Yahudi sadece Allah Rasûlü’nün (ﷺ) fert, cemiyet ve devlet planında yapmış olduğu büyük inkılabı değil; Tevrat’ta O’nu müjdeleyen haberleri de inkâr etti.
TEVRAT’TA ALLAH RASÛLÜ (ﷺ)
Tahrif edilen Tevrat’ta hâlâ Allah Rasûlü’nün (ﷺ) risâletini tebşir eden ifadeler vardır:
“Rab, Sina’dan geldi ve onlara Sâîr’den (Filistin dağları) doğdu; Fâran/Paran dağlarında parladı ve mukaddeslerin on binleri içinden geldi. Onlar için sağında ateşli ferman vardı.”[1]
FÂRAN DAĞLARI
Tevrat’ta geçen “Sina”, Hz. Musa’nın (عليه السلام) Allah Teâlâ’ya münacat ettiği ve vahye muhatap olduğu yeri “Sâîr”, Hz. İsa’nın u doğup yaşadığı Nasıra Köyü’nün bağlı olduğu ve Peygamber olduğu mıntıkayı ifade eder. Grekçe’de ve Arapça’da Fâran olarak telaffuz edilen Paran kelimesi, Mekke-i Mükerreme’nin İbranice eski bir ismidir. Bu konuda Müslümanlarla munsif Ehl-i Kitap arasında ihtilafa mahal yok gibidir. Zira Tevrat’ta da Hz. Hacer’le Hz. İsmail’in Fâran’da yaşadığı yazmaktadır.[2] Kur’ân-ı Kerîm, Hz. İbrâhim’in (عليه السلام) zürriyetinin bir kısmını Kâbe-i Muazzama’nın yanında ekinsiz bir vadiye yerleştirdiğini,[3] Kâbe’nin temellerinin Hz. İbrâhim’le birlikte bu bölgeye yerleşen oğlu İsmâil tarafından yükseltildiği [4] ifade edilmektedir. Kâbe’nin yeniden inşa edildiği vadi, Mekke vadisi; temelleri yükseltilen bina da Kâbe-i Muazzama olduğuna göre Tevrat’ta ve Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İsmâil ile annesinin yerleşip yaşadığı yer olarak zikredilen mekan da Mekke’dir. Buna göre “Fâran dağlarında parlama” ifadesi Hz. Muhammed’in (ﷺ) Mekke’de zuhûr edeceğinden başka bir şekilde anlaşılmaz.
İbrânîce “Paran” kelimesinin arapçalaşmış şekli olan Fâran, Mekke’nin ya da Mekke dağlarının Tevrat’ta zikredilen isimlerinden biridir.[5]
Tevrat’taki “Rab, Sina’dan geldi ve onlara Sâîr’den (Filistin dağları) doğdu; Fâran/ Paran dağlarında parladı.” ifadesinin izahı şu şekildedir: “Rabbin Sînâ’dan gelmesi Hz. Mûsâ (عليه السلام) ile konuşmasına, Filistin dağlarından ibaret olan Sâîr’den doğması Hz. Îsâ’ya (عليه السلام) İncil’i indirmesine, Fâran dağlarından parlaması ise Hz. Muhammed’e Kur’ân-ı Kerîm’i inzâl etmesine delalet eder.”[6]
Fâran dağları Mekke’de olduğuna ve Hz. Musa’dan (عليه السلام) sonra o bölgede Allah Rasûlü’nden (ﷺ) başka bir Peygamber zuhûr etmediğine göre Tevrat’ta Fâran dağları bağlamında, “Mukaddeslerin on binleri içinden geldi.” şeklinde nakledilen ibarede İslâm’ı Fas’tan Pakistan sınırlarına kadar taşıyan Sahâbe’yi (ra) anlatmaktadır.
“Sağda ateşli ferman” ifadesi ise Fâran dağlarından zuhûr edecek Peygamberin cihada memur olduğuna delalet etmektedir. Tevrât bir cümleye dercettiği şu üç hususla Allah Rasûlü’nün (ﷺ) geleceğini müjdelemektedir. Nitekim Hz. Ömer (ra), Yahudileri’nin en büyük âlimlerinden iken Müslüman olan Abdullah b. Selam’a: “Kendilerine kitap verdiklerimiz O’nu (Allah Rasûlü’nü) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen içlerinden bir grup bile bile gerçeği saklıyor.”[7] şeklindeki ayet-i kerime bağlamında, “Allah Rasûlü’nü kendi oğlu gibi tanıyıp tanımadığını” sorunca Abdullah b. Selam, Efendimiz’i oğlundan daha iyi tanıdığını,[8] Tevrat’ın bilgisine dayanarak onun hakkında en küçük bir şüphesinin olmadığını, çocukla alakalı ise hanımının kendisine ihanet etmiş olabileceğini söyler.[9]
İNCİL VE FARAKLÎT
Allah (ﷻ) bütün Peygamberlerden ahir zaman Nebisi Hz. Muhammed’i (ﷺ) tebşîr etmeleri, ona inanıp yardımcı olmaları noktasında ahid almıştır.[10] Tevrat ve İncil’de de “Ümmî Peygamber”[11] olarak Allah Rasûlü’nün zikri geçmiş, Hz. İsa (عليه السلام) ise kendisinden sonra Ahmed adında bir Peygamberin geleceğini sarahaten müjdelemiştir.[12]
Yahudi ve Hristiyanların büyük tahrif hareketlerine rağmen İncil’de Allah Rasûlü’nü (ﷺ) anlatan ifadeler kalmıştır. Yuhanna İncili’nde geçen “paraklêtos” kelimesi[13] Saff Sûresi’nde zikredildiği şekliyle müjdeye delalet etmektedir. İncil’in asıl nüshası kayıp olduğundan Grekçeye çevrilen nüshada F(P)araklit (فارقليط) kelimesi “teselli etmek” anlamında kullanılmıştır. Paraklêtos da “yardıma çağrılan, müdafaa eden, şefaatçi” gibi anlamlara gelmektedir. Ne var ki Hristiyanlar Allah Rasûlü’nün (ﷺ) risâletini inkâr etmek için Hz. İsa’nın (عليه السلام) geleceğini müjdelediği Paraklêtos’un, Rûhu’l-Kudüs olduğunu iddia etmiştir. Bu ise şu iki cihetle hakikate muhaliftir. Mâlum olduğu üzere mevcut İnciller Grekçe yazılmıştır. Hz. İsa (عليه السلام) ise Ârâmîce konuşmuştur. Bu yüzden Grekçe olan “paraklêtos”un ne olduğunu anlamak için kelimenin Hz. İsa’nın (عليه السلام) konuştuğu dildeki karşılığını bulmak gerekir. İbn Hişam, Süryânîce’deki “elmunhamenna” kelimesinin “Muhammed” anlamına geldiğini ve Muhammed’in Grekçe karşılığının “el-baraglîtis” olduğunu söylemektedir.[14] Yuhanna İncili’ndeki şu ifadeler de Faraklitus’un vahiy meleği olan Ruhu’l-Kudüs değil, Hz. İsa (عليه السلام) gibi bir Peygamber olduğunu teyit etmektedir: “Ben de babaya yalvaracağım ve o size başka bir paraklet, hakikat ruhunu verecektir, tâ ki daima sizinle beraber olsun.”[15]; “Babadan size göndereceğim paraklet, babadan çıkan hakikat ruhu geldiği zaman benim için o şehâdet edecektir.”[16]; “Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü gitmezsem paraklet size gelmez, fakat gidersem onu size gönderirim”[17]; “Ve o geldiği zaman günah için, salâh için ve hüküm için dünyayı ilzam edecektir.”[18]; “Fakat o hakikat ruhu gelince size her hakikate yol gösterecek; zira kendiliğinden söylemeyecektir, fakat her ne işitirse söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildirecektir.”[19]
Yuhanna İncili’ndeki şu ifade açıkça göstermektedir ki Paraklet vahiy meleği değil, Hz. İsa (عليه السلام) gibi insan bir Peygamberdir. Pareklet’i Ruhu’l-Kudüs olarak tefsir etmek doğru değildir. Zira bu kelime İncil’e daha sonra eklenmiştir: “(Hz. İsa:) Ben de babaya yalvaracağım, O size başka bir paraklet gönderecektir.”[20]
[1] Tesniye, Bâb 33, Ayet: 2:
[2] Tekvîn, 21/21.
[3] İbrahîm, 37.
[4] Bakara, 127.
[5] Yakût el-Hamevî, Mu’cemu’l-Büldân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ty., IV, 255.
[6] el-Hamevî, a.g.e., IV, 255.
[7] Bakara, 146.
[8] Bkz. Ebu Abdullah Muhammed el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, er-Risâletu’l-Alemiyye, II, 146, Beyrut, 2012.
[9] Fahruddin er-Razî, Mefâtihu’l-Gayb, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, IV, 116 Beyrut, 1990.
[10] Âli İmran, 81.
[11] A’râf, 157.
[12] Saff, 6.
[13] Yuhanna İncili, 14/16-26; 15/26; 16/7
[14] İbn Hişam, a.g.e., I, 225.
[15] Yuhanna İncili, 14/15-16.
[16] Yuhanna İncili, 15/26.
[17] Yuhanna İncili, 16/7.
[18] Yuhanna İncili, 16/8.
[19] Yuhanna İncili, 16/13.
[20] Yuhanna İncili, 14/16.
(Hüküm Dergisi 83. Sayı / Kasım 2019)