابِ [7] Adlı kitabın müellifi Ayetullah Mirza Hüseyin Nurî et-Tabersî (v.1320) de açıkça Kur’an-ı Kerim’in tahrif edildiğini iddia etmiştir. Bu kitapta, her yıl Muharrem ayında Hz. Hüseyin’in şahadetinin arkasına sığınarak, Hz Ömer’in emrindeki İslam ordularının yıktığı Sasani Devleti’ne ağıt yakanların iftiralarını görürsünüz. Kur’an’a suikast yapıp, İslam’ı durdurup Rüstem’in ordularının yolunu açmak için uydurulan iftiralar… On iki asırdır bu iftiralar “Kur’an-ı biz indirdik ve biz koruyacağız”[8] ayetine çarpıp yok oluyor.
İran Lobisi ve Yeni Şia İddiaları
İran lobisi, amel defteri Kur’an’a iftiralarla dolu olan Şia’nın yolunu açabilmek için Eski Şia (Hz. Ali’den sonra), yeni Şia diye ayrıma gidiyor, eskisi problemliydi fakat Yeni Şia’da ittihad-ı İslam’ı amaçlıyor, bu yüzden onunla anlaşılabilir diyorlar.
İran’la Kesilen İslam Rüzgarı
Yeni Şia dedikleri Humeyni’nin Şia’sıdır. Humeynî üzerinden Şia’nın yolunu açmaya çalışıyorlar. Bu defa Humeynî üzerinden hedeflerine ulaşacaklar.
İhvan-ı Müslimîn ve Türkiye’de Milli Görüş Sünnet ve Cemaat akidesi çerçevesinde büyük mesafeler katedip, devletleşme aşamasına yaklaşınca küresel güçler Humeynî’ye “İran İslam Devleti”ni kurdurarak İhvan’ın ve Türkiye Müslümanlarının rüzgarını kesti. Kabiliyetli Müslüman gençler ABD ile 35 yıldır birbirine uluyan fakat tek kurşun atmayan İran’ın “İslam Devleti” terkibine aldanıp, safına geçti. Batı’nın en büyük müttefiki, bir anda Batı ile hesaplaşan kahraman konumuna getirildi. Müslüman gençlerin “Zaferler Müjdecisi Aziz İslam Önderi”, “İslam’ın Büyük Mücahidi”, “Mustazaf halklara İslam’ın devrimci yolunu gösteren Büyük Önder” diye yad ettikleri Humeynî de Tabersî ve selefleri gibi Kur’an’ın eksik olduğunu, mevcut Kur’an’dan üç kat daha büyük bir Fatıma mushafının olduğunu iddia etmiştir.
Sahabeye Saldıran Bir Devrimci: Humeynî
Humeyni Keşful Esrar adlı kitabında sahabeye iftira eder, وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا الْقُرْاَنَ ذَرِيعَةً لِتَحْقِيقِ نَوَايَاهُمْ اَلْفَاسِدَةِ [9] bu sahabe dediğiniz adamlar Kur’an’ı fasid niyetlerini gerçekleştirmek için vesile yaptılar, der. Ona göre Hz. Ebubekir ve Ömer başta olmak üzere ashab (r.a.) dünyalıklar elde edebilmek için Kur’an-ı Kerim’i istismar etmiştir.
اِخْرَاجُ تِلْكَ الْاَيَاتِ مِنْ كِتَابِ اللهِ تَعَالَى اَلَّتِي كَانَتْ تَدُلُّ عَلَى خِلَافَةِ عَلِيٍّ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ قَدْ سَهُلَ عَلَيْهِمْ Sahabe için Hz. Ali’nin hilafetine delalet eden ayeti kerimeleri çok kolay bir şekilde, hiç zorlanmadan, Allah’ın kitabından çıkardılar, der. Bunu diyen kim? Humeynî… Hz. Ebu Bekir ve Ömer’in dünyalıkları için Allah Rasulü’ne ihanet ettikleri, ihanetlerinin bekası için de Kur’an’dan ayet çıkardıklarını iddia eden bu adam “İslam Ümmeti’nin Yiğit Önderi” kabul edilmiştir. Başsız adamların olduğu yerde ayaklar baş olur.
Yeni Şia’nın ümmeti merkeze aldığı, Müslümanlar adına küresel güçlerle hesaplaştığı iddia ediliyor. Ne var ki Büyük Mücahid (!) Humeynî’nin Rafizi çocukları ABD ile sözlü savaşla iktifa ederken, Suriye, Irak ve Yemen’de Müslümanlara ölüm kusuyor. Tahran’da Sünnet ve Cemaat akidesine mensup müslümanlara cami açma izni vermezken Türkiye’de لَا شِيعيَّة وَلَا سُنِّيَّة وَحْدَة وَحْدَة اِسْلَامِيَّة Ne Şiiyiz, ne Sünniyiz sadece müslümanız, diyerek müslüman gençliği yanına çekiyor. Müslüman gençlerin profil resmi yaptıkları, kamplara posterini astıkları adam bu Humeynî’dir. Babasının adını Ömer, Ebu Bekir verdiği İslam gençleri ne olduğunu ve ne dediğini bilmeden sahabeyi kendi dünyalıklarına ulaşabilmek için Kur’an-ı Kerim’den Hz. Ali’nin hilafetine delalet eden Ayeti kerimeleri çıkaranlar olarak itham ettiği bu şahsı nasıl yüceltir? Allah Teala buyurmuyor mu: إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ [10] Kur’anı kerimi biz indirdik onu biz koruyacağız, لَا يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِهِ تَنزِيلٌ مِّنْ حَكِيمٍ حَمِيدٍ [11] Kur’anı hakime hiçbir yerden batıl gelemez. Hiçbir surette Allah’ın kitabına batıl ulaşamaz. Onu tahrif edemez. Fakat Humeyni Keşful Esrâr’da öyle şeyler söylüyor ki bunlar asla bir müslümana ait olamaz. إنَّ تُهْمَةَ التَّحْرِيفِ الَّتِي يُوَجِّهُونَهَا اِلَى الْيَهُودِ وَالنَّصَارَى اِنَّمَا هِيَ ثَابِتَةٌ عَلَيْهِمْ [12] Humeynî bu ibaresiyle de açıkça sahabenin Yahudi ve Hristiyanlara yönelttiği Tevrat ve İncil’i tahrif etme ameliyesinin kendileri için bizzat sabit olduğunu söyler. Yani Yahudiler Tevrat’ı, Hristiyanlar İncil’i tahrif ettiler. Bunlar da Kur’an-ı bozdular, bu onlar tarafından bir suikastır, diyor.
Yeni Şia Eskisinden Farklı mı?
Küfür cephesi, Kur’an-ı Kerîm’in en büyük iki muhafızı olan Hz. Ebû Bekir ve Hz Ömer’e Kur’an-ı Kerim‘e ihanet etme iftirasında bulunan naylon devrimci Humeynî’yi Alem-i İslam’a “Büyük Mücahid” diye pazarladı. Kur’an ve Sünnet’le girdikleri her muharebeden nihai manada mağlub ayrılan Haçlılar, Humeynî’nin ağzından Kur’an’ın tahrif edildiğini söyleyerek Müslüman gençliği hakikatinden kopardı ve bunu başardılar. Evet bu zat Hz. Ebu bekir, Ömer, Osman başta olmak üzere Kur’an-ı canlarıyla koruyan Allah Rasulü’nün ashabına bu iftiraları Keşful Esrâr adlı kitabında dile getiriyor. Şimdi söyleyiniz! Eski Şia ile yeni Şia arasında bir fark var mı? Tek bir fark var. O da yeni Şia takiyyeyi daha iyi beceriyor, medyayı daha iyi kullanıyor. Daha iyi aldatabiliyor. Daha stretejik hamleler yapabiliyor. Irak’ta, Suriye’de yani güçlü olduğu bölgelerde Sünnet ve Cemaat Akidesi’ne mensub müslümanları öldürüyor ya da susturuyor; Türkiye gibi zayıf olduğu yerlerde ise ümmetçi görünüyor.
Dâru’t-Takrîb ve Mealcilik
Takî el-Kummî adındaki bir Şii 1945’te Mısır’da دَارُ تَقْرِيبِ الْمَذَاهِبِ Daru’t-takrib’i kurarak mezhepleri birbirine yaklaştıracak, Ehl-i Kıbleyi tevhid edecekti. Nedense, “Dâru’t-Takrîb Beyne’l-Mezâhibi’l-İslamîyye”[13] adındaki bu müessese sadece Ehl-i Sünnet akidesine bağlı Müslümanların olduğu yerlerde faaliyet gösterdi. Ehl-i Sünnet’e mensub bazı alimler de bu müessede görev aldı. Daru’t-Takrîb Mısır’da çalıştı. Türkiye’de faaliyet gösterdi. Belki burada kurumsal manada çalışmadı fakat hamlelerini burada da yaptı. Mealcilik bu müessesinin bir faaliyetidir. Kur’an Müslümanlığı adı altında Sünnet ve Mezheplerden koparılan Müslümanlar önce ortada bırakılacak, ikinci aşamada ise Şia kaynaklarıyla ayetler tefsir edilerek, Müslümanlar Şia’ya çekilecekti. Bu müessesenin gönüllü mensupları Ümmet’e “Hadisi, fıkhı devreden çıkaracaksınız, doğrudan Kur’an-ı Kerime gideceksiniz.” çağrısında bulundu. Türkiye’deki İran severler bu çerçevedeki ameliyeler neticesinde İran’a dost, Ehl-i Sünnet akidesine hasım yapılmıştır.
Neden Mısır?!
Madem bunlar İttihad-ı İslam noktasında samimi ve mezhepleri de ittihada engel görüyorlar, peki neden bu دَارُ تَقْرِيبِ الْمَذَاهِبِ / Dâru Takrîbi’l-Mezâhib, Şiilerin yoğun olduğu Tahran’da Kum’da Nevef‘de faaliyet göstermez! Neden İran’ın şehirlerinde, Şiileri mezheplerini bırakıp Ümmet’le Kur’an’da buluşmaya çağırmaz. Niçin, “Kürsiyyü’l-İslam” olan Mısır’ı üs edinir. Ey İttihad-ı İslam terkibini dillerinden düşürmeyen Farisiler! Neden Türkiye’de bu faaliyetleri yapıyorsunuz da, İran’daki Şiilere, Ehli Sünnet’le kardeş olmaları gerektiğini, onlara ümmet olduğumuzu anlatmıyorsunuz?
Ehl-i Sünnet’in Hasımları Aynı Safta
İşte bunun için Emperyalizmin himayesindeki bugünkü Şia, dünkü Şia’dan daha tehlikeli ve daha karmaşıktır. Kur’an-ı Kerîm’in tahrif olduğunu mevzu edinen Faslu’l-Hitab’ı bir Şii geçen asırda yazmıştı. Kitab Kur’anı Kerim’in tahrif olduğunu, bazı sure ve ayetlerin ondan çıkarıldığını iddia ediyor. Ne varki müellifi Tabersî’ye, ne onun çağdaşı “Büyük(!) Kur’an Müslümanı İranlı Cemaleddin Efganî”, ne de talebesi Muhammed Abduh cevap verdi. Vermediler, vermezler de… Çünkü her ikisi de Ehl-i Sünnet’e hasım olmaları cihetiyle aynı safta duruyorlar.
İki Mushaf İddiası
Şia, Kur’an da سُورَةُ الْوَلَايَةِ Velayet Suresi olduğunu ve bu surede şöyle bir ayet bulunduğunu iddia ediyor; يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا آمِنُوا بِالنَّبِيِّ وَالْوِلِيِّ ”Ey iman edenler hem Nebiye, hem de Veliye iman ediniz”. Bu ayet de Kur’an’dan çıkarıldı diyorlar. Bir başka Şii de Kur’an-ı Kerim’in tahrifi ile alakalı yazmış olduğu eserinde diyor ki: “İki tane Kur’an vardır”. Bir tanesi عَامٌ مَعْلُومٌ Herkesçe ma’ruf ve malum olan bildiğimiz Kur’an. Diğeri de خَاصٌّ مَكْتُومٌ gizli özel olan herkesin ulaşamadığı Kur’an. Buna Fatıma mushafı diyorlar. Onlara göre bu öyle bir Mushaf ki, Kur’anın üç katı… Onun hiçbir ayeti Kur’an’ın ayetine benzemez. “Hiçbir harfi Kur’an’ın harfine benzemez” gibi ifadeler kullanarak esasında Kur’an’ın tahrifinden de öte şeyler söylemek istiyorlar. Yine Kur’an’ın tahrifi ile alakalı yazmış oldukları kitablarda “İnşirah Suresi” ile alakalı şöyle bir ayet vardı onu da çıkardılar diyorlar; وَجَعَلْنَا عَلِيًّا صِهْرك Ali’yi senin damadın yaptık. Kur’an’ı Hakim’in tahrif edildiği ile alakalı daha pek çok iftira ürettilerki onları ne bir Makale nede bir konuşma ıstı’ab edebilir.
ŞİA, İSLAM’IN KURUCU NESLİ SAHABEYE NEDEN SALDIRIR!?
Kur’anı Kerim’in cem edilmesi ile alakalı Şia alimlerinden Kummî, Kur’an’ı, Hz. Ali’nin (r.a) cem ettiğini iddia eder. Ona göre, Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir’e gelir, o an Hz. Ömer de oradadır, açar Kur’an-ı Kerim’i okur. Neden tarihi gerçeklere aykırı böyle bir iddiada bulunuyorlar? Diye aklınıza geliyordur. İfade edeyim… Buradan şuraya gidecek Kummî… Güya Hz. Ali’nin cem ettiği Kur’an’ın baş tarafında Ensara ve Muhacire dair ağır tenkitler içeren ayetler vardı. Hz. Ömer (r.a) “olmaz” deyip, itiraz etmiş Hz. Ali’ye, “bu Kur’an-ı ortadan kaldır, bir daha da kimseye gösterme!” demiş. Sonra Zeyd bin Sabit’i davet etmişler. Zeyd bin Sabit Kur’an-ı Hakim’i cem etti. Ardından Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer kendi aralarında “Peki biz bu Kur’an-ı cem ettik, yarın Ali’nin Kur’an-ı ortaya çıkarsa ne yaparız.” Diye konuşur. Neticede Hz. Ali’yi öldürmeye karar verirler. Hz. Ebu Bekir’le Hz. Ömer anlaşır. Peki bunu kime ihale edecekler, kim öldürecek Hz Ali’yi? Halid bin Velid’e sen öldür derler. Hz. Ebû Bekir’in eşi olan Esma binti Umeys bu konuşmayı duyar ve Hz. Ali’ye haber verir, hadise de bu şekilde engellenir. Bununla alakalı çok farklı rivayetler de var. İşte böyle senedi olmayan, bütünüyle yalan rivayetlerle doludur Şia kitapları. Bunları uyduruyorlar ki, Hz. Ebu Bekir’e, Ömer’e (r.a) düşman bir nesil yetişsin. İslam’ı bölmeye memur Yahudi İbn Sebe’yi hatırlayın. Ne yapmıştı? İlk o Farisileri fark etmişti. Farisiler ile İbn Sebe yöntemi ayniyet arz ediyor. İçeriye sızıp, tamir davası adı altında tahrip etmek. Kummî’nin sahabe iftiralarını Zerdüşt bir Farisi söylese anında çöpe atılır. Fakat Kummi bunları Müslüman kimliğiyle söyleyince tahkik imkanı olmayan pek çok insan sahabe düşmanı oluyor.
Bizans ve Şia Kaynaklarında Sahabe
İranlıların bir kısmı iman etti. Bir kısmı da Hz. Ali mağduriyetinin arkasına sığınarak sahabeye düşmanlığa devam etti. Hz. Ali üzerinden Hz. Ömer’le hesaplaştı. Uhuvveti hasımlığa çevirdi. Ümmet içine düşmanlık getirdi. Kerbela’yı her yıl abartılı bir şekilde anarak tabanına öfke aşıladı. Bizans kaynaklarında sahabeyi arasanız ya da Kayser’in yakınlarına sorsanız “gece, namaz kılan, gündüz cihad eden, az yiyen, az uyuyan Ahiret Adamları” olarak anlatıldıklarını görürsünüz. Fakat Şia kaynakları “Sahabenin Allah Rasulü’ne ihanet ettiklerini söyler”. Onlar sahabeyi kiramla alakalı o kadar ağır ifadeler kullanırlar ki tarihin hiçbir döneminde, hiçbir eserde, hiçbir şekilde bunların benzerlerini göremezsiniz. Bizans kaynakları onlardan “kahraman düşman” olarak, Şia kitapları ise “hain düşman” olarak bahseder. Toplanırlar, Hz. Ebu Bekir’e, Ömer’e lanet eder. Rahmet dininin en büyüklerine, en fedakarlarına, en zahidlerine lanet eden bir nesil yetiştirirler.
Hz. Ebu Bekir’e Put Diyen Zihniyet
Şia’nın “Miftahul Cinan” adında bizdeki “Delâilu’l-Hayrât”a benzeyen bir kitapları var. Orada şöyle bir ibare mevcut: اَلَّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ وَالْعَنْ صَنَمَيْ قُرَيْشٍ وَابْنَتَيْهِمَا “Ey Allah’ım Muhammed ve Âline salat et, Kureyş’in iki putuna (Ebu Bekir ve Ömer’e) ve onların kızları Aişe ve Hafsa’ya da lanet et.”[14] Kime lanet ediyorlar? Allah Rasulü’ne en yakın iki isme, bu ümmetin Peygamber’den sonraki iki en büyüğüne… Sonra kime lanet ediyorlar? Bu iki büyük sahabinin kızlarına. Kur’an’ın ifadesiyle Ümmet’in annelerine: النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ [15]Sabah kalkıyor, ne diyorlar? اَلَّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ وَالْعَنْ صَنَمَيْ قُرَيْشٍ وَابْنَتَيْهِمَا “Kureyşin iki putuna ve onların kızlarına lanet et Allah’ım”. İslam’a en hasım olanların eserlerinde bu kadar sefil ifadeler göremezsiniz. O halde bunlara Ehl-i Beyt diyerek tezkiye edenler, kimin adamıdırlar? Hz. Hafsa annemize, Aişe annemize lanet edenler İslam’la, imanla ne kadar alakalı olabilir?!
Hz. Ömer’i şehit eden Ebu Lü’lü’e gibi kafir bir katilin imanına dair Ebû’l-Hüseyn el-Hueynî adında bir Şii “Faslu’l-Hıtab” başlıklı bir eser kaleme aldığından bahsetmiştim. El-Hüeynî, Hz. Ömer’e olan adavetinden dolayı bir mecusiyi büyük bir veli olarak anlatır. Hz. Ömer’in şehadet gününe de يَوْمُ التَّسلية teselli günü يَوْمُ الْبَرَكَةِ bereket günü der.
Hz. Ebu Bekir’le, Hz. Ömer’e lanet edenler diğer sahabelerle alakalı ne diyorlar? Benzer ifadeleri onlar için de kullanıyorlar. Kimi üç, kimi on sahabe kabul ediyor. Bunlara göre sahabenin kahir ekseriyeti (r.anhum) Allah Rasulü’ne ihanet edip –haşa- kafir oldu.
Bir Tahrif Örneği
Kendisini hayatını, ümmetin birliğine adayan bir davetçi olarak tanıtan Muhammed bin Muhammed Mehdi adında bir Şii, Hz. Ebu Bekir ve Ömer’in –haşa- imansız olduğunu iddia ediyor. Diyor ki Mehdi “Eğer bana لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ [16] ayetini okuyup Allah Tela’nın müminlerden razı olduğunu söylerseniz, ben de size derim ki, Allah Teala mü’minlerden razı olduğunu haber veriyor. “Peki Hudeybiye de Allah Rasulü’ne biat eden 1400 kişi içerisinde Ebu Bekir de vardı, Ömer de. Onlar da biat ettiler. Ama siz Ömer’e lanet ediyorsunuz. Ebu Bekir’e sövüyorsunuz. Allah Teala onlardan razı olduğunu söylüyor.” Bu defa Mehdî ayeti şöyle çarpıtıyor ve diyor ki: Allah Teala لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ buyurarak “Müminlerden razı olduğunu” haber veriyor. “Peki Ömer mü’min miydi ki! Ebu Bekir Müslüman mıydı ki, Allah onlardan da razı olsun. Eğer Allah Teala şöyle buyursaydı, لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ Sana Biat edenlerden Allah razı oldu, o zaman Ebu Bekir de, Ömer de bunun içine girerdi.”[17]
Allah Teala Kafirden Razı Olur mu?
Eğer Allah’ın razı oldukları arasında Hz. Ebu Bekir ve Ömer yoksa kim olabilir?! –haşa- Allah Rasulü’nün hiç mi feraseti yok ki yirmi üç yıl yanında olan Hz. Ebu Bekir’i tanıyamasın. Bunlar bu ifadelerle Allah Rasulü’yle de alay ediyorlar. Anlıyorsunuz değil mi? Kimlere sövüyorlar. Müslüman gençlere kimlerin posterlerini astırıyorlar. Humeynî hala büyük adam mı?! Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala وَالسَّابِقُونَ الأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالأَنصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُم بِإِحْسَانٍ رَّضِيَ اللّهُ عَنْهُمْ وَرَضُواْ عَنْهُ [18] Allah onlardan razı oldu buyuruyor. Allah Teala’nın razı olduğu bir kul kafir olur mu? Allah Teala kafirden razı olur mu? Hz. Ebu Bekir Efendimizle alakalı ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ [19] Kur’an-ı Hakim, Hz. Ebu Bekir’in Efendimiz’e olan yardımından, Efendimiz’in yanında ikinci kişi oluşundan, ölüm muhtemel olduğu yerde Allah Rasulü’yle mağarada birlikte duruşundan, konumundan bahsediyor. Ümmet ehramının zirvesi olan Allah Rasulü’nün sağ yanında duran Hz. Ebu Bekir’e lanet okuyanlar İbn Sebe mezhebi değilse nedir?
ŞİA: HAKİKATİ HURAFEYE,
HURAFEYİ HAKİKATE ÇEVİRMEKTİR
Şia, “hurafe”yi “hakikat, “hakikat”i “hurafe” görür. Bunların الكافي (el-Kafi) adında 8 ciltlik bir kitabı var. Onlara göre bizde ki Buhari makamındadır. Müellifi Muhammed b. Yakub el-Küleynî (v.329)… Oradan size birkaç bab’ın başlığını arz edeyim:
Küleyniye göre اِنَّ الأَئِمَّةَ يَعْلَمُونَ مَتَى يَمُوتُونَ [20] imamları ne zaman öleceklerini bilir.وَاِنَّهُمْ لَا يَمُوتُونَ اِلَّا بِاِخْتِيَارِهِمْ Onlar ancak kendi ihtiyarlarıyla ölürler. Allah Teala sorar onlara ölmek istiyormusunuz? Evet istiyoruz ya rabbi deyince ölürler. “Yok istemiyoruz.” derlerse o zaman diledikleri kadar yaşarlar dünyada. اِنَّ الْأَئِمَّةَ يَعْلَمُونَ عِلْمَ مَا كَانَ وَمَا يَكُونُ [21] Bizim İmamlarımız olanı da, olacak olanı da bilirler. لَا يَخْفَى عَلَيْهِمْ شَيْءٌ Hiçbir şey onlara gizli kalmaz. Şia’daki dilediği kadar yaşayan, dilediği zaman ölen, gaybı bilen imam anlayışı yarı ilah anlayışıdır. İslam’a göre gaybı sadece Allah Teala bilir. Peygamberlerse ancak O bildirirse bilebilirler. Onun dışında kimse gaybı bilemez. Fakat bunlara göre imamları her şeyi bilir. Yine Küleynî اِنَّهُ لَمْ يَجْمَعِ الْقُرَاَنَ كُلَّهُ اِلَّا الْأَئِمَّةُ [22] Kur’anın tamamını imamlarının cem ettiğini iddia eder. Bu iddia ile elimizdeki Kur’an’ın eksik olduğunu dolayısıyla da tahrif edildiğini ima eder.
Şia’nın Topyekün Savaşı
Kendilerini Kur’an müslümanı olarak tanımlayan, hakikatte ise bu tanımlamayla Sünnet-i Seniyye’ye hasım olduklarını gizleyen mealci akımın “Ehl-i Beyt” diyerek taltif ettiği anlayış Kur’an’a saldırır fakat onlar yine de Şia’yı tezkiyeye devam eder. Şia’ya göre Kur’an, Allah’ın Kitabı’nın üçte biri kadardır. Başka bir uydurma rivayete göre ise, asıl olan “Fatıma Mushafıdır”. Fatıma Mushafı’nın mevcut Mushaf’ın üç katı olduğunu ve O’nun hiçbir harfinin Kur’an’a benzemediğini iddia ederler. Peki böyle bir kitabla amel edilir mi? Elbette “hayır”. Yani Şia esasta İslam’ı var eden her şeyle savaşıyor. Topyekün bir savaş bu. Eğer bu hakikatler tersyüz edilirse “hainler” imam, “imamlar” da hain olur.
Siyonizm’in Alem-i İslam Mümessili: İran
Humeynî’nin bütün bu hurafeleri İslam coğrafyasına “takiyye” ile pazarlamaya memur olduğu anlaşılamazsa, onun eserlerini okuyup yalanlarına kananlar Hz. Ebu Bekir’i dünyalığı için Allah Rasulü’nü satan adam, Hz. Ömer’i de Kur’an-ı tahrif eden adam olarak tanır. Humeyni’yi tazim edenler, onun bozuk akidesini de tasvib etmiş oluyorlar. Bir müslüman Hz. Ebû Bekir’e sövmeyi onaylayabilir mi?! Maalesef ki Siyonizm’in alem-i İslam mümessili olan bir devlet, Amerika’yla dost olduğu halde Amerika’ya kafa tutan olarak gösteriliyor. İran ve Batı dostluğunun nasıl bir zeminde kurgulandığına dair şunları söyleyebiliriz:
İran Muhalifleri Niçin Amerikancı Olur?
Humeynî, Fransız havayollarına ait bir uçakla geliyor ve Batı’ya meydan okuyor. ABD, Afganistan’ı vuruyor, Libya’yı vuruyor, Irak’ı vuruyor fakat “en büyük düşmanım” dediği İran’a dair tek cümle sarf etmiyor. İran’a 35 yıldır tek bir kurşun atmadı ABD. O halde neden düşman görünüyor. Çünkü buradaki bir müslümanı aldatması için şöyle bir manzaraya ihtiyacı var: Amerika’ya kim kafa tutuyor? Küdüs’ü kim müdafaa ediyor? Siyonizm’e kim meydan okuyor? İran… O halde İran’a düşman olan Amerika’nın dostudur. Bu filmi 35 yıldır oynadılar. İran’ın sapıklığından bahseden Müslümanlara Amerikancı iftirasında bulundular. Bir nesli inandırabilmek için 35 yıl böyle oyun kurdular. Eskiden önemli üç devlete 3 büyük şeytan derlerdi: İsrail, Rusya ve Amerika… Peki şimdi 3 değil, 4 büyük şeytan var. İran, İsrail, Rusya ve Amerika…
En Rahat Kim?!
“Orta doğunun”[23] en rahat ülkesi hangisi? Tabiî ki İran… Suriye ortada, Irak malum, Yemen’de İran destekli Husiler var… Mısır’da Müslümanlar zindanda… Türkiye’de eşkıya hala bir oranda gücünü koruyor. Siyasi açıdan en rahat ülke? İran…. Amerika’nın 35 yıllık sözde düşmanı kim? O da İran… Oyunu nasıl oynuyorlar, anlıyorsunuz değil mi? Bunların hayatı da, dini de takiyye; مَنْ لَا تَقِيَّةَ لَهُ لَا دِينَ لَهُ Kimin Takiyyesi yoksa, dini de yoktur. Şia da asıl olan hayatı gizlilik ve hile üzere inşa etmektir. Yanınızda düşündükleri gibi konuşmaz, inandıkları gibi yaşamazlar. Bu şekilde insanları kendi yalanlarına, hurafelerine çekmeye çalışırlar.
Şia, İmamlarını Allah Rasulün’den Üstün Görür
Kur’an-ı Kerim bütünüyle gayba aittir. Allah Rasulü’ne Cibril’in geldiğini biz görmedik fakat inandık. O gayba dair ne buyurduysa inanırız. Zaten İslam gayba inanmaktır. Ne var ki Şia burada da ümmetten ayrılır ve hiçbir imamının kendine isnat edemeyeceği bir hususu, onlar imamlarına isnat eder. Allah Rasulü’nün gaybtan haber vermesine şüpheyle bakar, imamlarının bu noktadaki ifadelerini kesin doğru kabul ederler.
Dâru’t-Takrîb’in yayın organı olan “Risâlet’ul-İslam”da çıkan “Min İctihadâtı’ş-Şîati’l-İmamiyye” başlıklı makalede, Allah Rasulü’nün abdesti bozan şeyler, hayız, nifas gibi şer’i ahkam bağlamında söyledikleri tasdik edilir, onlarla amel edilir, bu gereklidir fakat yer ve göklerin yaratılması ya da Hurîler, Cennet sarayları gibi gaybî hususlardaki ifadelerin kesinlikle Ondan geldiği bilinse de bunlara inanma mecburiyeti yoktur denir.[24] İmamlarının gaybı bildiklerine dair bir yalan uydurdular. Sonra da bu yalana istinaden tamamı yalancı ravilerden oluşan bir rivayet zinciriyle bir gaybi mesele nakleder, ona inanırlar fakat ayet ya da mütevatir bir hadisle sabit gaybi bir hakikate imanı gerekli görmezler. İslam’ı hayız ve nifastan ibaret gören, onun esaslarıyla savaşan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu zihniyet bu ifadeyle açıkça imamların –haşa- Allah Rasulü’nden üstün olduğunu ilan ediyor.
Hz. Ali’ye Bühtan Yolu Olarak İmamet
Şiiler, gasb edildiğinden dolayı imametin bugün istedikleri gibi olmadığını, rec’at hadisesiyle kendilerine avdet edeceğine inanıyorlar. Hz. Ebu Bekir’e halife diyorlar fakat “imam” demiyorlar. İmam kimdir onlara göre? Hz. Ali’dir (r.a). Aslında bu akideleriyle Hz. Aliyi –haşa- münafık yerine koyuyorlar. Kim yapıyor bunu? Şia… İfade edeyim: Hz. Ali (r.a), Hz. Ebu Bekir’e de, Hz. Ömer’e de biat etti. Eğer kendinin ilk halife olacağına dair bir ayet ya da ayetler olsa o da bunu bildiği halde gidip Hz. Ebu Bekir’e biat etse bu durumda Hz. Ali’nin imanı kalır mıydı? Şia, Hz. Ali’ye bühtan yoludur. Yine diyorlar ki, Kur’an tahrif edilmiştir. Fatıma mushafı vardır. Peki Hz. Ali devlet başkanlığı yaptı, halife oldu. En azından hilafet yıllarında o mushafı ortaya çıkarıp onunla amel etmesi gerekmez miydi!? Kur’an-ı Kerim; وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ [25] İmkanı olduğu halde Allah’ın hükmü ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir, buyurmaktadır. Madem böyle bir mushaf vardı, neden Hz. Ali o mushafı ortaya çıkarıp da onunla devleti yönetmedi, insanları onunla amel etmeye çağırmadı? Neden, bütün mushafları ortadan kaldırıp gerçek Mushaf budur demedi? Eğer böyle bir Kur’an var da, Hz. Ali bunu ortaya çıkarmadıysa o zaman –haşa- onda imanî bir sorun vardır. Eğer kendisinin birinci halife olacağına dair ayet var, o da ikrah hali olmadan gidip Hz. Ebu Bekir’e (r.a) biat ettiyse (Şia’da bu biatı kabul ediyor) o zaman bu ayetleri inkar etmiştir. Ayeti inkar edenin hükmü de malumdur. Bugün önümüzde yalan ve hurafeyle intişar eden bir hareket var. Bütün bunlardan daha tehlikelisi, bu hareketin Humeynî ile İttihadı İslam sureti ile müslüman gençliğe poz vermesidir.
Humeynî ve Hz. Ebu Bekir
Yarın Allah Teala’nın huzuruna çıkıldığında Hz. Ebu Bekir, Humeynî’ye ‘Büyük Mücahid’ diyenlerden müşteki olmayacak mı? “İslam’ın müdafaasında ben mi önemliydim yaksa o mu? Bana söven adamın suretini duvarlara asarken utanmadınız mı? Haya etmediniz mi? Ben çökersem, sahabe çökerse Kur’an-ı Kerim de sarsılır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’i biz cem ettik, size, biz rivayet etik.” demez mi?!. Eğer Şia’nın iddaa ettiği gibi sahabe –haşa- irtidat etmiş olsaydı, mürtedlerin cem ettiği bir Kur’an-ı Kerim’le amel edilir mi?
Farisi Devleti mi, “İslam Cumhuriyeti” mi?!
Bu iddiaların sahibi bir Şia’nın İttihad-ı İslam diye bir davası olabilir mi? Şimdiye kadar böyle bir davanın olmadığını, olamayacağını anlatamazdınız. Fakat Suriye’deki katliamdan, Irak’taki vahşetten, Yemen’de yapılanlardan sonra kolay bir şekilde –anlamak isteyene- İran’ın bir Farisi Devleti olduğunu ve asla bir “İslam Devleti” olamayacağını anlatabilirsiniz.
Küresel Güçlerin İslam Dünyasındaki Jandarması: İran
İran ne ABD de, ne de İsrail’in hasmıdır. Kimilerinin anlamakta zorlanacağı bu hadiseyi şöyle tasavvur ediniz. Siz buradan Suriye’ye birkaç tır malzemeyi gönderemezsiniz, birileri, birileri adına devletin tırlarına engel olur. Fakat İran, tanklarını Yemen’e, Irak’a gönderir. Suriye’de ordusu ile savaşır. Lübnan’da Hizbullah’la vardır. Buna ne Dünya, ne de BM müdahale eder! Aynı hamleleri Türkiye de yapabilir mi? Batıya rağmen 3-4 ülkede askeriyle savaşabilir mi? Peki bu durumda kim Amerika’nın müttefiki, söylermisiniz?! Kim Amerikanın yanında duruyor? Ne var ki İran’ın yanlışını söylemek, İran’ın cinayetlerine karşı çıkmak Türkiye’deki İran lobisine göre, İslam’a karşı çıkmak gibidir. Bir ibare, yine o ibareden hareketle anlaşılır. Dolayısıyla burada hangi cümleyi kuruyorsak, evvela onu idrak etmek lazım. Ortada bir vakıa var. Küresel güçlerin İslam dünyasındaki jandarması olan İran vakası… Onlar adına bu topraklarda müslüman katleden bir İran var. İran, tarihte de böyle miydi. Bu ayrışma Ehl-i Sünnet’in bir hatası mı yoksa, İran’dan mı kaynaklanıyor? Bu soruya cevap arayalım.
ŞİA TARİHİ, İHANET TARİHİDİR
Şia, kuvveti üstün tutar ve Hakk’a ihanet eder. Bu yüzden Şia tarihi, Ümmet’e ihanet tarihidir. Bu noktada iki isim öne çıkar. Birincisi İbn-u Ebil Hadîd… Aslında Mutezilidir. Fakat bir Şii’den daha fazla Şii’dir. Nehcü’l-Belağa üzerine hacimli bir şerhi var. Bu şerhi para karşılığı yazdığı da söylenir. Dünya malını verince her tarafa meyledenler güruhundan biridir İbn-u Ebil Hadîd. Bu meşhur Mutezilî yazar, Abbasi Halifesi Musta’sım’ın Şii veziri İbnu’l-Alkamî diye meşhur olan Muhammed b. Ahmed el-Alkamî’nin yaveri. İbnu’l-Alkamî’nin Şia adına, Ümmet’e ihaneti maruf olsaydı, İran’a karşı temkin elden bırakılmazdı. Yalanlar “hakikat” kabul edilmezdi.
Ümmet’i Moğol Ateşine Atan Bir Şii Siyasetçi: İbnu’l-Alkamî
Moğollar, önlerine çıkan İslam şehirlerini yaka yaka, katliam yapa yapa Hilafet’in merkezi Bağdat’a doğru ilerlerken, İbnu’l-Alkamî sahne alır. Önce orduyu zayıflatır. Halife’ye, “Bu ordu bu şekliyle Abbasi devletine yüktür”, o yükü hafifletelim der. Halife, her sözüne o olduğu gibi bu teklifine de itibar eder. Ordunun gelir kaynaklarını da kısar. Askerin sayısını azaltır. Asker o kadar zor durumda kalır ki, hela kuyularını boşaltmak için dışarıda amelelik yapar. Abbasi devleti ordusuna mensup askerler ekmek parası için en bayağı işle uğraşır. Açlık ve sefalet hem orduda, hem halkta yayılır. Hülagu, Moğol ordusu ile birlikte Abbasi devletinin merkezine yaklaşınca, İbnu’l-Alkamî tekrar devreye girer ve Halife’den Hülagu ile görüşmek için izin ister, gider, görüşür. Hülagu da ona kendisi ile birlikte hareket etmesi karşılığında siyasi istikbal vaat eder. İbnu’l-Alkamî geri döner ve Halife’ye der ki, “Efendim bu Hülagu’nun bir kızı var onu sizin oğlunuza vermek ister. Bu şekilde hem sizinle hısım olmak ister, hem de sizi Bağdat’ta bırakır. Gidelim, görüşelim Hülaguyla”. Halife kabul eder görüşmeyi. Fakat bu görüşmenin silahsız olması gerektiğini söyler İbnu’l-Alkamî. Alimler, komutanlar hepsi Hülagu’nun karargahına gider. Bütün alimler, fakihler, devlet adamları İbnu’l-Alkamî’nin sözüne kanıp silahsız bir halde barış görüşmesine gider fakat bir daha geri gelemez, hepsi katledilir. Abbasi devleti böyle tarih olur. Sebep planında kim var? Fanatik bir Şii, İbnu’l-Alkamî. Hulagu yüzbinlerce müslümanı katleder, ancak yerin altındaki dehlizlere girebilenler kurtulur. Ne kadın, ne çocuk, ne yaşlı bırakır. Tahtını kestiği başlar üzerine kurar. Dicle nehri kenarında kitapçılar şehri diyebileceğimiz çapta bir kitap çarşısı vardı. Oralarda kitaplar yazılır, oralarda satılırdı. Çarşı da, kitaplar da yok oldu. İbnu’n-Nedim’in (v.380) el-Fihrist’inde bahsettiği kitapların pek çoğu bugün yok artık. Moğollar Ümmet’in yedi asırlık birikimini imha etti. Dicle uzun zaman kan ve mürekkep renginde aktı.
Şia tarihi seraba ihanetle doludur. Bu günkü İran da, tarihteki İran’dır. İslam’ı daha fazla istismar etmesi cihetiyle daha da hilekârdır. Eğer İran, İbnu’l-Alkamî’nin yolundan gitmeyip Osmanlı’yı rahat bıraksaydı, bugün Londra İslam merkezlerinden biri olacaktı. Osmanlı Batı’ya doğru futuhâta giderken arkada ki İran probleminden dolayı temkinli hareket etmek zorunda kaldı.
Niçin İran’la İttihad-ı İslam Olamaz?!
İran, Hakk’ın değil, İslam’ın intişarına engel olmanın, ümmete ihanet etmenin adıdır. Tarih boyu hep öyle olmuştur. Bugün Suriye’deki mücadelede Osmanlının temsil ettiği Ehli Sünnet’le, Safavi devletinin temsil etmiş olduğu Şia arasındadır. Dün Fransızlar Suriye’yi işgal ettiğinde onlarla beraber olan Nusayriler, bugün de Ruslar ve Amerikalılar ile birlikte Müslüman katlediyor. ABD ile İran aynı safta… Böyle bir İran, İttihad-ı İslam’dan bahsedebilir mi? Böyle bir zihniyetle İttihad-ı İslam olur mu?! Oldu mu?! Ömer bin Abdülaziz’den sonra gelen devlet adamları içerisinde bir tane Kur’an’a ve Sünnet’e sadakati olan devlet başkanı yok muydu ki, hiçbiri bu Şia ile İttihad-ı İslam’ı kuramadı. Selahaddini Eyyübiler, Fatihler, Yavuzlar bunların hiçbirisinin Kur’an’a, Sünnet’e sadakati yok muydu ki, bunlarla İslam birliğini kurmada muvaffak olamadılar. Bilakis her biri Şeriat’a bağlıydı. Fakat olmadı, olmazdı, Hz. Ebu Bekir’e, Ömer’e sövenle aynı yerde duramaz, küfürlerine tahammül edemezdi Müslümanlar. Onun için Yavuz Sultan Selim büyük müslümandır. Eğer Allah ona iktidarı nasib etmeseydi Anadolu da, İran Şia’sının bir parçası olacaktı. Fakat Allah Teala’nın inayeti ve 400 alimin fetvasıyla Çaldıran’a yürüdü Yavuz Sultan. Şah İsmail’e dedi ki: “Bir er kişi, bir er kişinin yurduna girdiğinde kadınlar kaçar. Evine girdim senin namusun yok mu, neredesin, gelsene!” dedi. Yavuz İran’ı devirerek İttihad-ı İslam’ın yolunu açmıştır. Bu yüzden İttihad-ı İslam’ın yeniden tesisi İran’ın devrilmesine bağlıdır.
İttihad-ı İslam’ı tesis etmesi cihetiyle ayrı bir yere sahiptir Yavuz. İran’ın yayılmasını durdurmuş, onu evine hapsetmiştir. Onun için İstanbul’da Eba Eyyub el-Ensari Hazretlerinden sonra ilk ziyaret edilmesi gereken -çok adama gideceksiniz yerin altı dolu orada- Yavuz Sultan Selim olmalı. Bu topraklarda Sünnet ve Cemaat akidesi hakimse bunda en büyük pay Allah Teala’nın lütfuyla Yavuz Sultan’a aittir. Bu gün de İran’a, “Çekil! Suriye’yi, Irak’ı, Yemeni, Lübnan’ı bırak ve dön evine. Müslüman, müslümanı öldürmez.” diyecek Yavuz Sultan Selim’i bu ümmet yeniden çıkaracaktır.
[1] Saff: 8
[2] Kasas: 85
[3] El-Cehni, Hammad, El-Mevsu’atu’l Muyassaratu fi’l Adyani ve’l Mezahibi ve’l Ehzabi’l M’asirati, Riyad, s.55-57
[4] Bk. Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, I, s.50; İbn Cerîr, V, s.98-99; İbn Haldun, Tarih, II, s.139; İhsan İlahi Zahir, eş-Şîa ve’t-Teşeyyu’, s.48 vd.
[5] Tirmizi, Hadis No: 3686; Ahmed b. Hanbel, Hadis No: 17405.
[6] El-‘Askalani, Abdulhamid, Akaidu‘ş Şi’a, Iskenderiyye, s.24
[7] Hacı Mirza Hüseyin bin Muhammed et-Tabersi, 1320, Necef
[8] Hicr, 9.
[9] Baskı farklılıkları için bk. Humeyni, Keşfül Esrar, yy, by, s.114; Keşfu’l-Esrâr, yy, by, s.117 vd., Ebu’l-Hasan en-Nedvî, Suretân Mütezaddetân, Dâru’l-Beşîr, Cidde, s.53
[10] Hicr: 9
[11] Fussilet: 42; Ayet’in Meali: “Batıl Ona ne önünden ne ardından gelemez. Hakim ve Hamid tarafından indirilmiştir“
[12] Keşful Esrar, s.122, diğer baskı için s.114
[13] Halit İstanbullu, Emperyalizm’den İran’a, Hüküm Dergisi, sy.1, s.7
[14] Abbas el-Gummi, Miftahul Cinan, s.114; Muhibbuddîn el-Hatîb, el-Hutûtu’l-Ariza, s.21
[15] Ahzab: 6
[16] Fetih: 18
[17] Muhammed Bin Muhammed Mehdi el-Halisi, Ehyau‘ş Şeri’ati fi Mezhebi‘ş Şiati, s.63-64
[18] Tevbe: 100
[19] Tevbe: 40
[20] El-Kuleyni, El-Kafi, s.153
[21] El-Kuleyni, a.g.e., s.155
[22] El-Kuleyni, a.g.e., s.155
[23] Bilâd-ı Şam, Irak, Ceziretu’l-Arab, Anadolu gibi bölgeleri içine alan Ortadoğu, ilk olarak 19. yüzyılda kendilerini dünyanın merkezi kabul eden İngilizler tarafından kullanılmıştır. Yakın doğu, Uzakdoğu ifadeleri de onlara aittir. Dünyayı kendilerine göre tasnif ettiler. Bu, insanlığı köle, kendilerini de efendi kabul eden bir zihniyetin ürünüdür. Kullanırken tasrih etmek gerekir.
[24] Min İctihadâtı’ş-Şîati’l-İmamiyye, Risâlet’ul-İslam, y.4, sy.4, s.338; el-Hatîb, a.g.e., s.30-1
[25] Maide: 44