Tek Kişilik Bir Ümmet
Hz. İbrahim, insanları savrulmadan, istikamete, tefrikadan ittihada, isyandan itaate, felaketten hidayete davet etti. Mesai mefhumuyla değil, Mümin şuuru ve ibadet aşkıyla çalıştı. Bir Ümmetin yapabileceğini yalnız başına yaptı, yanında kim olduğuna, karşısında Nemrut’un devletinin durduğuna bakmadan “Allah-u Ekber” dedi. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim onu sonraki kuşaklara, “O yalnız başına bir Ümmet’ti.”[1] diye anlattı. Şükürde, sabırda, tevekkülde, davette, tebliğde yüzbinlerin yapamadığını yaptı. Sözüyle yüreklerdeki, eliyle de mabetteki putları kırdı. Onun Allah’ın dinini tebliğ etmedeki azim ve iradesi bütün insanlara dağıtılsaydı yeryüzünde ne put, ne putperest kalırdı.
Tevhid-i Talim
Hz. İbrahim yüreklere tevhidi aşıladı, insanlara Kıyamet şuuru verdi. İstikametini kaybeden insanlığa deniz feneri gibi yer gösterdi, yön tayin etti. Zühdü, verası, cömertliği ile tüm çağlara imam oldu. Enbiya da, insanlar da tevhîd-i talimde ona iktida etti.
Sevgililer Heykelde Değil, Yüreklerde Yaşar
Her müminde Hz. İbrahim gibi yalnız başına bir Ümmet olma istidadı vardır. İnsanlığın kurtuluşu için öne çıkan, geceler boyu kahvehanelerde, meyhanelerde, eğlence merkezlerinde Allah ve Rasul davasını tebliğ eden, miskine ikramda bulunan, huzuru, musibete maruz kalan bir müminin tesellisinde arayan, müslümanlar sevindiğinde sevinen, mahzun olduğunda hüzünlenen birini herkes sever. Sevilen adam da heykellerde değil, yüreklerde yaşar. Allah kulunu, kullarına sevdirince bütün güçler bir araya gelse yine de insanları ondan nefret ettiremezler. Millet için yaşayanı, varlığını İslam’ın varlığına armağan edeni, Allah Teala tek başına bir ümmet yapar.
Tek Başına Bir Ümmet
Ameliyle imanını tasdik eden her mümin bir İbrahim’dir ve her İbrahim tek başına bir Ümmet’tir. Kur’an-ı Kerîm okumanın yasaklandığı, Elif-Baba’larının suç aleti kabul edildiği zamanlarda, her nev’i bedeli ödemeyi göze alıp Milletin çocuklarına Kur’an-ı Kerim okutmak İbrahimce inanan yüreklerin ameliydi.
Bir Avuç İbrahim
Ezanları susturulan, medreseleri kapatılan, yasayla Allah’tan ve ahlaktan bahsetmesi yasaklanan Anadolu’yu ilhad rüzgarlarına karşı bir avuç alim korudu.
Hz. İbrahim gibi pazarlıksız Mümin olan bir alimin himmeti bir şehre, sesi bir Ümmet’i uyandırmaya yeter.
Gün doğar, sabah olur, yeniler eskir, çocuklar büyür, adamlar ölür, kuşaklar, nesiller değişir, her şey tarih olur, lakin İbrahimler ayakta kalır. Ölüm döşeğindeki yavrusunun başucunda ağlayan hangi baba, elindeki ilaç çantasıyla içeriye girip -Allah’ın inayetiyle- yavrusunu kurtaran hekîmi unutabilir? Açlık gününde ikram edilen bir çorba unutulmaz da, insan hayatını kurtaran bir iyilik hareketi unutulur mu?
Davetin ve Tevhidin Sembolü
Küçülüp yok olan Nemrut ancak taştan karartılarda yaşar, bu yüzden yoldaşları şehir meydanlarını onun putlarıyla doldurmuştur. İbrahimlere duyulan muhabbet ise, ne bir nesle, ne de bir çağa sığar. Nemrut, önce ihanetin, sonra taştan heykelin adı olur. İbrahim’se davetiyle dirilişin, put kırmasıyla da tevhidin sembolüdür. Çünkü Hz. İbrahim ancak bir Ümmet’in yapmaya cesaret edebileceği bir ameli yalnız başına yaptı, putperest bir uygarlığa yalnız başına direndi, bütün bunları Allah’tan başka sığınağı, barınağı, tutamağı olmadığını bilen bir mümin şuuruyla eda etti.
Putperestler atalarını unutur, her çağda yeni bir Nemrut, yeni bir put bulurlar; Allah’a secde edenler ise, ne Rablerini ne de kendilerine yaratılış gayesini hatırlatan İbrahimleri unuturlar.
Baba Gibi
İmkanı olan bir mümin, kazandığının önemli bir bölümünü mahallenin fukarasına dağıtsa, çocukları sevindirse, hastaların tedavisi ile alakadar olsa Millet onu devlet gibi güçlü, baba gibi şefkatli görür. Bu yüzden adına zorla şiir yazdırılan, methiyeler dizilen, heykeller dikilen, törenler yapılan unutulur, lakin İbrahim ruhlu müminin adı, bazen bir camide, bazen bir şadırvanda baki kalır.
Çocuklar kendileri için çalışan, insanlık için üreten, ekmeğini alın teriyle kazanan babalarını unutmaz. Çünkü babaları onların İbrahimidir. Onlar en zor şartlarda da çocukları himayesiz, sofrayı ekmeksiz bırakmaz. Vazife şuuruyla ev idare eden babalar, akşam evde muhabbet sofrası yanında, irfan meclisi de kurar. Yavrularını dünyada da, Ahiret’te de aziz olacak şekilde yetiştirir.
İbrahimî Muallim
Gece mutalaa eden, sabah da onları talebeleriyle paylaşan, ders aralarında ne yiyip içtiklerine bakan, ezan okunduğunda imam olan, maaşından bir kısmını muhtaç öğrencilere infak eden bir Muallim, tek başına bir ümmettir. Çocuklar her şeyi unutsa da, onu unutmaz.
Roma ve İslam
Yüreklere silahla, işgal ordularıyla değil, imanla ve muhabbetle girilir. Kanla girenler, bir gün kanla çekilmek zorunda kalır. Bu yüzden işgalci İskender, Roma ve İngilizler çekildi, İslam ise -Endülüs- hariç girdiği yerden bir daha çıkmadı.
Yürek Fatihleri
Allah Rasulü ﷺ yalnız başına bir Ümmet’ti… İrade, iman, tevekkül, istikamet, cömertlik en kamil şekliyle onun şahsında mündemiçti. Onunla Mekke’de yüreklere muhabbetle girdi. Medine’de yürek fatihleri yetiştirdi. Evs’le Hazrec’in 120 yıllık kavgasını bitirdi. Hadisenin ne derece büyük bir yürek inkilabı olduğunu Kur’an-ı Kerim kıymetlendirme noktasında şöyle buyurdu; “Eğer yeryüzünde olan her şeyi sarfetsen bile, sen onların kalblerini uzlaştıramazdın, ama Allah onları uzlaştırdı. Doğrusu O Güçlü’dür, Hakim’dir.”[2]
Milletin değerleriyle savaşan, mukaddesatını aşağılayan, “Böyle yapma!” diyenler için darağaçları kuran, Müslümana zulmetmeyi “adalet” olarak gören bir anlayış her sokağı heykelleriyle doldursa, uydurduğu bayramlarda yediden yetmişe insanları huzurunda toplasa da düşüşüne hiçbir güç mani olamaz.
Afganlı, Sudanlı
Asırlardır, dünyanın her bölgesinden milyonlarca insanı Medine-i Münevvere’ye çeken hangi duygudur? Onlar, Allah Rasulü’nü ﷺ görmedi, Onunla birlikte yaşamadı. Peki neden kabrini ziyaret edip, mescidinde namaz kılmak için dişinden tırnağından artırdığıyla Hicaz yollarına düşer Afganlı, Pencaplı, Sudanlı,.?!
Evet onlar, Allah Rasulü’nü ﷺ hiç görmedi lakin kitaplarda insanlığın kurtuluşu için rahatından vazgeçtiğini, Şi’bi Ebi Talib’teki ambargo günlerinde evine ekmek, çocuklarına süt getirmekte zorlandığı zamanlarda da, insanlığın kurtuluşu için mücadele etmekten geri durmadığını okudu. Taif’te taşlandı, Mekke olmayınca susup, kenara çekilmedi, Medine için yola çıktı.
Niçin O En Sevgili
Afrika’dan, Asyada’dan, Üsküp’ten, Cakarta’dan insanları Medine’ye çeken İbrahimî ruhtan başka ne olabilir ki? Oysa dilleri, renkleri farklı milyonlar Allah Rasulü’nün ﷺ ders halkasına hiç oturmadı, onunla doğrudan bir iletişim de olmadı. Fakat onlar kitaplarda Hicaz’da yaptığı o büyük inkılabı okudu, okudukça gözleri önünde Medine’nin değerleri yüceldi, heykeller cüceleşti; tevazusuna, cömertliğine, muhabbetine, diğergamlığına aşık oldular.
Milyonlar, ashabıyla aynı safta duruşuna, minderini misafirine takdim edip toprak zemin üzerinde oturmasına, yanına gelen miskine verecek bir şeyi olmadığında, “Git benim adıma satın al!” deyişine, Onu görünce heyacandan nutku tutalan çobana, “Sakin ol! Ben Sultan değilim. Fakirlikten dolayı kurutulmuş et yiyen kadının oğluyum.” deyişine aşık oldu. Onu, söylediğinden daha fazlasını yapmasından dolayı sevdiler. Nimeti ashabıyla, meşakkati ailesiyle paylaştı. Asırlardır milyonlar mescidinde namaz kılmakta; Rablerine kul ve Ümmet kadrosuna ait bir nefer olduklarından dolayı Allah Azze ve Celle’ye hamd etmekte. Eviyle minberi arasında namaz kılanlar, kabr-i şerife doğru ilerleyip, Muvacehe-i şerif önünde durur ve “Ya Rasulallah! Size selam vermeye liyakatim yok, biliyorum. Lütfen ve keremen selamımı kabul buyurunuz.” dedikten sonra şöyle der, “Ey Dünyanın en güzel babası, en güzel kardeşi, en kudretli kumandanı, en muhteşem Fatihi ve bütün bunların üzerine Peygamber-i Ekber’’i sana binlerce kez salat ve selam olsun! Geldin de kadını onurlandırdın, mirastan o da pay alacak dedin, kız çocuklarının diri diri gömülmesine son verdin, tefeciliği bitirdin, insanları elleriyle yaptığı putların önünde eğilmekten kurtardın, Allah yolunda cihad ettin, açlıktan karnına taş bağladın, zorluklar mahşerinde sabrın nasıl olacağını gösterdin. Düşmanların için de, “Allah’m! Milletime hidayet et! Zira onlar bilmiyorlar.” diye dua ettin. Bugün insan olarak yaşıyorsak, evimiz, yerimiz, ailemiz varsa, baba olarak sorumluluk taşıyorsak, bütün bunları -Allah’ın inayetiyle- sana medyunuz. Işıklar kesildiğinde de bizi gören uykusu ve uyuklaması olmayan Rabbimizin olduğunu, yaptıklarımızdan da, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan da hesaba çekileceğimizi bize sen öğrettin. Bu yüzden insanlar on dört asır sonra siyeri okurken, Ravza’da sanki sizinleymiş gibi heyacanlanır, Bedir’de sevinir, Uhud’ta hüzünlenir, Fetih’te tekbir getirir. İnsanlığın ekmeğini büyütmene, yetimin hukukunu korumana, zenginden alıp fakire dağıtmana ve dünyadan ayrılırken ekmek yapmak için aldığın arpa karşılığında zırhının bir Yahudide rehin olmasına bakar ağlar.” Bu yüzden Allah Azze ve Celle tek başına bir Ümmet olan Hz. İbrahim’in seninle şereflenmesini murad etti ve ittibayı emretti. [3]
Kardeşim!
Hz. İbrahim ve ittibasıyla Onu onurlandıran Allah Rasulü ﷺ seni kabuğundan çıkmaya yalnız kendin, yalnız ailen için değil, insanlık için yaşamaya davet ediyor. Bundan sonra komşun, arkadaşın dara düştüğünde bakıp da geçme! Onların rızıklarını tekeffül eden Rabbbleri var, deyip yoluna devam etme! Allah Teala belki de bu tekeffülü senin vasıtanla murad etti. Eğer mazlumların, mağdurların yardımına Allah rızası için koşarsan herkesin yalnız öleceği, yalnız kabre gireceği ve yalnız dirileceği mahşer gününde bir Ümmet olarak haşr edileceksin.
[1]Nahl, 120.
[2] Enfal, 63.
[3] Nahl, 123.