İki ayette Allah Rasûlü’nün ﷺ ümmî olduğunu,[1] okuma-yazma bilmediğini haber veren Kur’ân-ı Kerîm’i dinleyen Mekkeliler, “Hayır! Muhammed okur-yazardır.” demedi, diyemedi. Çünkü toplum, Allah Rasûlü’nü ﷺ yakından tanıyor, her biri O’nun bir muallimden ders almadığını biliyordu. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’in tarihe dair verdiği haberlerin önemli bir bölümü Araplar tarafından ilk defa duyulmaktaydı. Allah Rasûlü ﷺ Yûsuf Sûresi’nde, Hz. Yusuf u zamanındaki devlet başkanından “Melik” diye bahsetmektedir. Halbuki Mısır deyince “Firavun”, İran deyince “Kisralık”, Roma deyince “İmpararatorluk”, Osmanlı deyince “Padişahlık” akla gelir. Ümmî olan ve hayatında hiç Mısır’a gitmeyen bir Peygamberin vahiyle irtibatı olmasaydı nasıl Mısır tarihinin kısa bir bölümünde devleti Firavun’un[2] değil de “Kral”ın[3] yönettiğini bilebilirdi.
Kur’ân-ı Kerîm’in Hz. Yusuf u zamanındaki yöneticiden “Firavun” olarak değil de “Melik/Kral” diye bahsetmesi, madde planında Allah Rasûlü’nün ﷺ bunu öğrenmesinin imkânsız olmasıyla birlikte düşünüldüğünde görülecektir ki Kur’ân-ı Kerîm’in isnadı yalnız ve yalnız -her şeyi bilen- Allah Azze ve Celle’yedir.
Gelecek ve Kur’ân-ı Kerîm
Kur’ân-ı Kerîm geleceğe dair de ne söylediyse mutlaka tahakkuk etmiştir. Ebu Leheb “Tebbet Sûresi”nde haber verildiği gibi azılı bir İslâm düşmanı olarak öldü. Mekke’de Müslümanlar kendilerini korumaktan acizken onlara, “Galip gelenler kesinlikle bizim ordumuz olacak.”[4] buyurdu. Hiçbiri itiraz etmedi, “Kâbe’nin avlusunda namaz kılamazken nasıl Allah’ın ordusu cihana galib olabilir?” demedi. Sahâbe, Allah’ın Y ordusu olmak için muhacir oldu, cihad etti, madde planında yapmaları gerekenleri kâmilen îfâ etti. Yemen’i, Mısır’ı fethetti, Anadolu’da fetihler yaptı. Hz. Ömer t devrinde İran Sasani İmparatorluğunu tarihten sildi.
Mekke’nin Fethi
Kur’ân-ı Kerîm’in gelecekle alakalı haber verdiği hususlardan birisi de Hicret’ten sonra Mekke’ye girişleri yasaklanan muhacirin Beytullah hasretinin dayanılmaz bir noktaya ulaştığı sırada Allah Rasûlü’nün ﷺ gördüğü bir rüya ve rüyanın hak olduğunu bildiren ayet-i kerime.
Bir Kur’ân-ı Kerîm mucizesini daha ortaya çıkaran süreci şöyle özetleyebiliriz: Allah Rasûlü ﷺ hicretten sonra vebâlı (sıtmalı) bir belde olan Medine’de gurbetle acıyı iç içe yaşadı. Medine’nin Buthan Vadisi’nden acı ve pis bir su akardı. Şehrin havasına alışamayan muhacir, hastalanıp yataklara düştü; öyle ki namazlarını ayakta kılamaz hale geldiler.
Hz. Ebu Bekir t ile azatlıları Amir b. Füheyre t ve Bilâl-i Habeşî t bir evde bulunuyordu ve hummaya tutulmuşlardı. Hz. Bilâl’in t humma nöbetinden ayıldığında söylediği şu rubai muhacirin Mekke hasretini ne güzel dile getirmektedir:
“Bilmem ki acaba bir gece daha Mekke Vadisi’nde çevremi ızhır ve kokulu celil otları sarmış olduğu halde geceler miyim? Acaba bir gün olur da (Ukaz’daki) Mecenne sularının başına bir daha varır mıyım? Acaba Mekke’nin Şame ve Tafil dağları bana bir daha görünür mü?”[5] Sonra şöyle devam etti:
“Allah’ım! Şeybe b. Rebia, Utbe b. Rebia, Ümeyye b. Halef bizi vatanımızdan çıkarıp vebâ yurduna gelmeye mecbur ettikleri gibi sen de onlara lanet et!
(rahmetinden uzaklaştır!).[6] Hz. Bilâl’in t hastalığın ve vatan hasretinin etkisiyle söylediği bu sözleri duyan Allah Rasûlü ﷺ acısını paylaşmakla birlikte ona şöyle dua etti: “Allah’ım! Bize Mekke’yi sevdirdiğin gibi Medine’yi de sevdir. Yahut daha fazla sevdir.”[7] Medine güzeldi, fakat Hz. İbrahim’in u kurduğu şehir Mekke en güzeldi. O en sevgiliydi. Yeni sevgiler
ona nisbetle oluşacaktı. Bu yüzden sıtma hastalığının verdiği moral çöküntüsü içerisinde öfkesini dile getiren Bilâl’i t dinleyen Allah Rasûlü ﷺ Rabbine yalvarırken ‘Mekke’yi sevdirdiğin gibi Medine’yi de sevdir.’ diyordu. Bu, aynı zamanda Bilâl t vasıtasıyla ümmete duanın nasıl yapılması gerektiğinin de talimidir.
“Hicret olmasıydı Mekke’de kalırdım.” diyen Hz.
Aişe de vatan hasretini şu cümlelerle ifade ederdi:
“Semayı hiçbir beldede yere Mekke’de olduğundan daha yakın görmedim. Mekke’deki gibi kalbim hiçbir şehirde mutmain olmadı. Ay’ı hiçbir yerde Mekke’de olduğu kadar güzel görmedim.”[8] Allah Rasûlü ﷺ de fetih sonrası şehirden ayrılma zamanı yaklaştığında Hazvere’de durup Mekke’yle şöyle dertleşecekti: “Yemin olsun ki ey Mekke! Allah katında yerlerin en hayırlısı ve en sevimli olanı sensin. Eğer beni çıkarmasalardı asla senden ayrılmazdım.”[9]
Feth-i Mübîn: Hudeybiye
Hicretin üzerinden altı yıl geçmişti ki muhacirin Mekke özlemi her geçen gün daha da artmakta, Allah Rasûlü ﷺ de Mekke’yi zarfıyla fethedeceği günü beklemekteydi. Efendimiz ﷺ Kâbe özleminin alevlendiği günlerde rüyasında ashabıyla birlikte korkusuzca gidip Beytullah’ı tavaf ettiklerini, ashabdan bazılarının saçlarını tıraş ettiklerini, bazılarının da kısalttıklarını gördü. Rüyayı öğrenen ashab çok sevindi, hemen o yıl Mekke’ye gireceklerini zannettiler. Efendimiz ﷺ bin küsur sahâbeyle birlikte umre yapmak gayesiyle Medine’den[10] yola çıktı.
Allah Rasûlü’nün ﷺ gelişini haber alan müşrikler de umre yapmasını engellemek için hazırlık yaptılar. Efendimiz ﷺ Hudeybiye’ye ulaştığında müşriklerle elçiler aracılığıyla müteaddit görüşmeler yaptı. Nihayet Süheyl b. Amr ile arasında bir anlaşma akdedildi.
Buna göre; Müslümanlar umre yapmadan Hudeybiye’den geri dönecek, gelecek yıl umre yapacaklardı. Müslümanların aleyhine gibi görünen bu anlaşma, “Büyük Fetih”in mukaddimesi oldu.
Allah Rasûlü ﷺ Kureyşle Hudeybiye’de anlaşma yapıp Medine’ye geri dönünce münafıklar, Müslümanlar arasında şüphe yaydı. Nihayet Allah Rasûlü ﷺ Mekke’ye gireceğini haber verdi. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle, “لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقّ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ/ Allah, Rasûlü’ne hakikate uygun rüyasında doğruyu bildirmiştir.”[11] ayet-i celilesini indirdi, Allah Rasûlü de onlara gelecek yıl umre yapacaklarını ve rüyasının hak olduğunu söyledi.[12] Sonraki yıl Allah Teâlâ, ashabıyla birlikte Mekke-i Mükerreme’ye girmeyi Rasûlü’ne ihsan etti.[13]
Allah Teâlâ, Efendimiz’in ﷺ Mescid-i Haram’a muhakak gireceğini ifade noktasında te’kid lam’ını/لَ, tahkik için olan قَدْ’i ve لَتَدْخُلُنَّ fiilinin sonundaki te’kid “nun”u getirmiştir. Buna göre ayet-i kerime, Hudeybiye gibi zahirde Müslümanların aleyhine görüldüğünden dolayı sahâbe-i kiramı son derece üzen bir musalahadan sonra, Mekke-i Mükerreme’ye Allah Teâlâ’nın haber verdiği gibi emanla girdi. Hiçbir güç Allah’ın Y takdirine mani olamadı.
Kur’ân-ı Kerîm, Allah Rasûlü’nün ﷺ büyük bir hüzünle ayrıldığı Mescid-i Haram’a gireceğini haber verdi. Hudeybiye’den sonra Münafıklara hayal gibi gelen bu vaat bir yıl sonra gerçek oldu. İki yıl sonra da Mekke bütünüyle Müslümanlar tarafından fethedildi.
Kur’ân-ı Kerîm belli şartlara bağlı olarak neleri vaadettiyse şartlar yerine getirildiğinde mutlaka o vaatler gerçek olmuştur.
[1]-A’raf, 157-158.
[2]-Bkz. Tâhâ, 24.
[3]-Yûsuf, 50.
[4]-Saffât, 173.
[5]-Buhari, Fedailu’s·Sahabe 75; Mezra 8· 22.
[6]-Buhari, Fedailu’I-Medine 1.
[7]-Buhari, Hac ll; Fedailu’s-Sahabe 75; ed-Deavat 42; Müslim, Hac 86;
Buhari’deki metin esas alınmıştır. Medine, Allah Rasûlü’nün ﷺ duasının bereketiyle, sakinleri için o kadar bereketli ve huzurlu bir şehir haline gelmiştir ki Hz. Ömer t başta olmak üzere birçok muhacir Allah yolunda şehit olmayı ve Rasûlullah’ın şehri olan Medine’de ölmeyi dilemişlerdir.
[8]-eI-Ezragi, a.g.e., II, 154.
[9]-Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 305.
[10]-Bkz. İbn Kesir, el-Fusûl fi Sireti’r-Resul, Beyrut, 1996, 184; Şelebi, a.g.e, I, 460.
[11]-Bkz. Ebû Abdillah Muhammed b Ahmed el-Kurtûbî, el-Cami-u li-Ahkâmi’l-Kur’ân, er-Risâletu’l-Alemiyye, Dımeşk, 2012, XIX, 336-7.
[12]-Kurtubî, a.g.e., XIX, 337.
[13]-Kurtubî, a.g.e., XIX, 337.