Yol belli, menzil de malum olduktan sonra Allah’ın ﷻ rızasına talip bir mümin için kimin ne diyeceğinin ya da ne yapacağının ne önemi var?
Kabe-i Muazzama’yı oğluyla birlikte inşa eden Hz. İbrahim’in , “Rabbimiz! Bizden (bunu) kabul buyur.”[1] diye dua etmesi, her ameliyenin ancak Allah Azze ve Celle’nin emrine uygun ve rızasına nail olması durumunda bir kıymet kazanacağına işaret etmektedir. Rıza-i İlahi’yi önemsemeyenler için işin büyüklüğü, ona talip olanlar için ise makbul ve matlup olup olmadığı mühimdir. Bu yüzden küçük bir mescid yapan üzerine adını yazar, Kabe’yi bina eden Hz. İbrahim ise ona “Beytullah/Allah’ın Evi” der.
Yağmur Gibi Bir Fetih
Hakikat, semadan inen ve vadide akan su; batıl ise onun üzerinde duran köpük gibidir. Köpük suya nisbetle daha zahirdir. Bu yüzden insanlar sudan ziyade köpükle alakadar olur, onu konuşur. Mütefekkirin nasibi hakikatte, avamınki ise zahirdedir. Ne var ki, “Köpüğe gelince sönüp gider. İnsanlara yararlı olan (su) ise yerde kalır.”[2] İşgal köpük, fetih ise yağmur olup yağan, su olup akan bir vadi gibidir; İnsana umut, toprağa hayat verir.
İskender, Napolyon, İngilizler köpüktü; çekip gitti. Siyonizma’nın köpüğü olan İsrail de bir gün gidecek. Lakin Allah’ın ﷻ eşya ve hadiselere dair koyduğu kanunlar var. Önce bunların tecelli zemini oluşmalı. Firavunların gitmesi için bir milletin evlerini mescid yapıp dua dua Allah’a ﷻ niyaz etmesi; Musaların, “Ben sizin en yüce Rabbinizim”[3] diyen Firavunlara, “Yerin, göklerin ve bu ikisi arasında olan her şeyin Rabbi olan Allah Azze ve Celle’nin”[4] Rabbu’l-Alemîn olduğunu ilan etmesi ve bu noktada her türlü bedeli ödemeye hazır olduğunu göstermesi gerekir.
Zulmün Bakiyesi
Firavun da Nemrut da iki ayrı işgal devletinin başkanıydı. İlkinden geriye yapımında on binlerce kölenin can verdiği piramitler, diğerinden Hz. İbrahim’i yakamayan ateşinin kıssası kaldı. Kabe’yi işgal eden zihniyetin sembolü Ebu Cehil ise sabah akşam lanetle anılmakta.
Müminler imanlarını ve fikirlerini çağın hakim değerlerinin işgalinden kurtarır ve Hz. İbrahim’deki yürek, Hz. Musa’daki irade ve Hz. Muhammed’teki ﷺ kararlılıkla, “Ey Kafirler! Ben sizin taptıklarınıza ibadet etmem.”[5] derse hakikatin üzerini örten köpük mesabesindeki bütün ideolojiler tasfiye edilecek ve yalnız İslam bâkî kalacaktır.
Fetih
Otuz bin kişilik kuvveti olan Halid bin Velid , yüz otuz bin kişilik İran ordusuna karşı Halife Hz. Ebu Bekir’den yardım isteyince Ebu Bekir , yalnız Hz. Ka’ka’yı yollamış ve beraberinde gönderdiği mektubu da ona vermesini emretmiştir. Hz. Ebu Bekir , kumandanı Halid b. Velid’e gönderdiği mektupa şunları yazmıştı:
“Allah’ın kulu Ebu Bekir’den Halid bin Velid’e! Sana yalnız başına Ka’ka’yı gönderdiğimden dolayı hayrete düşme! Muhammed’i hak üzere gönderen Allah’a yemin olsun ki içinde Ka’ka’ olan bir ordu hezimete uğramaz!”
Öyle de oldu. Ka’ka ile takviye edilen İslam ordusu büyük bir zafer kazandı. Çünkü Kur’an-ı Kerim bir Mümini bir ordu, Ebu Talib’in oğlu Ali’yi Hayber Fatihi yapar. Kelamullah, mümin yüreklere, denizler tutulduğunda gemileri karadan yürüten bir irade verir.
Fetih Ordusu
İnanmış kadroları olmayan bir devlet adamı, muallimleri olmayan bir müdür veya mutahassıs tabipleri olmayan bir başhekim ne kadar mahir olsa da çaresizdir. Pençeleri sökülmüş bir arslan vahşi hayvanlara karşı koyamaz. Allah Rasûlü ﷺ, çevresi putlarla çevrilen Kabe’yi temizleyip Mekke’yi yeniden İslam şehri yapabilmek için 13 yıl Mekke’de, 8 yıl da Medine’de kadro yetiştirdi. Fethe muhatap olacak neslinin yüreklerini şirkten, kavmiyetçilikten, gıybetten, hasetten, fesattan, yalandan, tuğyandan temizledi. Şehri kan dökmeden teslim alan Fetih ordusu Hicret yolunda, Bedir’de, Uhut’da ve Hendek’te yetişti.
Kendisi ve oğlu İsmail için “Ey Rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan eyle!”[6] diye dua eden Hz. İbrahim , istikbalde Kabe’ye muhafız olacaklar için de şöyle niyazda bulunmuştu: “Soyumuzdan sana teslim olacak bir ümmet çıkar!”[7] Medine’de anneler Hz. İbrahim’in duasına muvafık evlatlar yetiştirdi. Erkekler gibi kadınların da himmetiyle cemiyet fethe hazır hale geldi.
Fetih Ordusunu hazırlamak fetihten daha zordur. Ordu yoksa fetih hayal, fetih ruhu yoksa ordu vebaldir. Çünkü İslam’ın terbiye ve talim etmediği bir ordunun bir beldeye girmesi işgaldir.
Zihinleri işgal altında olduğundan Batılılar gibi düşünen, onlar gibi yaşayan bir Ümmet’in, Allah Azze ve Celle’nin etrafını mübarek kıldığı Mescid-i Aksa’yı hürriyetine kavuşturacak, Kudüs’ü kurtaracak bir orduyu henüz hazırlayamadığı ortadadır. Kudüs’ü kurtaracak ordu Mescid-i Aksa kıvamında olmalı ki fetih işgale dönmesin.
Yürek İşgali
Himmete muhtaç olanlar, başkalarına himmet edemez. Yüreklerini İblis’in işgalinden kurtaramayanlar Allah’ın beyti Mescid-i Aksa’yı hürriyete kavuşturamaz. Bunun içindir ki, Allah Rasûlü ﷺ Feth-i Mekke’ye kadar tam 21 yıl yürekleri fethetti. Sahabe sokağa, çarşıya, eve hasılı insanın olduğu her yere fütûhât alanı olarak baktı. Peygamber-i Ekber, Mekke’ye kurtulan o yüreklerle yürüdü. Yan komşusundan habersiz bir esnafın, apartmanda kimler yaşadığını bilmeyen bir mahalle sakininin, birlikte aynı safta namaz kıldığı kardeşine kim olduğunu sormaktan aciz bir müminin ufkunda Mescid-i Aksa yok ki, Kudüs Fatih’i olsun.
Fetih, çirkinden güzele, şerden hayra doğru yürüyüştür. İslam’la değişmeyen, değiştiremez; olmayan, olduramaz. Değişmeyenlerin değiştirme gayreti ancak mevcut sistemlere bekçi olmaktır.
Allah Rasûlü ﷺ Mekke kıyamı için sahabenin kıvamını bekledi. Kıvam vakti, sahabe kıyam etti ve hüzünle ayrıldıkları şehre “fatih” olarak girdi. Zenginle fakir, azad edenle azad edilen, efendiyle, köle aynı mahallede, aynı sokakta iç içe yaşadı. Aynı yerde namaz kıldı, çocukları birlikte okudu. Köleyle efendi arasına insanla hayvan arasındaki kadar bir mesafe koyan Mekke’ye Medine boyasını sürdü. Şehir kulluk safında yeniden dizayn edildi. Gün geldi azadlı bir köle, efendisine imam oldu.
Aristokratik yaşam şekillerinde olduğu gibi zenginleri ayrı mahallelerde yaşayan, ayrı hastanelerde tedavi olan, çocukları ayrı okullarda okuyan müslümanlar Kudüs’ten önce kendilerini, sonra da şehirlerini fethetmelidir.
Mekke Rüyaları
Fethe hazırlanan, bunun için fatihler yetiştiren bir ümmet fetih rüyaları görür. Mekke’yi özleyen muhacirin rüyalarında da hep Mekke vardı. Hz. Aişe (radiyallahu anha) gece semaya bakıp Ayı hiçbir yerde Mekke’de olduğu kadar güzel görmediğini ifade eder, Bilal b. Rebah da Mekke’nin kırlarına, bayırlarına ve dağlarına dair şiirler söylerdi.[8]
Hicret’ten sonra tam altı yıl Mekke-i Mükerreme’den ayrı kalan Allah Rasûlü ﷺ bir gece rüyasında Mescid-i Haram’a girdiğini gördü. Ardından bin dört yüz sahabeyle umre yapmak için yola çıktı. Mekkelilerin saldırısından çekinenler ise kafileye iştirak etmedi.
Müşrikler haram aylarda Mekke’de babalarının katillerini görse onlara dokunmazdı lakin İslam’a olan adavetlerinden dolayı müminlerin umre için Mekke’ye girmelerine rıza göstermediler. Hudeybiye’de musâlaha oldu. Musâlaha metni yazılırken -henüz Müslüman olmamış olan- Süheyl b. Amr, Efendimiz’in ﷺ adının “Allah Rasûlü Muhammed” şeklinde yazılmasına itiraz eder ve bunun silinip yerine “Muhammed b. Abdillah” yazılmasını ister. Efendimiz ﷺ Hz. Ali’ye “Allah Rasûlü” ﷺ ifadesini silmesini emreder fakat Hz. Ali derin sadakatinden dolayı “Hayır! Allah’a ﷻ yemin olsun ki asla adını silmem!” der.[9]
Tek Yol İslam
Hz. Ali’nin işaretiyle Efendimiz ﷺ ibareyi siler ve anlaşma akdedilir.[10] Hudeybiye Musâlahası dönüşü nâzil olan Fetih Sûresi bu hâdiseyi “Feth-i Mübîn” olarak niteler. Sûre’nin, “Muhammedün Rasûlüllah/Muhammed Allah’ın Rasülü’dür.”[11] diye başlayan son ayeti umre için yola çıkan lakin Hudeybiye’den geri dönen sahabeye, Allah Rasûlü’nün ﷺ anlaşma metninden silinen adını yer ve göklere yazacaklarını müjdeler.
Allah Azze ve Celle, Efendimiz’in ﷺ Hudeybiye Musâlahası metninden silinen adını Kıyamet’e kadar bâkî kalacak şekilde Kur’an’a yazdı. Bugün Küresel Güçlerin imzaladığı anlaşmalarının hiçbirinde O’nun ne adı ne buyruğu var. Bilakis bütün anlaşmalar O’nun adını ve buyruğunu silmek üzerine akdedilmektedir. Bu çağın müminleri de sahabe gibi küffara karşı çetin, kendi aralarında merhametli olur, rükû ve secdede Allah’tan ﷻ lütuf ve hoşnutluk ister bir halde zuhûr ederse,[12] onlar da Batı’nın başkentlerine, parlamentolarına, üniversite duvarlarına “Muhammedün Rasûlüllah” yazmaya muvaffak olacak, yürüyüşlerine şahit olan milyonlar da “Tek Yol İslam” itirafında bulunacaklardır.
Camileri gençlerle doldurur, yüreklere iffeti aşılarsak, Müslüman kızlar cemiyette tesettürleriyle bayraklaşırsa, topyekün hepimiz Allah’ın ﷻ dinine yardıma koşarsak, Rabbimiz bu asrın müminlerine de nusret edecek ve Buhara ile Ankara’nın, Şam’la Bağdat’ın aynı sancak altında toplanmasına ve her yere Muhammedün Rasûlüllah” yazılmasına hiçbir güç mani olamayacaktır.
Yahudiye Karşı Cihad Edecek Ordunun Sayısı Değil Kim Olduğu Mühim
Allah Rasûlü ﷺ Hudeybiye’den döndükten sonra o gün itibariyle Yahudiliğin merkezi olan Hayber’e yürüdü. Hudeybiye’ye katılmayanlar Hayber için sefere çıkmak istediklerini söyleyince Allah Teala onların taleplerini geri çevirdi.[13] Çünkü Yahudiyle muharebe edecek bir ordu “Kim var?!” diye seslenildiğinde geriye bakmadan yürüyecek bir cesarete sahip olmalı ki, vakti geldiğinde Fetih için Medine’den Mekke için yola çıkabilsin. Allah Azze ve Celle Yahudiyle savaşacak ordunun hususiyetini tayin noktasında şöyle buyurdu:
“Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah ﷻ, o müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, yüreklerine güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.”[14]
Ayet-i kerime’ye göre Yahudiyle muharebe edip zafer kazanacak ordunun üç hususiyeti olmalıdır: Kabe-i Muazzama söz konusu olduğunda tereddüt etmeden sefere çıkacak, Allah Azze ve Celle yaptığı amellerden dolayı ondan razı olacak ve yüreğine güven duygusu indirecek.
Hayber’e ancak derdi, davası ve yolu İslam olanlar gidebilir; Mekke ordusuna da ancak yüreği Allah’a ﷻ açık olan katılabilir. Bu, bize göre maddi bir kıymet ölçüsüyle, Alah Azze ve Celle’ye göre ise niyetle ölçülür.
Çobanda Maddi ve Manevi Kıymet Ölçüsü
Allah Rasûlü ﷺ Hayber’e ulaştığında efendisinin koyunlarını güden Habeşli siyah bir köle halkın silahlandığını görünce, onlara, “Siz ne yapmak istiyorsunuz?” diye sormuş, onlar da, “Peygamber olduğunu iddia eden şu kişi ile çarpışacağız!” demişlerdi.
“Peygamber” sözü çobanın kalbini sarsar; davarını sürüp Allah Rasûlü’ne ﷺ gider ve sorar:
-Ey Muhammed! Sen ne söylüyor ve nelere davet ediyorsun?
-İslâm’a, Allah’tan ﷻ başka hiçbir ilah olmadığına ve benim O’nun Rasûlü olduğumu şehadete, Allah’tan ﷻ başkasına ibadet etmemeye davet ediyorum!
-Ben şehadet getirir ve Allah’a ﷻ iman edersem bana ne var?
-Bu iman ve şehadet üzerine ölürsen, sana Cennet var!
-Yâ Rasûlallah! Bana İslâm’ı -nasıl Müslüman olacağımı- anlat!
Allah Rasûlü ﷺ İslam’ı anlatınca, çoban Müslüman olur.
Allah Rasûlü ﷺ İslâm’ı tebliğ ve telkin davasında kimseyi hor görmezdi, İslam’ı anlatmaktan da imtina etmezdi. Çoban Müslüman olunca sordu:
-Yâ Rasûlallah! Ben şu davarların sahibinin işçisiyim. Bu davarlar benim yanımda emanettir.Şimdi ben bunları ne yapayım?
-Onları dışarı çıkar. Muhakkak ki onlar sahibine gidecektir.
Çoban yerden bir avuç taş alıp davarların yüzüne doğru attı ve “Sen sahibine dön! Vallahi ben artık asla seninle birlikte olmayacağım!” dedi.
Davarlar sanki çoban tarafından sürülüyorlarmış gibi kalenin yolunu tutup içeriye girinceye kadar topluca gitti. Koyunları gören Yahudi çobanın müslüman olduğunu anladı. Daha sonra çoban müslümanlarla birlikte savaşmak için geldiği kaleye doğru gitti. Kendisine hayatına son veren bir taş isabet etti ve çoban Allah ﷻ için tek bir rekat namaz kılamadan şehit oldu! Daha sonra Allah Rasûlü’nün ﷺ yanına getirilip arkasına kondu. Üzerine de bir örtü örtüldü. Efendimiz ﷺ, yanında bir grup sahabe olduğu halde ona dönüp baktı ve hemen yüzünü ondan başka tarafa çevirdi. Ashab sordu:
-Yâ Rasûlallah! Niçin yüzünüzü ondan başka bir yöne çevirdiniz? Allah Rasûlü ﷺ buyurdu:
-Şimdi onunla beraber Cennet hurilerinden iki zevcesi var. Yüzünden tozları silerlerken “Allah ﷻ seni toz toprak yapanın yüzünü toz toprak yapsın! Seni öldüreni öldürsün!” diyorlar.[15]
Fütûhâtın en mühim aşaması divaneler ve veliler kadrosunda neferler yetiştirmektir. Bu yetiştirme, imkanlar ve yıllardan ziyade ordunun gâyesine bağlıdır. Gâye, İ’lâ-i Kelimetullah olursa bir kul, bir kaç saat için de hem müslüman hem muzaffer hem de şehid olur. Evlerinde, okullarında “Fatih” yetiştiren bir Ümmet için fetih mukadderdir. “Fatih”siz fetihler ise sloganik bir ameliyedir.
Büyük İnkılap
Müslümanlarla Müşrikler Mekke’de aynı şehirde lakin ayrı dünyalarda yaşıyorlardı. Hicretle dünyaları gibi şehirleri de ayrıldı. Müşrikler Medine’ye gelemiyor, Müslümanlar da Mekke’ye gitmiyordu. Çocukları müslüman olan aileler evlatlarıyla görüşmüyor, onları babalarının katillerine denk bir muameleye tabi tutuyordu. Mekkelilerin yüreklerinde Bedir’in ve Hendek’in acısı, Müslümanlarda ise şehadet arzusu vardı. Böyle bir ortamda imzalanan Hudeybiye Musâlahası’yla ortam yumuşadı. Müşrik babalar Medine’ye çocuklarını ziyarete gitti. Yıllar sonra aile fertleri yeniden buluştu; oturdu, konuştu. Medine’de değişim o kadar büyüktü ki babalar “öz oğullarını” tanıyamadı. Müşrikler mümin akrabaları için kendi kendilerine şunu soruyordu: “Kimdir bunlar, yerden mi bittiler yoksa gökten mi indiler?!” Sahabenin hâllerinde eski yaşamlarından nokta kadar bir iz kalmamış, sözlerine zerâfet, duruşlarına letâfet hakimdi. Cahiliyye’de komşularının aile sırlarına kulak kabartan oğul aynı mevzuları konuşan babasına “O meselelere girmesen!” diye ricada bulunuyor, yüzü değişiyor, gıybet çukuruna düşen annesine, “Gizlilikleri araştırmayınız!”[16] mealindeki ayet-i kerimeyi okuyordu. Bütün sermayesi “öteki” dediği insanların gıybetini yapmak, onlarla alay etmek ya da su-i zanda bulunmak olan Mekkeli bir anne bu bapta her ne söylerse oğlunun yüzünün renginin değiştiğini görüyor, sesler titriyor ve nihayet oğul bahse mevzu olan konuda Allah Azze ve Celle’nin uyarıcı ayetini okuyor, sahne kapanıyor.
Müslüman gençlerin müşrik aileleri Medine’ye geldiklerinde, deri parçaları üzerine yazılı ayeti kerimeleri okuyarak değil, kendilerinden önce o ayetleri okuyan, sonra da yaşayan çocuklarının hareketlerini müşahede ederek müslüman oldu.
Sahabe tebliğ için çevredeki kabilelere gidip her birinde birkaç gün kalır, ayrılırken ardında müslüman olan bir kabile bırakırdı. Medine’ye yakın ya da uzak mıntıkalardan Müslüman olanlar ya da olmak isteyenler yollara düşer, Medine’ye Allah Rasûlü’nü ﷺ görmeye gelirlerdi.
Hz. İbrahim’in Yolu
Mekke’nin fethine hazırlanan Peygamber-i Ekber’in ﷺ sahabe kadrosu fert, aile ve cemiyet planında Hz. İbrahim’in , “Yolumuzdan/soyumuzdan sana teslim olan bir ümmet çıkar.”[17] duasına layık bir hâle gelmişti. Medine Mekke’yi teslim almaya, Kabe-i Muazzama’yı bina ediliş gâyesine döndürmeye hazırdı.
Fetih yolunu, hâlleriyle babalarının hidayetine vesile olan sahabe kadrosu açtığına göre fethe ve “fatih”e hasret kalan müslümanların öncelikli olarak yapması gereken şey, anne gibi babayı da fetih ordusuna nefer yetiştirecek bir kemâle taşımaktır. İnsanların, hâllerine bakarak müslüman olduğu sahabe, elbette ki hâllerine bakanları İslam’dan nefret ettiren kadrolarla aynı seviyede değildir.
Yıllarca Mekke’nin fethine layık bir kadro hazırlayan Allah Rasûlü ﷺ gibi biz de derdi Kudüs olan müminler yetiştirmeliyiz.
Davası İslam, derdi fetih olanlar, Allah’ın ﷻ Kur’an’ında çevresini mübarek kıldığını haber verdiği Mescid-i Aksa’ya ruh köküyle bağlı bir nesil yetiştirir, kudemâda olduğu gibi hâl dili yüreklerin fütuhâtına vasıta olursa, yakın bir zamanda dünya televizyonları canlı yayında İslam ordularının tutsak şehirlerimize girişinin haberini verecektir.
Bilinmelidir ki evinde, işinde Ahkâm-ı İslamiyye’yi hayatına tatbik etmeyen bir Ümmet’e Allah Azze ve Celle onu dünyaya tatbik etme fırsatı vermeyecektir.
Yardım Olundun!
Hudeybiye Musâlahası’yla birlikte Huzâ’alılar Müslümanların, Benû Bekr ise Müşriklerin himayesine girmişti. Hicretin sekizinci yılı Şaban ayında Benû Bekr kabilesi, Efendimiz’in ﷺ himayesinde bulunan Huzâ’alılar’a “Vetir Suyu”nun başında geceleyin baskın yaptı. Bu baskında Benû Bekr Kureyş’ten yardım ve teşvik görmekle kalmadı; İkrime, Safvan ve Süheyl gibi Kureyş’in ileri gelenleri de bizzat onlarla birlikte çarpıştı. Baskın sonunda Huzâ’alılar’dan 23 kişi öldü, sağ kalanlar da Harem-i Şerif’e sığınarak kurtulabildi.
Huzâ’alılar saldırıya uğradıklarında Hz. Meymûne (radiyallahu anha) validemizin evinde geceleyen Allah Rasûlü namaz için kalkıp abdest aldığı sırada üç kere “Lebbeyk! Lebbeyk! Lebbeyk! (Davetine icabet ediyorum! Davetine icabet ediyorum! Davetine icabet ediyorum!)”, üç kere de “Nusirte! Nusirte! Nusirte! (Yardım olundun gitti! Yardım olundun gitti! Yardım olundun gitti!)” buyurdu. Abdestten çıkınca Hz. Meymûne (radiyallahu anha), “Abdest alırken üçer defa şöyle şöyle dediğinizi işittim. Sanki biriyle konuşuyordunuz! Yanınızda biri mi vardı?” diye sorunca Efendimiz ﷺ şöyle buyurdu: “Şu Ka’boğullarının recezde şiir okuyan şairi feryad ederek beni yardıma çağırıyordu. Kendilerine karşı Kureyşîler’in Benû Bekir’e yardım ettiklerini söylüyordu.”[18]
Altını Dağıtan, Tozu Biriktiren Sultan
Fethe dair bütün hazırlıkları yapan Allah Rasûlü’nün ﷺ Huzâ’alılar’a dair söylediği, “Yardım olundun gitti.” ifadesinde kesin bir kararlılık vardı. Çünkü zor olan fetih değil, Fetih Nesli’ni yetiştirmekti. O hazırdı, fethi müjdeleyen ayetin[19] nüzûlü üzerinden de uzun bir zaman geçmişti. Efendimiz’de ﷺ Bedir’de de Hendek’te de aynı kararlılık vardı. Çünkü Allah ﷻ yolunda yorulmadan, usanmadan, uykusuz, susuz, ekmeksiz ayakta duran cihad ordusu sahnedeydi. Hz. Musa da elindeki asayı suya vurduğunda Rabbi’nin denizi yaracağından ve Firavun’un boğulacağından emindi. Çünkü Allah’ın ﷻ vaadi vardı. Öyle de oldu. Salahaddin-i Eyyûbî de Allah’ın ﷻ yalnız kendisine ibadet eden, hiçbir varlığı ona şirk koşmayan bir Ümmet’e iktidar vaadettiğini[20], şartları yerine getirdiğinde Kudüs’ün fethinin ona nasib olacağını biliyordu. Yıllarca Cihad meydanlarında üstü başı tozlandı. Her defasında sarığının ve cübbesinin tozlarını bir torbanın içine silkeledi. Altını sadaka olarak verdi, tozu biriktirdi. Varislerine, öldüğünde toz torbasını başının altına koymalarını söylemiş; “Münker ve Nekir gelip “Bu torbada ne var?” diye sorduğunda, “Onda Allah ﷻ yolunda cihad ettiğimin şahitleri var.” diyeyim.” demişti.
Bu çağın Müslümanları da Salahaddin gibi Allah ﷻ yolunda toza toprağa belenir; çocuklarına, insanları İslam’a davet ederken tozlanmayı, sonra da makbere o tozlarla gitmeyi telkin ederse bu asrın müminlerinin önünde de denizler yarılacak, Firavunlar sulara gark olacak, kaleler gibi ülkeler düşecektir.
Ümmü Habibe
Allah Rasûlü ﷺ, Huzâ’alılar’a saldırarak Hudeybiye Musâlahasını çiğneyen Mekkeliler’e, ölenlerin diyetini ödemek, Benû Bekir’den desteğini çekmek ya da Hudeybiye Musâlahasını bozmaktan oluşan üç şarttan birini kabul etmesini söyledi. Onlar da Hudeybiye’nin bittiğini ilan etti. Daha sonra şartların aleyhlerine geliştiğini fark eden Kureyş pişman oldu ve Ebû Süfyan’ı Allah Rasûlü ﷺ ile görüşmesi için Medine’ye gönderdi. Ebû Süfyan şehre girince önce kızı ve aynı zamanda Allah Rasûlü’nün ﷺ eşi olan Ümmü Habibe’ye (radiyallahu anha) gitti. Uzun zamandır göremediği kızı tarafından büyük bir alaka ile karşılaşacağını ümid ediyordu. Lakin öyle olmadı. Evde tam Allah Rasûlü’nün ﷺ yatağına oturacağı sırada, kızı Ümmü Habibe’nin yatağı dürüp kaldırması karşısında şaşkına döndü. Ona, “Kızım! Beni mi yataktan yoksa yatağı mı benden esirgiyorsun?” deyince kızından şu cevabı aldı: “Oturmak istediğin bu yatak Allah Rasûlü’ne ﷺ aittir. Sen ise müşriksin, dolayısıyla necissin. Bu durumda onun yatağına oturmanı hoş göremem.” Cevap karşısında sarsılan Ebû Süfyan sadece şunu söyleyebildi: “Kızım benden sonra sana kötü şeyler olmuş.”[21]
Tesettür, Teberrüc
Uzun zamandır babasını görmeyen Ümmü Habibe, Allah Rasûlü’nün ﷺ hatırasına olan sadakati babasının hasretine feda etmedi. Akidesi için Habeşistan’a hicret eden, orada her nevi sıkıntılara göğüs geren Ümmü Habibe, evine gelen babasına “Hayır olamaz!” dedi. Mekke’nin fatihleri benzer evlerde yetişti.
Sünnet-i Seniyye’ye bağlılığı sahabedeki şu minder hassasiyeti seviyesinde olmayan bir Ümmet, Kudüs’e bakıp ordu hazırlayan Salahaddinler değil, ancak ağlayan, sızlayan, bahaneler üreten kadrolar yetiştirebilir.
Bir diploma için Allah Rasûlü’nün ﷺ bildirdiği nizama dair pek çok meseleyi terkedenlere Ümmü Habibe mahşer günü -belki de- şöyle diyecektir: “Uzun zamandır görmediğim babamı müşrik diye Allah Rasülü’nün ﷺ yatağına oturtmadım. Müsaade etsem şer’î açıdan hiçbir problem olmazdı. Ne var ki İslam kadınlarının önemli bir bölümü Ahkâm-ı İslamiyye’yi çiğnedi; tesettürü, teberrüc yaptı. Onlardan davacıyım Ya Rabbi!”
Vahiyle İç İçe Bir Hayat
Kızının önünde sarsılan Ebû Süfyan oradan Allah Rasûlü’nün ﷺ huzuruna çıkıp onunla sulha dair konuşmak istedi. Lakin Efendimiz onun bu talebine müspet cevap vermedi. Daha sonra Hz. Ebu Bekir’e, Hz. Ömer’e , Hz. Ali’ye ve Fâtıma’ya (radiyallahu anha) gidip onlardan Allah Rasûlü ﷺ nezdinde kendisi için şefaatçi/aracı olmalarını talep etti. Fakat hiçbir teşebbüsünden olumlu netice alamadı.[22] Yüreğine çöken “fetih” korkusuyla Medine’den ayrıldı.
Sahabe, fethe kadar Kur’an-ı Kerim okudu; Peygamber-i Ekber’i ﷺ dinledi, vahiyle iç içe bir hayat yaşadı. Allah Rasûlü’ne ﷺ itaat ettiklerinde Bedir gibi zaferlere nâil, emrine muhalefet ettiklerinde ise Uhud gibi hezimetlere maruz kaldıklarını bizzat tecrübe etti. Bu yüzden her evde İslam’ı anlama ve yaşama noktasında Efendimiz’e itaat seferberliği vardı.
Allah Rasûlü’ne ﷺ kayıtsız şartsız itaat eden sahabe, O’nun konuşmadığı biriyle konuşmayı Hakk’a ihanet addetti. Onun sustuğu yerde herkes sustu, yürüdüğü yolda ise bütün sahabe durmadan, bahane bulmadan seferber oldu.
“Dur!” De!
İçki Hicret’in üçüncü yılında Uhud’dan sonra yasaklanana kadar Araplar su gibi içki tüketirdi. “Artık vazgeçtiniz değil mi?”[23] ayeti nâzil olunca içki küpünü alan evinin kapısına koştu, döktü, sokaklarda sel gibi içki aktı. İçkiyi, teberrücü, faizi haram kılan ilahî talimatları bu asrın müslümanları da okuyor lakin onların mahallesinde içki, faiz, teberrüc sanki ilahî talimatlar yokmuş gibi cârâ…
Fethin ilk adımlarından biri de Allah’ın ﷻ emirlerinin yolunu açmak, yasakladıklarına “dur” demektir. Çünkü Allah Azze ve Celle, Ahkâm-ı İslamiyye’nin yolunu açanları/fatihleri, şehirleri İslam’a açmakla/fetihle ödüllendirmiştir. Fatih olabilmek için haramları yasaklayıp helallerin yolunu açmak gerek.
Fetihlere hasret kalan bu Ümmet, yeniden bağrından Fatihler çıkarmak istiyorsa önce çocuklarının helva-ekmek parasını modern zaman hırsızlığı olan piyangoya yatırmaya “Dur!” diyecek. Faize, içkiye, fuhuş albümü ekranlara “Dur!” diyecek. Tâkati çerçevesinde haramlara “Dur!” diyen müminlere Allah Azze ve Celle devletler bazında haramlara da “Dur!” deme iktidarını ihsan eder. Hakim oldukları beldelerde kendilerini Şeriat’ın “hâdimi” kabul eden, haramlara “Dur!” diyerek helallerin yolunu açan Osmanlı’ya Allah Azze ve Celle cihan çapında haramlara “Dur!” deme gücü verdi. Kendi cemiyetinde fuhşa, faize “Dur!” demeyen bir Ümmet’ten İsrail’e “Dur bire mel’un!” demesini beklemek hayaldir.
Büyük Askeri Plan
Allah Rasûlü’nün ﷺ o günün şartlarında mükemmel bir istihbarat teşkilatı vardı. Öyleki Mekkeliler savaşa hazırlanırken bundan haberdar olurdu. Lakin Fetih Ordusu Mekke yakınlarına gelene kadar Daru’n-Nedve’den kimse bu muhteşem ordunun yürüyüşüne dair hiçbir malumat elde edemedi. Mekkelilerin gözetlediği noktada Allah Rasûlü ﷺ orduda yer alan herkese ayrı ayrı ateş yakmalarını emrederek on bin kişilik orduyu müşriklere yüzbin kişi olarak gösterdi. Ebû Süfyan’a ordunun geçişini izlettirdi. Mekke’ye dört ayrı koldan girerek şehri bir anda teslim aldı. Cihadı, “li gayrihi hasen” bir ibadet gören İslam, bir beldeyi Ahkâm-ı İslamiyye’nin tatbik edilmesine hazır hale getirmek için kan dökmemeye azami özen göstermiştir. Fetih işte bu hassasiyetin tecelli zeminidir.
Yüreklerin Fethi
Allah Rasûlü ﷺ Hicret’ten sekiz yıl sonra İslam’ın yasaklı olduğu şehre girerken, annelerinin en güzel elbiselerini giydirdiği çocuklar büyük bir heyecanla O’nu ﷺ karşılamak için koşmuş, yolun kenarında uzun kuyruklar oluşturmuştu. O ﷺ ise devesinin arkasında azadlısı Zeyd’in oğlu Üsame olduğu hâlde, tevazudan mübarek başını öne eğmiş, Fetih Sûresi’ni okuyarak şehre giriyordu. İnsanlar O’nu ﷺ yüzünden değil sesinden tanıyabildi. Kureyş ise Hz. Üsame’yi indirse de yerine kendilerinden birini alsa (koysa) diye O’na ﷺ bakıyordu lakin nafile…
Köle olarak doğan bir çocuğun, köle yaşayıp köle öldüğü bir zamanda Allah Rasûlü’nün ﷺ arkasına Üsame’yi alması İslam Nizamı’nın Mekke’deki ilk tecellilerinden biriydi. Sahabe o girişi sonraki kuşaklara rivayet etti. Fatihler beldelere hep O’nun ﷺ gibi girdi. Taşı, toprağı değil yürekleri fethetti.
Şehvet tacirleri tarafından ekranlara gömülen kız çocukları, bu Ümmet Ebû Bekir , Ömer , Osman ve Ali kıvamında fatihler yetiştirdiğinde yollara çıkacak, “fethi” ve “fatihleri“ selamlayacaklardır.
Put Yapan Şehirden Put Kıran Şehire
Fetih günü putların hükümsüz olduğunu ayne’l-yakin gören müşrikler önceki tanrıların bir masiyet aracı olduğunu idrak etti. Yüreklerden put sevgisi silindi. Allah Rasûlü ﷺ, “Hak geldi, batıl zâil oldu.”[24]mealindeki ayeti okuyarak Kabe-i Muazzama’nın çevresindeki putları elindeki asa ile yere serdi. Üç yüz altmış put enkaz oldu. Allah Rasûlü ﷺ bunlar müşriklerin kutsalı (!) diye şirke sessiz kalmadı. Ya da yapacak daha önemli meselelerimiz var, himmetimizi oralara teksif edelim, de demedi. Hâkim anlayışa, modaya teslim olmadı. İslam’ın azametine, Allah Rasûlü’nün ﷺ tevazusuna şahit olan Mekke’de, münadi sokakta “Allah’a ve Ahiret’e iman eden evinde kırılmadık put bırakmasın!” diyor, ona icâbet edenler put kırıyordu. Mekke’de tarihin en büyük inkılabı yaşanıyor, insanlar saatler önce “Bizi Muhammed’den kurtar!” diye yalvardıkları tanrılarını parçalıyordu.
Toto, loto, piyango, teberrüc, masiyet arenası podyumlar birer kültürel işgaldir. Müslümanlar kültürel işgale son verince Allah da ﷻ onların fetih yolunu açacaktır. Aynı hal devam ederse fetih muhaldir. Çünkü İsrail’de de masiyet yerleri var, Mısır’da da. Mısır da Batı’ya mahkum, İsrail de. Bu durumda fetih olduğunda İsrail’de ne değişecek…
Kudüs’ü fethetme planları yapan bir milletin de meyhaneleri varsa; fetih, “put kırma, masiyet arenalarını kapatma merasimi” olmayacaksa Allah ﷻ niçin böyle bir yürüyüşü fethe çevirip müslümanlara nusret etsin? Yesrib, Medine olmadan Mekke’yi; Ümmet de şehirlerini değişmeden Kudüs’ü alamaz, dünyayı değiştiremez.
Fetih Hutbesi
Fetih Günü, Allah Rasûlü ﷺ Kâbe’nin kapısına çıkıp eşikten Mekkelilere baktı. Metâf, İslam’a olan öfkesinden dolayı Medine’ye kadar gidip savaşanlar, Allah Rasûlü’ne ﷺ sövenler, daha fazla müslüman kanı dökmek için fırsat kollayanlarla doluydu. Şimdi hükmü O verecekti. İşgalci komutanlar, zapt ettikleri yerlerde gövde üzerinde kesilmedik baş bırakmazken Allah Rasûlü ﷺ on üç yıl aşağılandığı şehirde, fethin Allah’ın ﷻ nusretiyle olduğunu ilan noktasında şöyle buyurdu:
“Allah’tan ﷻ başka ilah yoktur, yalnız o vardır. O‘nun ﷻ ortağı yoktur. O ﷻ vadine bağlı kaldı, sözünü yerine getirdi. Kuluna yardım etti, tek başına bütün düşmanları hezimete uğrattı. İyi bilin ki bütün cahiliyye adetleri, mal ve kan davaları bugün şu iki ayağımın altındadır. Yalnız, Kâbe muhafızlığı ile hacılara su dağıtma işi (sidâne ve sikâye) bu hükmün dışında bırakılmıştır. Kureyş Cemaati! Allah ﷻ sizden cahiliyet gururunu ve ondan kaynaklanan babalarla/soylarla büyüklenmeyi giderdi. Bütün insanlar, Adem’dendir, (Onun çocuklarıdır.). Adem de topraktan yaratılmıştır.”
Sonra şu meâldeki ayet-i kerîmeyi okudu[25]: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. (Övünesiniz diye değil) Tanışasınız diye, sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerliniz, O‘na ﷻ karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Allah ﷻ her halinizi bilir, O ﷻ her şeyden haberdardır.”[26]
Allah Rasûlü ﷺ Mescidi Haram’ın geniş sahasını dolduran kalabalığı manalı bir şekilde süzdükten sonra şöyle devam etti: “Ey Kureyş cemaati! Size şimdi nasıl bir muamele yapacağımı düşünüyorsunuz?” Mekkeliler, “Hayır umuyoruz. Sen Kerîm bir kardeş, âlicenap bir kardeş oğlusun.” diye cevap verdiler. Allah Rasûlü ﷺ şöyle buyurdu: “Ben de size Yûsuf’un kardeşlerine söylediği gibi, ‘Bugün size geçmişten dolayı kınamak yok’[27] diyorum. Haydi gidiniz, hepiniz serbestsiniz!”[28]
Hülasa
Müslümanlar Hz. İbrahim’in duasında ifadesini bulan anlayışta, anlatışta, kavrayışta ve yaşayışta Allah’a teslim olursa, şehirler de onlara teslim olacak. Allah Rasûlü ﷺ ve sahabe gibi bu çağın fatihleri de fetih hutbeleri okuyacak, insanlar meydanlara koşup heykel kıracak, memurlar ideolojileri çöpe atıp bütün muameleleri İslam nizamına göre yapacaklarını ilan edecek.
Tam 21 yıl Fetih Ordusu’nu hazırlayan Allah Rasûlü ﷺ dört bir koldan girdiği şehri bir anda teslim almıştı. Kudüs’ün fetih planlarını yapan müminler bilmeli ki zor olan Kudüs’ü değil yürekleri fethetmektir. Zoru başaranların önünde hiçbir güç duramayacaktır.
[1] Bakara, 1/127: رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا
[2] Ra’d, 13/17: فَأَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَاءً وَأَمَّا مَا يَنْفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِى الْاَرْضِ
[3] Nâzi’ât, 79/24: فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْاَعْلٰى
[4] Şuarâ, 26/24: قَالَ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالأرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا
[5] Kâfirûn, 109/1-2: قُلْ یَاأَیُّهَا ٱلكَافِرُونَ لَا أَعبُدُ مَا تَعْبُدُونَ
[6] Bakara, 2/128: رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ
[7] Bakara, 2/128: وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ
[8] Ebü’l-Velîd Muhammed b. Abdillâh b. Ahmed b. Muhammed el-Ezrakî, Ahbâru Mekke, Mektebetu’s-Sekâfe, Mekke, 2002, II, 154; Buhârî, “Fedâilu’s-Sahabe”, 75.
[9] Buhârî, “Megâzî”, 45.
[10] Ebû Ya’lâ, Müsned, III, 261.
[11] Fetih, 48/29. (مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ)
[12] Bkz. Fetih, 48/29: وَالَّذٖينَ مَعَهُ اَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰیهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًا
[13] Bkz. Fetih, 48/15: سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ اِذَا انْطَلَقْتُمْ اِلٰى مَغَانِمَ لِتَاْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْ يُرٖيدُونَ اَنْ يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللّٰهِ قُلْ لَنْ تَتَّبِعُونَا
[14] Fetih, 48/18: لَقَدْ رَضِىَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِنٖينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فٖى قُلُوبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّكٖينَةَ عَلَيْهِمْ وَاَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرٖيبًا
[15] İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 2009, II, 292-293; İbnü’l-Kayyım el-Cevziyye, Zâdu’l-Me’âd, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1998, I, 393; İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 190.
[16] Hucurât, 49/12: يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثٖيرًا مِنَ الظَّنِّ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا
[17] Bakara, 2/128: رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ
[18] Muhammed Sâdık İbrahim Arcûn, Muhammedün Rasûlüllah, Dımeşk, 1995, IV, 297.
[19] Fetih, 48/1: اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبٖينًا
[20] Nûr, 24/55: وَعَدَ اللّٰهُ الَّذٖينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِى الْاَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دٖينَهُمُ الَّذٖى ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْنًا
[21] İbn Hişam, a.g.e., IV, 38.
[22] İbn Hişam, a.g.e., IV, 38.
[23] Mâide, 5/91: اِنَّمَا يُرٖيدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ فِى الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَعَنِ الصَّلٰوةِ فَهَلْ اَنْتُمْ مُنْتَهُونَ
[24] İsrâ, 17/81: وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا
[25] İbn Hişam, a.g.e., IV, 54.
[26] Hucurât, 49/13: يَا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰیكُمْ اِنَّ اللّٰهَ عَلٖيمٌ خَبٖيرٌ
[27] Yusûf, 12/92: قَالَ لَا تَثْرٖيبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ
[28] Yusuf eş-Şamî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993, IV, 242.