Batı, hürriyeti Kurtuba ve İşbiliye medreselerinde okuyan Hristiyanlar vasıtasıyla tanıdı. Kiliseye başkaldıran Batı entelijansiyası, Allah’la kul arasına kimsenin giremeyeceğini, suretlere ibadet edilemeyeceğini Endülüs’ün muvahhit müminlerinden öğrendi.
Kilisenin hurafelerle doldurduğu zihinler dünyanın döndüğünü, küre şeklinde olduğunu ilk olarak Müslümanların asârında, onların ders halkalarında duydu.
Orta çağ Avrupa’sında İslam algısı, biri zahir diğeri de batın olmak üzere iki sûrette gelişti. Zahirde düşmanlık, batında ise İslam’a karşı bir hayranlık vardı.
Kilise, İslam’dan istifade edebilmek için İspanya’da tercüme heyetleri kurdu. Bu süreçte üniversitelerde asırlarca ders kitabı olarak okutulacak İslamî telifât Arapça’dan Latince’ye tercüme edildi. Entelijansiya Yunan Felsefe’sini Müslümanların telif ve tercüme eserleriyle tanıdı. Papazlar her nevi manipülasyona rağmen Ahd-i Atik’i, Ahdi Cedit’i terk edip hikemiyâtı okuyan Hristiyan gençliğin önüne geçemedi. Bilakis Arapça bilmenin “entelijansiya”ya aidiyetin lazım-ı gayr-ı mufarığı olarak addedilmesi hikemiyât okumalarını her gün daha da artırdı.
Batı, İslamî telifâtı Hristiyan ahlakının gölgesinde okuduğundan onları var eden medeniyet telakkisini anlamaktan dolayısıyla da terakkinin insani boyutundan mahrum kaldı. Devrimler yaptı, hürriyete dair bildiriler neşretti, müesseseler kurdu, özgürlük anıtları dikti. Fakat bütün bunları sadece kendisi için yaptı. Kiliseyi ıslahâta icbar eden Fransa da, usta bir sihirbaz mantığıyla New York’ta bir adaya özgürlük anıtı diken böylece deniz yoluyla ülkesine gelen her insana ilk olarak bu anıtı gösterip kendini hürriyetin yegâne hamisi olarak anlatmayı amaçlayan ABD de hürriyeti kendi ülkesiyle sınırlı gördü. Güzeli çirkine, iyiyi kötüye tahvil etti.
60 küsur eseri Arapça’dan tercüme eden ve seraba intihal olan ameliyesini kendi ürünüymüş gibi gösteren İtalyan papaz başta olmak üzere Batı’nın kilise korkusuyla İslam adını telaffuz etmekten çekinen kopyacı aydınları mücerret intihallerin Doğu’da olduğu gibi Batı’da da büyük inkişaflara vesile olacağını düşündü. Kısa zamanda görüldü ki, medeniyeti var eden iktisat, siyaset, ahlak ve ilim gibi esas unsurların imanla rabıtasının koptuğu yerde İslamî mefhumların durumu, dünyanın en cins kafasına sahip bir adamın vücudundan kopuk başıyla et ve kemik yığınına dönmesine benzemektedir. Bu yüzden bütün çabalar başarısızlığa mahkûmdur. Nitekim Fransa’da entelijansiyanın kiliseye karşı kazandığı hürriyet, Afrika’da önce ferdi sonra ictimaî kölelik olarak karşılık bulmuştur. Hak ve hürriyet ihlallerine mani olmak için kurulan müesseseler de en zalim adına en mağdura eza eden kurumlara dönüşmüştür.
Batı’nın hürriyet gibi insaniyetin temel kavramlarını da İslam’dan aldığı fakat Hristiyan ahlakına bağlılığı sebebiyle onları var oluşlarına aykırı bir içerikte kullandığı Afrika ve Asya’dan her gün haber ajanslara akan yüzlerce fotoğrafla sabit olduğuna göre, yeryüzündeki hak ihlallerine son vermek için tekrardan AGK’ten, LAHEY’den, AB’den ya da BM’den medet ummak; ya çeşmenin altına konmayan bir testinin dolmasını beklemek gibi fuzuli ya da bir kadının kendisine tecavüz eden bir ırz düşmanından hakkını müdafaa etmesini talep etmesi gibi sefih bir intizardır.
Batı’nın bugünkü noktaya neleri, nasıl tahrif ederek geldiği ve mazlum milletler coğrafyasında yaşanan acıların bizzat müsebbip ve mübaşiri olduğu bedihî bir hakikattir. Cani, adaleti tevzi eden bir hâkim olamayacağına göre, Batı da hallâlu’l-meşâkil olamaz. Bu durumda problemler için tek çözüm mercii kalmaktadır ki o da bütün renk ve çizgileriyle İslam’dır. Mahlûkatın hukukunu korumayı taahhüt eden yegâne nizam olan İslam, Haremeyn Üniversitesi’nin baş hocası Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yaşadığı asırdan günümüze doğru okunursa, Batı’nın zehirlediği kavramlar da öz anlamları çerçevesinde yeniden anlaşılacak ve O’na inanlar ilimde, fikirde, sanatta ve siyasette tekrar en iyinin, en güzelin, en doğrunun mümessilleri olacaklardır. Temsil makamına ulaşan her bir Müslüman, Haremeyn Üniversitesi’nin Ömer gibi Hukuk, Abadile gibi Eğitim, Halid b. Velid gibi Harbiye, Ebû Hureyre gibi (radiyallahu anhum) İlahiyat Fakültelerinde her nevi mikroba karşı dayanıklı medeniyet aşıları üretecektir.
İslam, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in getirdiği şekliyle anlaşıldığında iktidarını uzatma arzusu gibi beklentiler ardına düşmeyen müminlerde bir irade ahlakı belirecek ve o irade dünyanın müesses siyasî, ictimaî ve iktisadî nizamına esastan müdahale edecek, bütün eğrileri doğru hale getirecektir. Batı’nın madde ve manasını sömürdüğü Somali’de açlıktan yavrusunu kaybeden annenin imdat çığlıklarını o irade duyacak; rical-i devlete medeniyet aşısını o irade yapacaktır.
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ana çizgileriyle resmettiği, sahabenin örgütleştirdiği medeniyetin ne olduğunu, dolayısıyla Somali’de ki bir annenin ızdırabının neye tekabül ettiğini BM’nin koridorlarında dolaşanlar değil, vazife hassasiyetinden dolayı gözüne uyku girmeyen devlet başkanı Hz. Ömer’le Medine sokaklarında yürüyenler anlayabilecektir.
Şu hadise bunun nasıl olduğunu ve tekrar nasıl olacağını resmetmektedir: Bir gün Medine’ye içlerinde kadın da olan bir grup tüccar gelir ve gecelemek üzere mescide yerleşir. Hz. Ömer de Abdurrahman b. Avf (radiyallahu anhuma)’ya, birlikte bütün bir gece onları beklemeyi teklif eder. İkili hem bekler hem de namaz kılar. Hz. Ömer bir ara grupta ağlayan bir çocuğun sesini işitir. Sese doğru yönelir ve çocuğun annesine: “Allah’tan kork be kadın! Yavrunla güzel ilgilen de ağlamasın/ittekî’l-lahe ve ehsinî ilâ sabiyyiki.” diye sitemde bulunur, daha sonra yerine döner. Hadise üç defa tekrar eder. Hz. Ömer üçüncüde kadına, “Yazık sana, sen ne kötü bir annesin, gece boyu çocuğun rahat etmedi.” der. Kadın onun halife olduğundan habersiz bir halde; “Ey Allah’ın kulu! Sen de beni rahat bırakmadın. Ben onu zorla sütten ayırmaya çalışıyorum fakat o buna direniyor.” der. Hz. Ömer bu ayırmanın gerekçisine sorunca kadın:
- Ömer ancak sütten ayrılan çocuklara hazineden pay veriyor.
- Peki, çocuk kaç aylık?
- Şu kadar aylık.
- Yazık sana. Onu sütten ayırma hususunda acele etme.
Hz. Ömer (radiyallahu anh)’in nöbeti, kadının yavrusunu sütten kesme çabası, çocuğun ağlaması derken gece sona erdi. Hz. Ömer’de namaz için musallaya geçti, fakat hadise kendisini o derece etkilemişti ki ağlamasından insanlar namazda ne okuduğunu anlayamadı. Selam verince şöyle dedi: “Ey Ömer vay başına geleceklere! Kim bilir bu uygulamadan dolayı kaç Müslüman çocuğun ölmesine sebep oldun.” Ardından devlet kararlarını halka iletmekle görevli olan memura bütün bir halka çocuklarını sütten ayırma hususunda acele etmemelerini duyurmasını emretti. Bu durumdaki her çocuğu müstakil değerlendirip pay vereceğini söyledi ve bu emri bir yazıyla bütün illere gönderdi. [ref]İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, Beyrut, 1998, III, 301; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, II, 317.[/ref]
Allah Resulü’nden tevarüs eden irade ahlakı öyle bir vazife şuuruna zemin hazırladı ki, Kisra ve Mısır gibi iki büyük devleti ayakları altına alan Hz. Ömer gecenin bir saatinde şehrin dışından gelen misafirlerin kapısında bekçilik yaptı. Devlet başkanları korumalar, kalem müdürleri sarmalının şu kadar uzağında bir hayat yaşarken müminlerin emiri milletinin selameti için uykusunu terk etti, ağladı, hayıflandı, sabah olunca da yürürlükte ki yasayı kaldırıp, yerine yenisini koydu ve bir yazıyla da bütün illere ulaştırdı.
“Hürriyet” gibi İslam’dan aldığı her bir kavramın içini boşaltıp onları sadece kendisi için kullanan, “hakkı muhafaza merkezleri” olarak kurduğu müesseseleri menfaatlerini gözetip-kollama araçlarına dönüştüren Batı, Somali’de ölen çocukların sebep planında bizzat katili olduğundan problemin çözüm planında da yer alamayacaktır. Alması durumunda da bu, açlığa çare olup insanca yaşam alanları oluşturmak için değil, birkaç çadır önünde çektireceği ve billboardlarda teşhir edeceği pozlarla imajını düzeltmek için olacaktır.